Ölü Gelin — Film Analizi

Tim Burton’dan Trajik ve Sıra dışı Bir Aşk Hikayesi

Sinem Karakuş
Yazı Rehberi
8 min readMar 30, 2023

--

Uzun zamandır aklımda olan ve üzerine bir inceleme yazısı yazmayı en az yüz kere düşündüğüm bu güzel animasyonu bir kere daha izledikten sonra artık yazmaya başlayabileceğime kanaat getirmiş bulunmaktayım.

Ölü Gelin

Öncelikle bu animasyonu izlememiş olan ve izlememesine rağmen okumak isteyenlere bir uyarı yapmalıyım! Fazlasıyla spoiler, sahne yorumlama ve genel animasyon yorumum olacak. Bu sebeple yazının bir noktasından sonra okumayı kesmenizde hiçbir sakınca yoktur. Yine de rahatsız olmayan ve okumaya devam etmek isteyenler kalsın çünkü bu animasyonu fazlasıyla derinlemesine inceleyeceğiz!

Filmin künyesini ve genel bilgilerini vermek yerine çok genel olarak bir yorum yapacağım ve ardından da aşırı detaylı incelemeye geçeceğim. Çünkü filmin genel bilgisine her yerden ulaşabilirsiniz!

2005 yılının sonbahar aylarında vizyona giren Ölü Gelin, gotik ve karanlık bir atmosfere sahip olmasına rağmen hikayesi bakımından izleyicilerin kalbine dokunabilen sayılı güzel animasyonlardandır. (Yani en azından benim kalbime dokundu arkadaşlar, o yüzden maalesef diyeceklerim objektif olmayacak.)

Bu animasyonu tam olarak kaç kere izlediğimi kestiremiyorum, takip edemediğim bir sayıya ulaştım. Keşke size ilk izlediğimde neler hissettiğimi söyleyebilseydim fakat o zamanlar yedi yaşındaki Sinem için bu animasyon bu kadar önemli bir yere sahip değildi.

Beni tanıyanları şoka uğrattıysam üzgünüm ama gerçekler bunlar arkadaşlar.

Kaçıncı izleyişimde, hangi sahnede beni bu kadar etkiledi bu animasyon, bilmiyorum ama bu etki, bugüne kadar devam etti ve bana, çok severek yazdığım bu satırlar için fikir vermeye yetecek kadar güçlü bir hale geldi

Daha fazla uzatmadan Ölü Gelin’in incelemesini ve şahsi görüşlerimden oluşan analizlerimi yazayım.

Bu satırdan itibaren oldukça detaylı spoiler bulunmaktadır. Bilginize ^^

Hatta mümkünse izlemiş olanlar, izlemek isteyip spoilerdan rahatsız olmayanlar, hiç izlemeyecekleri için sadece okuyarak bilgi sahibi edinmek isteyen kişiler okusun.

Kısacası okuyun sonra bir kere daha izleyin; çok güzel bir dünya, çok güzel bir hikaye…

Endişelenmeyin, önemli detayları, yeri geldiğinde dönüşler yaparak açıklayacağım.

Ölü Gelin, hikayemizin baş karakteri olan Victor’un cam bir kafesin içinde bulunan mavi bir kelebeği çizmesiyle başlıyor. Victor’un odasındaki duvarda önceden çizildiği belli olan kelebek resimleri görüyoruz. Belli ki kelebeklere karşı bir ilgisi var (Yoo filmi sevme sebebim bu değil.). Ardından Victor kağıda kalemi son kez dokundurduktan sonra cam kafesi açıyor ve onu özgür bırakıyor. -Önemli detay 1.-

Kelebeğin dışarı uçmasıyla birlikte karşımız aoldukça kasvetli, gri rengin hakim olduğu bir kasabanın görüntüleri geliyor. Kelebeğin, etrafından geçtiği insanlar da tıpkı bu kasaba gibi asık suratlı, duygudan yoksun hareketler sergiliyor. Öyle ki hareketleri bile monotonlaşmış ve aynı şeyleri aynı hızda tekrarlıyorlar.

Kimse kelebeğin varlığını fark etmiyor bile.

Ardından ara sokaktan, varlıklı gözüken bir erkek karakter çıkıyor, tıpkı diğer karakterlere yaptığı gibi kelebek bu sefer de bu karakterin yanından geçiyor. Fakat diğer karakterlerin aksine bu karakter — ki adının daha sonra Lord Barkis olduğunu öğreneceğiz.- kelebeği görüyor.

Görüyor görmesine ama eliyle savuşturup kelebeği uzaklaştırıyor. -Önemli detay 2.-

Daha sonra kelebek kasabadan tamamen uzaklaşıyor.

Ardından kamera baş karakterimiz Victor ve ailesine dönüyor. Böylesine kasvetli ve monoton bir kasabada olmalarına rağmen şarkı söyleyerek çıkıyor Victor’un annesi ve babası. Onlar da şehirdeki insanlardan farksız.

Victor’un annesi heyecanlı, babası ise sessiz birisi. Victor da babası gibi sessiz ve utangaç bir kişiliğe sahip. Muhtemelen annesinin istekleri doğrultusunda ilerliyor her şey. Zaten Nell van Dort’un - Victor’un annesi- at arabasına binecekken ona hizmet edilmesini beklemesiyle bu söylediğimin doğru olduğu daha ilk sahneden kanıtlanıyor. Ayrıca ailesi üzerinde kurduğu hakimiyet de açıkça ortada.

Bütün istediklerinin gerçekleşmesini bekleyip olduğu konumdan çok daha fazlasını hak ettiğini düşünen baskın karakterli bir anne ve sıradan bir balıkçı olup ortalama bir gelirle ailesine ortalama bir ev sağlamış olan sessiz, içine kapanık, zayıf bir babayla büyümüş Victor.

Annesi ve babasının fiziksel özelliklerindeki bu büyük farkın da zaten ailede kimin baskın olduğunu göstermek için yapıldığını düşünüyorum.

Victor van Dort’un ailesi.

Victor van Dort ise babasına benzer bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı onun gibi zayıf, sessiz ve utangaç bir tavır sergiliyor. Evet, burada da karakterin annesi tarafından bastırıldığını anlayabiliyoruz.

At arabasına binmelerinin ve evlerinin tam karşısındaki eve gitmek için bu ulaşım biçimini seçmiş olmalarının temel sebebi ise yine annesi. O, zengin olmak ve kasabada isimlerinin daha bilinir hale gelmesi için Everglot’ların tek kızı ile kendi oğlunu evlendirmek istiyor. Victor ve babası da bu isteği yerine getiriyor.

Van Dort’lar karşı taraftaki eve giderken bu sefer de Everglot ailesine bakıyoruz. Kendileri zengin, burnu havada, egoist karakterler.

Üstelik bir de sahtekarlar. Kendilerinin bir gram parası olmamasına rağmen bunu saklayarak kasabada sahip oldukları konumu kaybetmek istemiyorlar ve sırf bunun için insanları kandırarak kızlarını anlaşmalı bir evliliğe zorluyorlar.

Çok spoiler vermemek adına ara sahneleri geçiyorum. Victor ve Victoria ailelerinin istekleri doğrultusunda koşullanmış oldukları için birbirlerini gördükleri ilk anda, hoşlandıklarını belirten utangaç tavırlar sergiliyorlar.

Hızlanalım biraz. Bütün animasyonu anlatmama ramak kaldı.

Victor düğün provasında yeminleri doğru söylemeyemediği için utancından kaçıyor ve kendini kasabanın dışındaki ormanda buluyor.

Yemini doğru söyleyene kadar tekrar ediyor, tekrar ediyor ve tekrar ediyor.

İşte en doğru söylediği o anda ise “ölü gelin” Emily’yi uyandırıyor. Zavallı gelinimiz ise orada “damadını” bekliyormuş.

İşte böylece, Emily’nin düşüncesine göre orada evleniverdikleri için ölü gelin onu “Ölüler Diyarı’na”götürüyor.

Ölü Gelin Emily ve Victor’un karşılaşması.

Beni bu animasyonda etkileyen şeylerden biri de ölülerin olduğu diyarla yaşayanların olduğu diyar arasındaki canlılık farkı.

Victor gözlerini açıyor ve kendini hiç bilmediği “renkli” bir dünyada buluveriyor. Ölüler hiç olmadıkları kadar canlı, sevecen ve eğlenmeyi bilen kişiler. Şarkılar söylüyor, içkiler içiyor ve Victor’u karşılamak için yaşayanların hiç göstermediği bir hevesle heyecan sergiliyorlar.

Bu kısımda gelinimiz Emily’nin ölüm sebebini de öğrenmiş oluyoruz. Kendisi sevdiği kişiyle evlenmek için evden kaçan birisiyken sevdiği adamın sırf onun altınlarını ve mücevherlerini almak için onu kandırıp öldürdüğünü öğreniyoruz.

Evet, bu kısım aslında karakter özelliklerini de anlatıyor. Karşımızda Victor’un tam zıttı bir karakter var. Ailesinin istekleri yerine kendi isteklerini gözetip, özgürlüğü için kendi kararını veren bir karakter Emily. — Evet, bu kararı onun ölmesine sebep açmiş olsa da anlatmak istediğim bu değil. — Victor ise ailesinin kararlarına göre hareket eden ve sırf orada herkesi utandırdığı için ortadan kaybolan birisi.

Gelelim “Zıt kutuplar birbirini çeker.” cümlesine.

Emily ve Victor birbirlerine çok zıt iki karakter. Emily cesur, Victor korkak. Emily konuşkan, Victor ise utangaç. Emily isteğinin peşinden gidiyor, Victor başkalarının isteklerini takip ediyor.

Victoria ile Victor ise aynı. Yani onların arasında bir çekim yok. Zorunluluktan ortaya çıkarmaya çalıştıkları bir sevgi belki olur ama bir aşk olmayacak.

Evet, Emily ve Victor’un evlenemeyeceklerini biliyorum. Kırık kalbimi bir de siz kırmayın…

Devam edelim.

Victor ait olmadığı bu yerden kurtulmak adına bir süre çabalasa da onunla evlendiği için çok mutlu olan ölü gelin “Emily” tarafından sürekli bir baskı içinde hissediyor.

Victor kaçıyor, Emily kovalıyor.

Victor saklanıyor, Emily onu buluyor.

Hatta bir noktada asıl sevdiği kıza yani Victoria’ya geri dönmek adına Emily’yi kandırma girişiminde bulunuyor fakat işe yaramıyor. Bu, Emily’nin daha çok sinirlenmesine sebep oluyor.

Bu kısım bir kenarda dursun. Biz biraz da yaşayanların dünyasına dönelim. Emily ile Victor ilk karşılaştıkları sırada kasabadan biri tarafından görülüyor ve Victor’un Emily ile gittiği öne sürülüyor. Bir bakıma doğru, evet.

İşte bu yüzden Everglot ailesi, kızlarının “adının çıktığını” ve bu yüzden de hemen evlenmesi gerektiğini belirterek kızlarıyla evlenmek için talip olan bir lordla anlaşıyorlar. Tabii burada asıl amaçları en kısa sürede paraya ulaşmak.

Peki bilin bakalım lordumuz kim? Evet, evet. Animasyonun ilk sahnesinde görünen takım elbiseli zengin adam yani Lord Barkis.

Bu evlilik haberi Victor’un kulağına gidiyor. Kendisi de bu sırada Emily ile iyi anlaşmaya başladığı ve Victoria’nın da hayatına devam ettiğini düşündüğü için Emily ile gerçek anlamda evlenmeye karar veriyor.

Bunun tek yolu ise Victor’un kendini öldürmesi.

Tabii bunu, düğün yeminlerini söylerlerken içecekleri şarap içine zehir koyarak yapmayı planlıyorlar. Romantik bir ölüm.

Ölümün bile onları ayıramayacağı bir çift olacaklar yani.

İşte bu düğünü de herkesin görmesi için yaşayanların dünyasında yapmaya karar veriyor Victor. Bir nevi herkesten alacağı son intikam yani.

Bütün ölüler, yaşayanların dünyasına çıkıyor ve artık evlenmiş olan Victoria ve Lord Barkis’in düğün yemeklerini basıyorlar. Bu karışıklık sırasında Lord Barkis, Victoria’ya bütün paraları, altınları ve mücevherleri alıp gitmeleri gerektiğini söylüyor fakat bir şeyden habersiz.

Everglot’ların tek bir kuruşu bile yok.

Evet, Emily’nin katili de Lord Barkis.

Ölüler ilk başta yaşayanlara zarar verecek gibi görünüyor olsa da birkaç sahne sonrasında bütün ölülerin aslında yaşayan akrabalarının yanına gittiğini görüyoruz.-Önemli detay 3- Yani bilinenin aksine buradaki ölüler ve ölüler diyarı hiçbir anlamda kötü gösterilmiyor.

Bütün ölüler düğün için yaşayanların kasabasındaki kiliseye gidiyorlar. Her şey yolunda. Victor şarabı içecek. Ölümüyle birlikte Emily ile evlenmesine engel kalmayacak.

Hiç bir sorun yok.

Victor yeminini edip şarabı içeceği sırada Emily onu durduruyor. Çünkü onları izlemeye gelen Victoria’nın varlığını fark ediyor.

Tabii bu sırada Lord Barkis de geliyor, bir takım çatışmalar çıkıyor ve Lord Barkis akıllılık yaparak “şarabı” içiyor.

Lord Barkis’in sahneye girişiyle Emily’nin bakışları değişiyor ve onun ölümüne sebep olan kişinin Barkis olduğunu öğreniyoruz.

Son sahnemizde ise Emily, Victor ile Victoria’nın gerçekten birbirini sevdiğini görüyor ve onu sevmesine rağmen birlikte olmamaları gerektiğini söyleyerek kiliseye vuran ay ışığının önünde yüz binlerce kelebeğe dönüşüyor.

Victor’un animasyonun en başında çizimini yapıp daha sonra kasabaya saldığı kelebeklere.

Evet bu kısımda Önemli Detay 1'e dönelim.

Victor ilk sahnede cam bir kafesin içinde bulunan mavi bir kelebeği çiziyor. Victor’un odasındaki duvarda önceden çizildiği belli olan kelebek resimleri görüyoruz. Belli ki kelebeklere karşı bir ilgisi var (Yoo filmi sevme sebebim bu değil.). Üstelik uzun bir süredir de kelebeklerle ilgileniyor demek oluyor bu. Ardından Victor kağıda kalemi son kez dokundurduktan sonra cam kafesi açıyor ve onu özgür bırakıyor.

Kelebek, Emily’yi temsil ediyor. Aslında bu sahne Emily’nin huzura ermesi için Victor’un onu özgür bırakması gerektiğini anlatıyor .

Hatta biliyor musunuz? Bir inanca göre kelebekler, ölmüş kişilerin ruhlarını taşımaktadırlar. Yani bir kelebek sizin çevrenizdeyse bu kelebek, bir şekilde ilişkinizin olduğu ve artık yaşamayan birisi olabilirmiş.

Bunun sebebi ise kelebeğin hep ölüm ve yaşamla ilişkilendirilmesidir. Bu detayı ilk fark ettiğimde şahsen çok hayran kalmıştım.

Şimdi de Önemli Detay 2'ye dönelim.

Kasabadaki insanları gösterirken Lord Barkis’in kadraja girip kimsenin görmediği kelebeği görüp eliyle kelebeği savuşturup uzaklaştırdığı detaydan bahsediyorum.

Animasyonun sonunda öğreniyoruz ki, Lord Barkis Emily’nin katili. Yani kelebeği -Emily’yi- kasabadan uzaklaştıran kişinin aslında Lord Barkis olduğunu anlatıyor bu sahne.

Son önemli detayımız ise ölüler ve Emily ile ilgili. Emily, huzura erince kelebeklere dönüşüp yok oluyor. Bu da demek oluyor ki diğer ölü karakterlerin yaşayanların dünyasında halletmeleri gereken durumlar var.

Çok fazla sayıda imgelem, metafor ve benzetmenin yer aldığı bu animasyon aslında biz kurgu yazarlarına “Foreshadowing” , “Plot Twist” gibi çok önemli anlatım tekniklerinin sadece öykü roman vb. türlerde değil senaryo gibi türlerde de önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor.

Belki de ben kelebekleri sevdiğim için böyle anlamlar yükledim. Karar vermek size düşüyor…

Bir sonraki yazımda ise Tim Burton’a bu animasyon için ilham olmuş olan hikayeyi yani Ölü Gelin’in Gerçek Hikayesi’ni anlatacağım.

Görüşmek üzere…

--

--

Sinem Karakuş
Yazı Rehberi

Bsc. Biology ESTU - Msc. Molecular Biology IU Moleküler biyolog bazen de yazar. https://www.linkedin.com/in/sinem-karakus/