Aşkın 500 Günü: 500 Days Of Summer Film İnceleme

Gerçeklikle Beklenti Arasındaki 500 Günlük Mesafe

Buse Melike İtik
Yazı Rehberi
10 min readApr 8, 2023

--

Günlerden güzel bir gün ve bir aşk filmi izlemek istiyorsunuz. Aşk filmi denilince de aklınıza gelen ilk tür romantik komedi oluyor. Güzel bir gün değil mi sonuçta! Sevdiğiniz kişiyi yanınıza alıp aşkın pembeliğiyle içinizi ısıtacak bir film izlemek, tam da bu güzel günü daha da güzelleştirecek bir aktivite değil mi?

Evet. Eğer bir romantik komedi izliyorsanız. İzlediğiniz film Aşkın 500 Günü ise hayır. Bu film muhtemelen gününüzü güzelleştirmeyecek çünkü Aşkın 500 Günü aşkın pembeliğini anlatan bir film değil.

Bu bir oğlanla kızın tanışma hikayesi ama size önden söylemeliyim ki bu bir aşk hikayesi değil. — Richard McGonagle

Bir erkeğin bir kadınla tanıştığı bir film nasıl olur da bir aşk hikayesi olmaz diye merak ediyorsunuz, değil mi? Biliyorum, ben de ikinci kez izlediğimde bu soruyu kendime sordum. Bu cevabı aşağıda anlatacağım ama benim de önden söylemem gereken bir şey var: Bu yazı spoiler içeriyor!

2009 yılında vizyona giren, Türkçeye Aşkın 500 Günü olarak çevrilen 500 Days of Summer filmi Josehp Gordon-Levitt’in oynadığı Tom Hansen adındaki bir genç adamın, Summer Finn adındaki bir kadına olan aşkını anlatıyor. Filme Tom ve Summer’ın tanıştığı günden başlıyoruz. Tom doğru insanı bulana kadar asla gerçekten mutlu olacağına inanmıyor. Onun karşısındaki Summer karakteri ise hiç aşkı görmediği için varlığına inanmıyor. Tam de tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, değil mi? Zıt kutuplar birbirini çeker! Evet, evet de neden birbirini çeker?

Biz izleyiciler olarak bu karakterleri çok severiz. Hikayeye bir karakter siyah noktada başlarken diğeri beyaz noktada başlar. Burada Tom karakteri hikayeye aşkın karanlık yanlarına kör bir karakter olarak başlıyor, Summer ise aşkın aydınlık yanlarına kör bir karakter olarak. Ben bu karakterlere zıt demek yerine “ayna” karakter demeyi seviyorum. Birbirlerine baktıklarında kendi içlerinde bastırdıkları yanları gören iki kişi. Film iki karakterin çocukluğunu yan yana gösterirken de birbirlerine ne kadar benzediklerini ve ne kadar ayrıldıklarını görebiliyoruz.

Dünyada iki tür insan vardır. Kadınlar ve erkekler.

Tom ve Summer, aslında bir toplantı odasında karşılaşıyor. Tom karakterinin gözlerinde o heyecanı görebilirsiniz, hatta o an hikayeye onun gözlerinden baktığınız için Summer’ın da aynı şeyi düşündüğünü düşünebilirsiniz. Ben Tom’un Summer’ı görünüşünden öte ilk kez tanıdığı anın, aşağıda görselini paylaştığım sahnede olduğunu düşünüyorum.

+Smiths’i severim dedim!

-Müzikten iyi anlıyorsun!

Filmi izlemediyseniz sahneyi çok hızlıca anlatayım. İki ana karakterimiz asansöre biniyor ve Tom, Smiths dinlerken Summer ona Smiths’i sevdiğini söylüyor. Tom kulaklığını indiriyor ve Smiths sevgileri üzerine birkaç dakika konuşuyorlar. Sonra Summer asansörden ayrılıyor ve biz Tom’un gözünden onun gidişini izliyoruz.

Nadir görülen ve ergenlik sonrası her erkeğin hayatlarında en az bir kere yaşayacağı bir deneyim.

Gerçekten de öyle değil mi? Bu filmde tam da o filmlerde gördüğümüz romantik sahnelerden birini görüyoruz. İnsan böyle bir anı yaşamak için nelerini vermez ki…

Evet, bir yanınız bu sahneyi böyle yorumluyor olabilir. Roman-tik bakış açımız bize bazen sadece görmek istediklerimizi gösterir. Peki ya bizim görmek istediklerimizin arkasındaki gerçek ne?

Tom Hansen’ın dinlediği şarkı, şarkı listesindeki herhangi bir şarkıdan biriydi. O an o şarkıyı dinlemesi ve Summer’ın o asansöre sadece ikisi varken binmesi tamamen bir rastlantıydı. Tom’un bunu hayatının aşkıyla geçirdiği ilk romantik an olarak değerlendirmesi tamamen onun bakış açısıydı.

Öyle olmadığını mu düşünüyorsunuz? Romantizmin sadece bir kadın ve erkek arasında olduğunu varsaydığımız bir evrende Summer’ın yerinde bir erkeğin olduğunu hayal edin. Hatta Tom’un kıvırcık saçlı arkadaşını! O zaman da bu sahneyi o kadar romantik hayal eder miydiniz?

Summer’a resmen aşık oldum. Gülüşünü seviyordum. Saçlarını seviyorum. Dizlerini seviyorum. Boynundaki kalp şeklinde olan lekesini seviyorum.

Ne kadar romantik! Bir insanın sizi böyle sevdiğini anlatmasını istemez miydiniz? Gülüşünüzü, saçlarınızı, dişlerinizi sevmesi… Tom da bu sahnede arkadaşına Summer’a olan sevgisini anlatıyor. Filmde beyaz çarşaflar arasında masumca yatan ve bildiğimiz bütün güzellikleri barıdıran Summer’ı görüyoruz.

Sorumu bir kez daha sorayım. Hayatınızın aşkının sizi ne kadar sevdiğini anlatırken sadece fiziksel özelliklerinizden bahsetmesini ister miydiniz?

Tom Summer’ı anlatırken arkada beliren sahneleri çok seviyorum. Henüz Summer’ın kişiliğine dair hiçbir şeyi bilmeyen Tom karakterinin ona duyduğu muhteşem duyguların açıklaması olarak kullanabileceği tek şey Summer’ın görünüşü. İlk görüşte aşkları bu yüzden hiç sevmem. Görünüşünü beğendiğimiz bedenlere, beklediğimiz kişilikleri yükleyip öyle davranmalarını istediğimiz için. Yine çok keskin bir yorum olacak ama söylemeden geçemeyeceğim. O kişiden önce o kişinin, kafamızda kurduğumuz idealine aşık olduğumuz için.

Tom karakteri de bir ideale aşık oluyor. Tom’un zihnindeki Summer tertemiz, mükemmel, eksiksiz sevgili. Summer’ın olmak istediği ve gerçekte olduğu kişi ise bu değil. Summer sokağın ortasında “Penis!” diye bağırmak ve ilişkinin adını koymadan Tom ile vakit geçirmek istiyor.

Yine izleyici koltuğumuza dönelim. Bu cümleyi okuduğunuzda “Ulan Summer!” diyerek Türk televizyon tarihindeki Eyşan karakterine verdiğiniz tepkiyi veriyorsunuz, değil mi? Summer ne istediğini bilmeyen, Tom’a karışık sinyaller veren, kötü ve bencil biri…

Hikayeyi geriye saralım. Summer Tom’a onu sevdiğini söylemiyor, Smiths’i sevdiğini söylüyor. Summer onu görmek için partiye gitmiyor, partiye gittiğinde onu görüyor. Summer onunla konuşmak için Tom ve arkadaşının yanına gitmiyor, Tom ve arkadaşıyla sohbet etmek için onun yanına gidiyor.

Peki bu Summer neden Tom’a aşık oluyor?

Summer Tom’a aşık olmuyor ama Tom’a aşık olabilmeyi istiyor. Tom, Tom’un işten arkadaşı ve Summer, iş kutlamaları için ofisteki herkesin geldiği barda beraber oturuyorlar. Orada Tom ve Summer’ın arasında geçen diyalog, neden iki ayna karakterin bir araya geldiğini açıkça gösteriyor.

Tom’un arkadaşı Tom için Summer’ın bir ilişkisi olup olmadığını soruyor. Summer da hayatında biri olmadığını ve olmasını istemediğini söylüyor. Neden? Çünkü ilişkiler karmaşık ve insanların duyguları incinebiliyor. Bizim hayalperest Tom hemen soruyu patlatıyor.

Tom: Peki ya aşık olursan?

Summer: Aşkın gerçek olduğuna inanmıyorsun, değil mi?

Summer birçok evliliğin boşanmayla bittiğini söylüyor, anne babasında olduğu gibi. Tom ise ona yanıldığını söylüyor. Bir insana bir konuda yanıldığını söylemek, o insanın dikkatini çekmenin en iyi yollarından biridir. En azından benim için öyle.

Summer: Gözden kaçırdığım nokta ne peki?

Tom: Bence hissettiğinde anlayacaksın.

Summer: En azından ikimiz de anlaşamadığımız konusunda anlaşabiliriz.

İşte farklı dünyaların insanı Summer ve Tom’un ilişkisi -resmi olarak bir ilişkileri olmadığını belirteyim- burada başlıyor. Summer’ın aşka inanmama sebebinin altında gerçek bir rasyonellik yok. Anne babasının boşanması yüzünden yaşadığı travma ile aşktan kaçıyor. Kendi ağzıyla da söylediği gibi incinmekten, anne babası gibi olmaktan korktuğu için. Nitekim de Tom’a yaklaşma sebebi de bu korkuları oluyor. Summer aşık olamamaktan o kadar korkuyor ki Tom’un onu aşka inandırma fikrinden hoşlanıyor.

Tabii Tom da Summer da bunu filmin sonuna kadar bilmiyor.

Filmin geri kalan kısmında bir süre Tom ve Summer’ın beraber geçirdiği sahneleri görüyoruz. Bu sahneler arasında bence en önemlilerinden birisi ikilinin IKEA’ya gittiği bu sahne.

Bu sahnede Tom ve Summer IKEA’da bir evli çift gibi davranıyor. Yine çok tatlı bir sahne değil mi? Herkes bir gün sevgilisini alıp IKEA’yı gezmek ister. (Dizilerde az mı izledik bu sahneleri?) Maalesef bu sahnenin altında yatan mesaj, romantik bir randevu değil. Tom ve Summer’ın evliymiş gibi davrandığı yerde, insanların mutluymuş gibi davrandığını anlatabilmek. Biz bir gün evlenip mutlu mesut yaşayacağımızı dinleyerek büyüdük. Ben evli biri değilim, bu yüzden evliliğe dair bir çıkarım yaparken çekiniyorum. Yine de etrafınızda evli çiftleri görmüşsünüzdür. En mutlu çiftler bile her gününü mutlu olarak geçirmiyor. Nihayetinde her günü mutlu bir evlilik de sadece bir ideal; tıpkı o mükemmel sevgili, sadece mutluluktan ibaret yaşam gibi.

Tom karakteri film boyunca beklentileriyle yaşıyor ve karar veriyor. Summer onu evine davet ettiğinde özel biri olduğunu düşünüyor. Bu tecrübeyi yaşayan tek kişiymiş gibi. Summer’ın idealine o kadar tutulmuş bir halde ki Summer’ın açık açık ilişkiye bir isim vermediğini ya da o güzel gözüken anlarda bile Summer’ın mutlu olmadığını fark edemiyor. Daha doğrusu fark etmek ya da görmek istemiyor. Arkadaşlarının sözlerine, Summer’ın sözlerine ve gözünün önünde yaşanan onca şeye rağmen…

Tom: Bir sabah uyanıp farklı hissetmeyeceğini bilmem gerek.

Summer: Buna söz veremem. Kimse veremez.

Tom için gerçek bir ilişki içinde olmaları önemli. O her ne kadar aksini söylese de. Bu sahnede Summer için bunu bile rafa kaldırmaya hazır. Oysa Summer buna hiçbir zaman söz veremeyeceğini biliyor ve bunu dürüstçe söylüyor. Ben bu sözü çok seviyorum çünkü karşımızdakini hayatımızın aşkı olarak görsek bile bir sabah uyanıp farklı hissetmeyeceğimizin bir garantisi yok.

Eminim izleyicilerin birçoğu Summer’a bu sahnede çok öfkelenmiştir. Yalan yok, ben de ilk izlediğimde Summer’a tabiri caizse kıl olmuştum.

İnanmayacaksınız ama Summer’a bu kadar öfkelenmemizin aslında geçerli bir sebebi var! Summer karakteri bizim asla yapamadığımız bir şeyi yapıyor: Ne istediğini ve istemediğini açıkça ifade edebiliyor! Tom ile birlikte olma kararı haricindeki tüm kararlarını bir başkasının hareketine bir tepki olarak değil, kendi etkisiyle veriyor. Tom ise burada toplumdaki birçoğumuzu temsil ediyor: Bir başkasının yörüngesine girip hayatını bir başkasının tepkilerine göre yaşayanları. Birçoğumuz Summer gibi olmak isteyip de olamadığımız içn Summer’a kızıyoruz, olmaktan bir türlü kurtulamadığımız kişi olduğu için acıdığımız Tom’u seviyoruz. Bu karakterler sadece birbirlerinin değil, izleyici olarak bizim de aynamız oluyor.

Summer şirketten istifa edip Tom’un hayatından çıktığında Tom yıkılıyor. Tam da umutlarını kaybederken ofisten birinin düğününe gittiği trende Summer ile karşılaşıyor ve umutları -beklentileri- yeniden yüzeye çıkıyor. “Bu sefer olacak!”

Summer ona arkadaş olmak istediklerini defalarca belirtiyor ve düğünde geçirdikleri tüm vakitte de isteyenin bakış açısına göre arkadaşça isteyenin bakış açısına göre de romantik vakit geçiriyorlar. Summer onu düğünde kendi partisine de çağırıyor. Tom da Summer’ın onu çağırma sebebini, her şeyden çok inandığı aşkının ona dönüşü olarak yorumluyor ve partiye gidiyor.

Tom’un Summer’ın evine gittiği sahnelerde çok sevdiğim bir detay var. Tom “Bir kez daha…” diyerek Summer’a koşarken “Beklentiler” ve “Gerçeklik” diye aynı sahneleri yan yana iki kez izliyoruz. Beklentiler kısmındaki sahneler, Tom Summer’ı görene dek birkaç saniye önden ilerliyor. Bu hepimizin başına gelmez mi zaten? Biriyle bir şeyi gerçekte yaşayana dek zihnimizde beklentilerimizi yaşarız. Sonra o insan karşımızda belirdiğinde beklentiler birkaç saniye geriye gider ve gerçekliğin acısı, beklentilerin heyecanının önüne geçer.

Aşkın 500 Günü gerçekten de bir aşk hikayesi değil. Aşk adı altındaki beklentiler ile gerçeklik arasındaki mesafenin hikayesi. Mutlu olmamız ve doğru kişiyi bulmamız gerektiğini dinleyerek büyüdük. Oysa kimse bize doğru kişinin büyük resimde herhangi biri olduğunu, o kişiyi “doğru kişi” olarak seçerken sadece bize doğru hissettiren duygularımızla değil de onu tanıyarak elde ettiğimiz gerçeklerle seçmemiz gerektiğini söylemedi. Hepimiz bir noktada ya Tom gibi aşka sımsıkı sarıldık ya da Summer gibi aşktan kaçtık.

İşte Aşkın 500 Günü, gerçekleri görmeden büyüyen ve görmek istemeyen bir insanın nasıl Tom gibi beklentilerle yaşadığını, sadece kötü gerçekleri gören ve iyiliği görmek istemeyen Summer’ın da nasıl korkularıyla yaşadığını anlatıyor.

Anladık, bu gülüp eğlendiğimiz bir romantik komedi değil! Sevdiğimizi yanımıza alıp kıkırdayarak izleyeceğimiz bir film de…

O zaman neden bu filmi izlemeliyiz?

Her izleyicinin bu film için farklı bir cevabı olabilir. Ben beklenti ve gerçeklik arasındaki ayrımı görmeniz için izlemeniz gerektiğini düşünüyorum. Hayat zihnimizdeki beklentiler ile gerçekte bizim için doğru olmayan kişiyi beklemek için çok kısa. Bu arada beklemek ve beklenti kelimelerinin benzerliğini fark ettiniz mi? Ben de şu an fark ettim ama şaşırdığımız söyleyemem. Sonuçta hayatımız beklentilerimizin gerçekleşmesini bekleyerek geçiyor!

Beklentilerimiz karşılanmadığında hayat bizi korku noktasına getiriyor. Biz hikayeye Tom’un beklenti noktasında, Summer’ın ise korku noktasında başlıyoruz. Hikaye ilerledikçe Summer Tom’a onu sevmediğini defalarca gösterse de Tom’un gerçekten Summer ile birlikte olamayacağını anladığı yer, Summer’ın parmağındaki yüzüğü gördüğü an oluyor. Sizin için ilişkinin adını koyamayan birinin bir başkasıyla öylece evlenebilmesi çok acıtıcı, değil mi? Evet. İşte bu acı Tom’u da korku noktasına getiriyor.

Yukarıdaki bank sahnesinde aşktan kaçan Summer’ı parmağında yüzüğüyle seyrediyoruz. Summer kendi C noktasına ulaşmış. Beklentilerin de korkuların da etkisini yitirdiği gerçeklik noktasına. Tom ise henüz filmin başındaki Summer olmamayı öğreneceği B ve C noktaları arasında.

Bu sahnede Summer’ın her şeyi çok iyi anlatan bir sözü var.

Summer: Bir sabah uyandığımda biliyordum.

Tom: Neyi?

Summer: Seninleyken asla emin olamadığım şeyi.

Tom inandığı her şeyin bir yalan olmasına üzülüyor. Oysa onun inandığı “her şeyin” beklentileri olduğunu göremiyor. Summer ona inandığı şeylerin yalan değil, beklentilerinin yalan olduğunu anlatıyor.

Sen haklıydın, seni dinlemeliydim. Sen haklıydın, Tom. Haklı olmadığın tek şey bendim.

Filmin sonunda yine birçok kişi tarafından farklı olarak yorumlanan bir sahne geliyor. Tom, bir mülakat öncesinde Autumm karakteriyle karşılaşıyor. Birçok kişi “Sonunda!” diyerek Autumm karakterinin onun gerçek aşkı olduğunu düşünüyor. Autumm gerçekten de onun gerçek aşkı olabilir ama Autumm karakterinin sadece görünüşünü ve birkaç cümlelik konuşmasını duyarak bu kararı verirsek ne oluruz? Filmin başındaki Tom oluruz! Tom nasıl Summer’ı tanımadan ona anlamlar yüklediyse biz de Autumm’a o anlamları yükleriz. Üstelik biz izleyici olarak her ne kadar bu kararı versek de filmin anlatıcısı Tom’un Autumm’a böyle anlamlar yüklemediğini açıkça belirtiyor.

Tom’un hayatında öğrendiği bir şey varsa basit günlük bir olayın üstüne kozmik anlamlar yüklenmemesiydi.

Autumm karakteriyle tanışmak Tom’un kaderi değil ama Autumm’u tanıyıp ona uygun biriyse onunla bir birliktelik yaşamak onun seçimi. Autumm, Tom’un yazın sıcaklığında kavrulup sonbaharda tanıdığı kişi. Yani Tom’un gerçeklerle sevebileceği birisi.

Summer ve Autumm karakterlerindeki yaz ve sonbahar referansını çok hoşuma gidiyor. Yazın tatil yaparız, hayatın hızı biraz daha yavaşlar. Eylül ayı geldiğinde okul başlar, hayat eskisine döner. Eskiden kastımız, gerçek. Yazın sıcağında kaçtığımız gerçekler.

Peki biz gerçeklere dönmeye hazır mıyız? Yazın yerini sonbahara bıraktığı gibi beklentilerle korkuların yerini gerçekliğe bırakmaya?

Siz bu film hakkında ne düşünüyorsunuz? İzlemediyseniz artık bir şans vermeniz gerektiğini düşünüyorsunuz, değil mi? Tabii gerçeklerle yüzleşmeye hazırsanız…

Bana yazdan sonbahara geçişi hatırlatan bir şarkı.

--

--