Antabus Kitap İncelemesi

Seray Şahiner kaleminden acı olduğu kadar gerçek bir roman.

Pozan
Yazı Rehberi
5 min readJun 4, 2024

--

Kitap Adı: Antabus | Yazar: Seray Şahiner | Yayınevi: Everest | Sayfa Sayısı: 112

Eskiden haber izlemeyi sevmezdik. Sevmediğimiz halde izlerdik ama izlerken de hiç memnun olmazdık. Haberlerde sürekli kötü durumların gösterilmesinden gına gelinirdi. Sonrasında sosyal medya geldi. Sosyal medyada çiçekli böcekli, kedili köpekli şirin ve güzel şeyler paylaşmaya başladık. Haberlere kıyasla orası çok daha güzel şeylerin olduğu, daha heves açıcı ve neşelendirici bir yerdi.

Haberleri sosyal medyadan almaya başlamamızla bu da bitti. Sorunun televizyonda olmadığını bir kez daha tasdiklemiş olduk. Bizden gelen haberler yine bize sunulurken içeriğindeki şiddetten, vahşetten yakınıyorsak bundan bir şeyler öğrenmeliyiz, bir şeyleri çıkarmalıyız.

Seray Şahiner, Antabus kitabında bizlere kitaptaki deyimle ‘üçüncü sayfa haberi’ olan ama sizlerin bir ‘Twitter gönderisi’ olarak da düşünebileceği bir karakterin hayatını bizlere sunuyor.

Televizyonda otuz saniye, internette yüz altmış harf ile bizlere servis edilen haberlerin öncesini, sonrasını ve esnasını bizlere anlatıyor. Öncesi ve sonrası değil durum, yaşadığımız esnada, bu yazıyı okuduğunuz esnada da olmaya devam ediyor.

Leyla isimli bir kadının hayatından uzun bir dönemi kısa, etkileyici ve sürükleyici şekilde aktarmayı başaran Seray Şahiner, çalışmaya gönderildiği tekstil atölyesinde tecavüze uğradığı için evlendirilen Leyla’nın hikayesine ışık tutuyor.

“Mesela ben şimdi dayak edim diye karakola gitsem, biriniz şahitliğe gelmezsiniz, niye? E aile meselesi ne olsa, yarın öbür gün ben kocamla iyi olurum, hatta size, ‘Sana ne be, kocam değil mi döver de sever de,’ bile derim de, siz kötü olursunuz di mi?

Siz karışmazsınız. Bana üzülürsünüz tabii ama taraf tutmazsınız… Öyle de bir tutarsınız ki: Ben zulüm çekerken susuyorsanız, kocamın tarafındasınız. Siz, erkek tarafısınız. Amaaan, benim babam bile özbeöz babamken, kız tarafı değil erkek tarafıydı.

Size baba diyebilir miyim?!”

Biliyorum belki yeri değil ama okurken aklıma geldi. Wattpad’de zoraki evlilik hikayesi yazan, zoraki evlilik hikayesi okumayı seven, zoraki evlilik konseptini herhangi bir şekilde romantize eden ya da meşrulaştıran herhangi bir cümleyi-paragrafı okuyan-olumlayan-paylaşan her insanın bu kitapla bir gün karşı karşıya gelmesi lazım.

Gerçek hayatla alakası olmayan hayatların zoraki evliliğe düşüp evlendirildikleri adamın başta kaba-saba biri olup sonradan dünyanın en romantik ve nahif insanına dönüşme masalını kenara bırakmalıyız. Bir peri masalı olarak belki değerlendirilebilirler ama gerçek dünyada evlendikten sonra kişiliğini yüz seksen derecede değiştiren bir eş-koca yok.

Konuyu kitaptan uzaklaştırdığımı düşünebilirsiniz ama kitap zaten bununla, bunlarla alakalı.

Günümüzde hala her yerde görebileceğimiz, belki tanıdığımız insanların belki mahalledeki komşularımızın hayatları olabilecek bir hayatı tüm gerçekliğiyle, herhangi bir şekilde sansürlemeden ya da sindirmeden aktarıyor bize Seray Şahiner.

Yüz on iki sayfalık kısa bir kitap olması bir yana tek oturuşta bitirdim. Hikayeyi Leyla’nın ağzından dinlediğimiz için ve kendisi bize tanıdık gelen bir dili konuştuğu için okurken zorluk yaşamıyorsunuz ama okurken zorluk yaşıyorsunuz. Kitabı okumaktaki zorluk üslubunda değil, anlattıklarında. Kitapları yarım bırakmayı sevmem, bu kitabı da yarım bırakmayı düşünmedim ama okurken içeriği nedeniyle yarım bırakacak insanların olabileceğini tahmin ediyorum. Belki görmek istemediğinden belki halihazırda gördüğünden.

Normalde kitabın konuşma diliyle yazılmasını, yukarıdaki alıntıda da bulunan “Amaaan” tarzı uzatmaları pek sevmem. Bu kitapta o detaya dikkat edemedim. Kendisine uzatılan mikrofona konuşuyormuş gibi davranan bir karakteri dinlediğimiz için, karakterin sesini kafamda net olarak duyabildiğim için Leyla’nın konuşma tarzına, uzattığı ya da eğip büktüğü laflara bir şey diyemedim, demek istemedim. Bu unsur dışında karşılaştığım, eleştiri olarak bahsedebileceğim başka bir nokta yok.

Ben, Osman kızı Leyla… Babamın soyadından çıkıp kocamın soyadına geçtim. Televizyonda görüyorum, bazı kadınlar evlenince kocalarının soyadını almıyor. Babalarınınkini sürdürüyor. Amaan, ne fark eder? Beni o adama veren babanın soyadını taşıyıp ne yapacağım? Hele bazısı hem babasının hem kocasının soyadını taşıyor ki Allah muhafaza… İki celladımın da soyadını taşıyacağım he mi? Topunun soyuna kibrit suyu.

Kitap içerisinde, yukarıdaki alıntıda da görebileceğiniz gibi sizi acı acı gülümsetecek bazı paragraflar var. Duygusal bir hız treni gibi bir aşağı bir de daha aşağı sürükleneceğiniz bu hikaye içerisinde, yazarın yerleştirmiş bulunduğu bu tarz iğneleyici ama gülümsetici laflar sayesinde neşenizi, moralinizi tamamen kaybetmeden kitabı okumayı sürdürebiliyorsunuz.

Kurgu olarak da aslında dümdüz ilerleyen bir yapıdan farklı bir yapıya sahip. Başta bize bir gazete haberi veriliyor ve biz o gazete manşeti üzerinden hikayeye giriş yapıyoruz. Aslında kitabın sonunda ne olacağını biliyoruz, yazar bize gazete manşetiyle söylüyor ne olacağını ama önemli olan bu değil, kitabın da söylediği üzere.

Öncesi, sonrası ve esnası, kimi zaman sadece bir isim olarak gördüğümüz haberlere konu olan hayatların ne olduğu ve ne olamadığı…

Karakterin yaşadığı psikolojik dönüşümü de başarılı buldum. Birinci ağızdan hikayeye tanık olduğumuz için karakterin yaptığı yorumlar, espriler ve tepkiler de hikaye ilerledikçe değişiklik gösteriyor. Böyle bir hayatın, bir insanı hangi noktadan hangi noktaya sürükleyebileceğini görebiliyorsunuz. Karakterin böyle bir dönüşüm geçirmemesi saçma olurdu, yazarın bunu başarıyla hallettiğini düşünüyorum. Yüz sayfa içerisine sığdırdığı karakter yolculuğu daha uzun hikayelerde bile işlenemeyen, yer verilmeyen derecede yoğun ve başarılı.

Ayşe’yle ben okulda, apartman komşularımızın bizi gördüğü gibi değiliz. Okulda başka bir hayat yaşıyoruz; ben velilerin ve öğretmenin gözünde, iki çocuk annesi, bütün hayali çocuklarının iyi bir eğitim alması olan, evlatlarıyla yakından ilgilenmek için ev hanımlığını seçmiş bir anneyim; babamız çok çalışıyor.

Sonuç:

İnsanların övdüğü kadar varmış gerçekten, başarılı; yalın anlatımın ve gerçekçiliğin sağladığı çarpıcılığı sonuna kadar kullanan bir kitap. Eleştirmek, hakkında kötü söz söylemek istediğim her şey bu kitabı aşıyor. Modern ve ileri çağ derken hala daha insanlara bu hayatı reha gören, koruyup kollamayan bir çağda olmamız akıl alır gibi değil.

Yazarın diğer kitaplarını da okumak, onlara da burada yer vermek istiyorum.

Kitap hakkında herhangi bir röportaj okumadım ama bu kitabı yazmak zor olmuş olmalı. Karakterin ağzından yazmak ve anlatılan duygunun okura geçmesi için çaba sarf etmek kolay olmamış olmalı. Bunu yapmaya çalışırken bir acı festivaline dönüşmemesi, televizyon dizilerindeki gibi abarta abarta cılkını çıkarmaması, gerçekliğe bağlı kalıp yaşanılanları içtenlikle hissettirmesinden ötürü kitaba ve yazara teşekkür ederim.

Başka bir yazarın elinde bu kitap çok daha uzun bir hikayeye dönüşebilirdi. Siz bence o ismin kim olduğunu biliyorsunuz. Üslup ve biçim burada devreye giriyor. Acı hayatlar yaşayan insanların hikayelerini birçok kitapta okuyoruz ama birçok yazarın elinde bu bir oyuncağa, dikkatimizi çekmek için salladığı ışıltılı bir değneğe dönüşüyor. Bu kitapta öyle değil, üzerine düşünüldüğü, gözlemlendiği ve incelendiği belli oluyor.

Ülkedeki herkesin okumasını isterim ama bunun abartılı bir hayal olarak kalacağını bilecek kadar bu ülkede yaşadım. Kitap okuyan herkesin, duygusal olarak herhangi bir zihinsel durumu tetiklenmeyecek herkesin bu kitabı okumasını dilerim.

Sonraki yazılarda görüşürüz.

Görüşeceğiz de…

Editör: Sinem Karakuş

--

--

Pozan
Yazı Rehberi

Kafamın içinde altınlar var ama çıkmaları için italyan bir tesisatçının aparkat atması gerekiyor.