İstanbul. İstediğimden emin olamadığım şehir.

Beş Maddede İstanbul’un Bana Kattıkları

Bütün kaotikliğiyle İstanbul’un bendeki etkilerini birlikte konuşmaya ne dersiniz?

Sinem Karakuş
Yazı Rehberi

--

Photo by Osman Köycü on Unsplash

Yaklaşık iki yıldır İstanbul’da yüksek lisans yapıyorum ve bu yüzden İstanbul’da yaşamayı bir süredir tecrübe ediyorum. Bugün ise size bu şehrin bana getirilerinden bahsedeceğim.

İstanbul, doğup büyüdüğüm şehir olan Eskişehir’den çok farklı.

Bu yüzden günlük yaşamımda, rutinlerimde ve genel olarak hayatı yaşayış biçimimde büyük değişiklikler meydana geldi. İşte bu yazımda da bunlardan bahsedeceğim. Belki bir seri olabilir ama bakalım, ilk yazının sonunu görelim.

Bu noktada İstanbul’un bana kazandırdığı şeyleri sıralarken numaralandırmayacağım çünkü herhangi bir önem sırası yok. Aklıma geldiği sırayla gideceğim.

- Espressolab ❤️

Lütfen gülmeyin, benim böyle yerlere ihtiyacım var ve hayır bana sponsor değiller.😆

Bardak tasarımları da çok tatlı.

Liseden beri zaman zaman tek başıma kafelere gidip kitap okuyan, bir şeyler yazan biriyim. Eskişehir’de kafe çok evet. Hem de istemeyeceğiniz kadar çok yer var. Ama benim rahat hissettiğim, içerisinde saatlerce oturup yazı yazacağım, gerektiğinde ders çalışacağım ya da kitap okuyabileceğim yer çok yok.

Ders çalışılacak kafeler de çok. Benim rafine zevklerim ve güvende hissetme ihtiyacım yüzünden bunları rahatça yapabildiğime emin olduğum bir kaç yer vardı.

İstanbul’a ilk gittiğim zamanlarda ise böyle bir yer bulmakta çok zorlandım. Her yer çok kalabalıktı. Çok aceleci ve telaşlıydı insanlar.

Kaldığım yurda yakın bir yerde saatlerce yazı yazacağım bir yer yoktu. Ta ki evimin yakınına bir Espressolab şubesi açılana dek.

Benim küçük Eskişehirli zihnim buranın küçük bir butik kafe sandı ama İstiklal ve Kadıköy gibi yerlere gidip başka şubelerinin de olduğunu fark edince bir aydınlanma yaşadım.

Espressolab farklı bir dünyaydı ve bir biyolog olarak içinde lab kelimesinin geçmesi de beni birazcık cezbetti diyelim. 😃

Not: Şimdi Eskişehir’e de bir şubeleri açıldı. Lütfen sayısını arttırın.

- Yürüyen Merdivenlerin Sağ Tarafında Durmak 🚶

Bu davranışı artık istemsizce yaptığımı Eskişehir’e son gelişimde fark ettim. İstanbul’da bu düzen oturduğu için acelesi olmayanlar yürüyen merdivenlerin sağ tarafına dizilirken sol taraftan ise hızla çıkacaklar geçiyor. Bu yüzden bu davranışı istemsiz yaptığımı fark etmem Eskişehir Tren Garı’nda oldu.

Photo by Mike Von on Unsplash

Yürüyen merdivenle aşağı ineceğim sırada direkt merdivenin sağ kısmına konumlandım. Bazı kişiler de benim gibi sağ tarafta duruyordu ama beni şaşırtan soldaki insanların hareket etmemesi oldu. Birilerinin sol taraftan daha hızla inip inmemeleri önemli değildi. Kimsenin acelesi yoktu. Herkes yürüyen merdivende duruyordu.

“Yolu kapatıyorsunuz.” demek istedim. “Geçmek isteyenler olabilir, bazılarının acelesi olabilir.”

Daha sonra fark ettiğim şey ise tuhaf bir şekilde şaşırttı beni. Benimle birlikte İstanbul’dan trene binen bazı kişiler de Eskişehir’de inip yürüyen merdivenin sol kısmından binseler de merdivenin sağ tarafına yöneldi.

Anladım ki, hayatlarının bir noktasında İstanbul’da bulunmuş herkeste bu tavır yerleşikti ve istemsiz gerçekleşiyordu.

Bu özellik ne işime yarayacak bilmiyorum ama düzen takıntılı birisi olarak bence herkesin sahip olması gereken bir özellik. Aceleniz yoksa yürüyen merdivenlerde sağ tarafta durun. Sol taraftaysanız da beklemeyin.

Sanırım bu bir kural. Sanırım.

Ben koşullanmış bir şekilde bu davranışı edindim galiba ama edinmem de kötü olmadı.

- Metro Kültürü 🚆

Eskişehir’de olmayıp İstanbul’da olan ve ilk defa deneyimlediğim bir konu da metrolardı.

Photo by Tom Smith on Unsplash

Ne yalan söyleyeyim ilk başta biraz korkutucu gelmişti. Korkutmasına rağmen binerken de heyecanlanmıştım. Bana sanki bir bilimkurgu filminde ya da kitabındaymışım gibi hissettiriyordu. Daha sonra aslında beni böyle hissettiren şeyin yer altından biniyor olmamız olduğunu fark ettim.

Çünkü Marmaray’a binerken de böyle hissettiğim anlar oldu.

Özellikle metro vagona gelirken çıkardığı ses ve esen rüzgar… Kaç defa sosyal medyada paylaşmak için fotoğraf çeksem de bir yerlere yetişme telaşında unuttum.

Zaten yukarıdaki gibi güzel bir fotoğraf da çekememiştim.

Duyduğum bazı haberlere göre Eskişehir’e de yer altından geçen tramvaylar yapılacakmış. Ne kadar doğru bilmiyorum ama Eskişehir’de metro kavramı nasıl olur gözlemek isterim açıkçası.

- İnsan, Çokça İnsan 🌆

Hayır, çok arkadaş edindiğimi ima etmiyorum.

Photo by Victor Rodriguez on Unsplash

İstanbul aşırı kalabalık bir şehir. Burada size istatistiksel veriler vererek konuşmayacağım.

İstanbul en az insanın bulunduğu bölgelerinde bile kalabalık. Fiziksel olarak kalabalık değilse bile öyle hissettiriyor.

Metrolar, sokaklar, tramvaylar, AVM’ler, marketler kısacası bir insan topluluğun bir araya gelebileceği her yerde çok sayıda insanla karşılaşabilirsiniz.

Eskişehir’den başka bir şehirde üniversite okumak istememin sebeplerinden biri Eskişehir’in “kalabalık” olması ve benim kalabalık ortamları sevmiyor olmamdı. Herhalde İstanbul’da bir yere başvururken bu konuyu hiç düşünmedim.

Eğer bir an için bile İstanbul’un nüfusunu düşünsem farklı bir karar verebilirdim.

Artık sessiz ve az insanın olduğu bir yerde okuma düşüncesine girmiyorum. Zordu ama alıştım.

Bazen, çok nadiren, Marmaray Yenikapı durağında onca insanla birlikte yürüyen merdivenden çıkarken düşünmeden edemiyorum.

“Tam şu an bir zombi salgını başlasa ve herkes zombi olsa ne yaparım?”

Henüz içime sinen bir çözümüm yok.

- Acele Etmek ve Geç Kalmaya Alışmak

Aslında acele etmek ve geç kalmak biraz da kalabalıkla birlikte gelen bir durum.

İstanbul kalabalığında, o trafikte bir yere zamanında yetişmek çok zor.

Photo by Andy Beales on Unsplash

Bütün hayatım boyunca derslerime ve buluşmalara en az on beş dakika önce gidip dersi veya karşı tarafı bekleyen kişi oldum. Geç gitmektense erken gitmek daha iyiydi çünkü.

Ama İstanbul’un acelesi temposunda hiçbir yere yetişemiyorum.

Ben mi yavaş kalıyorum yoksa şehir mi çok hızlı bilmiyorum ama hep planladığım varış ya da çıkış saatinden en az bir saat sonrasın istediğim yere varıyorum ya da çıkıyorum.

İlk başta bir yerlere gecikiyor olmak beni psikolojik olarak zorladı ne yalan söyleyeyim.

Ben, her yere zamanından önce giden ve erkenden çıkan ben, nasıl olurdu da zaman yönetimini yapamaz ve geç kalırdım?

Böyle böyle hiç huyum olmayan davranışlar geliştirdim. Aceleci olmak gibi.

Acele edip daha da geç kalmak gibi…

Geç kalınca acele edip daha da telaşlanmak ve hata yapmak gibi…

İstanbul’un bana kazandırdığı bu özelliği pek sevmiyorum ama planlı ve düzenli olmak adına ajanda tutmaya başladım bu sayede.

Ajanda kullanmamak hayatımın büyük bir eksiğiymiş, onu fark ettim mesela. Tabii bu başka bir yazının konusu. Biz konumuza dönelim.

Toparlayıp sona geleyim.

İstanbul bana bir şeyler kazandırdı. Kazandırdı ama bunlar iyi şeyler mi bilmiyorum çünkü bunlara odaklanacak pek vaktim yoktu. Yetiştirmem gereken işler vardı.

Ama bunun farkına varmak güzel bir tecrübe oldu. Tıpkı İstanbul’a gelerek kaybettiğim şeyleri fark etmem gibi…

Bu da bir sonraki yazının konusu olur.

İstanbul’da yaşamaya çalışan herkese kolay gelsin.

Benim çıkmam lazım. :)

Editör: Berfin Yeşilyurt

--

--

Sinem Karakuş
Yazı Rehberi

Bsc. Biology ESTU - Msc. Molecular Biology IU Moleküler biyolog bazen de yazar. https://www.linkedin.com/in/sinem-karakus/