Bir Yaş Günü Dileği

Fidan Khanzade
Yazı Rehberi
Published in
5 min readAug 21, 2022

Yer yer pas lekesi tutmuş büyük demir kapının önünde duruyordum. Nedense elimi uzatıp kapıyı açacak cesareti bir türlü bulamıyordum kendimde. Üstelik beni cesaretlendirebilecek kimse de yoktu yanımda, tek başımaydım. Derin bir iç çekip etrafa, çocukluğumun geçtiği mahalleye göz attım. Değişmişti ancak tanıyamayacağım kadar çok değil. Her yaz bizi gölgesinde misafir eden dut ağacının tüm büyük dalları kesilmiş, o kocaman ağaç küçücük oluvermişti. Gerçi hatırlıyorum, bir keresinde şiddetli rüzgâr kırıvermişti iki koca dalını. Annemle komşudan dönerken görmüştük. Kırılan dallar mahalledeki yolu kapattığı için eve dönememiştik birkaç saat. Çok üzülmüştüm bu olaya. Çocukken bu ağacın altında koşturur, evcilik oynarken yapraklarından sarma yapar, üzerinde tahtadan minik evimiz olsun diye hayaller kurardık. Hiç yiyebileceğimiz meyvesi olmasa da bizim için çok anlamı vardı.

Gözlerimi bu kez de bakkala çevirdim. Yazları dondurma sırasına girer, istediğimiz çeşit bitince ağlardık. Koleksiyonumuzdaki eksik resimler için elimize biraz para geçti mi hemen bakkal Hüseyin amcanın penceresine koşardık. Bize sakız ve şeker verdiği penceresi kapalı, kapısı da kilitliydi artık.

İçimdeki buruk hüzün köşedeki merdivenleri görünce dağılıverdi. İlk öpücüğümü ben daha lisedeyken burada almıştım. Sevdiğim çocukla göze batmadan görüşüp sohbet ederken hep bu merdivenlerin görünmeyen köşesini kullanırdık. Bir gün yine orada yakalanma korkusu içerisinde fısıldaşırken uzanıp öpüvermişti beni. Hafızamda hala taze, tatlı bir anıydı artık.

Birden elinde ekmeklerle küçük kuzenim Mehmet göründü gözüme.

“Abla, hoş geldin.” diyerek bana gülümsedi. “Kapıyı açmadılar mı?” diye sordu.

Ben de kendimi onun gibi gülümserken buldum.

“Çalmadım ki…” dedim.

“Kapı açık olmalı, bir denesene.” dediğinde tereddüt içerisinde elimi kapı koluna uzattım.

Kapıdan geçip bahçeye ayak bastığımda kulağıma dolan sesler yüzümdeki gülümsemeyi genişletti. Kuzenim Suzan salıncakta sallanırken eğlendiğini belli eden kahkahalar savuruyordu etrafa. Kuzenim Üner elindeki turuncu topu birkaç defa sektirip bahçeye astığımız basket potasına gönderdi.

Tam o sırada annemin sesi çalındı kulaklarıma.

“Sofrada bir eksik var mı?” diye soruyordu.

Başımı sola çevirdiğimde bahçeye kocaman bir sofra kurulduğunu gördüm. En başta babaannem oturmuş, kullandığı asasını sandalyesine dayamıştı. Yengem, anneme eksikleri söylemek için gözleriyle masayı kontrol ediyordu belli ki. Kuzenim Aynur peçeteleri özenle katlamakla meşgulken babam ekmekleri kesiyor, amcam da bir kenarda semaverle uğraşıyordu.

Dedem mangaldaki etleri çevirirken yanındaki eniştem kenardaki sıcak tencereyi alıp masaya doğru koşturdu.

“Etler pişti, son birkaç taneyi de sonra alırız. Hadi herkes sofraya.”

Nihayet elinde sürahi ile annem çıktı evin kapısından. Yüzünde tüm dünyayı kıskandıracak bir gülüşle gelip sofraya oturdu. Bu sırada teyzem anneme dönerek, “Pasta hazır mı?” diye heyecanlı bir şekilde fısıldadı. Annem de başını sallayarak onu onayladı.

Birinin doğum günü olmalıydı. Bu kalabalık, bunca hazırlık, bir de merak edilen bir pasta… Kendimi hatırlamak için biraz zorladım. Kimin doğum günü için toplanmıştık?

“Hadi çocuklar, herkes sofraya!” diye son bir uyarı çekti annem.

Evin kapısı bir kez daha açıldı ve içeriden ablam Nazeninle, kuzenim Efsun çıktı. Kendi aralarında bir şeyler fısıldaşıp ardından kıkır kıkır güldüler.

“Nerede kaldınız, kızım?” diye sordu, annem.

“Geldik, anne, geldik. Yanımızda da bir prenses getirdik.” Diyerek kapıyı biraz daha araladı ve reverans yaparak doğrulup eliyle kapıyı gösterdi.

İçeriden 10–12 yaşlarında bir kız çocuğu çıktı. Üstünde toz pembe renginde kabarık etekli bir elbise vardı. Herkesin gözü birden kendisine dönünce utandığından olsa gerek yanakları pembeleşti.

“Çok güzel olmuşsun, prenses.” diyen Üner gelip onu kucağına aldı ve yanağına bir öpücük kondurdu. “Kaç yaşın oluyor bugün senin?” diye sordu yalancı bir merakla.

“Bilmiyor musun, Üner abi?” diyerek dudaklarını büzdü ve suratını düşürdü.

“Biliyorum güzellik, şaka yaptım. Prensesim bugün 10 yaşına basıyor.”

Bu karşılık küçük kızın yüzünde güller açtırdı.

Tüm herkes geçip masada yerini aldı. Ara ara konuşarak, söylenenlere gülüp karşılık vererek yemekler yendi ve sofra toplandı. Üner’in Nazenin’e sataşarak başlattığı ama çok kısa sürede tüm kuzenleri içine alan kovalamaca pasta ortaya gelip çaylar konana dek sürdü. Pastanın gelişine en çok sevinen küçük kız oldu. Az önce ortalıkta koşturan kendisi değilmiş gibi ilk önce durup üstünü düzeltti. Yüzüne gelen saçlarını arkaya itip nazlı bir edayla usul usul masaya doğru yürüdü.

“Mumları yakalım mı?” diye sordu teyzem.

“Evet.”

“Durun.” dedi ablam ve küçük kıza döndü.

“Ne dilek tutacağını düşündün mü?”

Küçük kız başını aşağı yukarı salladı heyecanla.

“Büyüdüğümde ablam kadar güzel olmak istiyorum.”

Verdiği cevap bir kahkaha tufanına yol açarken herkes cevap olarak bir şeyler mırıldandı ancak ne dediklerini pek anlamadım. Ablam küçük kızın ellerini tutup kendi elleri arasına aldı ve yüzündeki kocaman gülümseme ile, “Sen büyüdüğünde benden daha güzel olacaksın.” dedi.

Birden etrafı o küçük kızın gözünden görmeye başladım. Etraftaki her şey ve herkes tek tek silinmeye başladı. Ablamla göz göze geldiğimiz o kısacık an, görüntüsüyle beraber zamanın içinde kaybolup gitti. İçime tarifi zor bir sızı yayılarak tüm kemiklerimi sardı.

Elime düşen göz yaşımla beraber daldığım hayal dünyasından sıyrıldım. Doğup büyüdüğüm, senelerimi geçirdiğim o koca bahçede yapayalnızdım şimdi. Tozdan kendi rengini bile seçemediğim bir bankın üzerine kirleneceğimi umursamadan çöküvermiştim. Eski anılarım ne de güzeldi. O hep beraber toplanıp eğlendiğimiz günler, sahip olduğum o sıcak yuva, çocukluğum, mutluluğum, annemin o mutlu gülüşleri, babamın parıldayan gözleri… Hepsi bu evle beraber maziye gömülmüştü. Ablam ise hala gömemediğimiz bir yaraydı kalbimizde. Keşke o gün ablam kadar güzel olmayı değil de bir ömür boyu birlikte olabilmeyi dileseydim.

Az önce uyanıkken gördüğüm düşün acımı birkaç saniyelik dindirmesi, silinip gitmeye yüz tutmuş anılarımı tazelemesi iyiydi ama bir cam gibi parçalanıp etrafa saçılan düş kırıklarımla nasıl baş edecektim bilmiyordum. Ben hep ablama koşardım böyle durumlarda ancak onun gidişinden sonra ne yapmam gerektiğini hiç öğrenememiştim. Ondan isteyip de öğrenemediğim daha çok şey vardı. Keşke biraz daha zamanımız olsaydı.

Bir kere daha içten bir şekilde sarılabilseydim ona. Bir kere daha o kocaman gülüşünü görebilseydim, bana canım kardeşim deyişini duyabilseydim. Hasretle kavrulan yüreğim biraz olsun ferahlardı.

Yanaklarımdaki yaşları silsem de göz yaşlarım hiç fırsat vermeden yeniden ıslatıyordu. Anılarım dört bir yanımı kuşatmışken sakinleşmek çok zordu. Yüzümü çevirip bahçeyi biraz daha izlesem yine etrafımı kuşatan başka bir anıya yakalanmaktan korkuyordum. Kalbim bir yıkılışı daha kaldıramazdı.

Yine de canımı yakacağını bile bile gözlerimi kapatıp ablamı düşledim. Bana gülümseyen yüzünü ve beni çağıran sesini…

Bana ondan tek kalan güzelliğiydi, tıpkı o yaş günümde dilediğim gibi…

--

--