Bir Zamanlar Her Çocuğun Bildiği O Dehşet Animasyon: Arabalar Filmi

Cars (2006) Filminin İncelemesi

Beyza 🧚
Yazı Rehberi
9 min readApr 19, 2023

--

Başlığa dehşet ismini verdim çünkü benim için gerçekten de dehşet bir film. Hayır, hayır, kötü manada değil! Elbette ki mükemmelin ötesinde bir film olduğunu düşündüğüm için böyle!

Küçükken her yerde bu filmin reklamlarını görürdüm. Reklam derken sadece televizyonlarda gördüklerimizden bahsetmiyorum. Bu reklam öyle büyüktü ki çocukların giydiği kıyafetlerin haricinde eşyalara ve mobilyalara bile yansımıştı. Her çocuğun bir çocuk odası hayali vardır. O dönemin çocuklarının hayali de Şimşek McQueen’li araba yataktan alabilmekti. Yastıklar, nevresimler… Neredeyse çoğunun görünümü Arabalar filmindeki karakterlerden oluşurdu.

https://tr.pinterest.com/pin/644999977897796748/

Eh, şu detayı da söylemeden geçemeyeceğim. O dönemler bu filmin eşyalarını kullananların çoğu erkeklerden oluşurdu. Evet, erkekler! Kızlar genelde Barbie bebekli falan alırlardı. Animasyonun piyasaya sürülmesinden itibaren ne kadar övülürse övülsün bir türlü sevemedim.

Çünkü bilinç altıma, ‘Iyy bu erkek filmi’ diye yerleşmişti. İşte bu yüzden uzunca bir süre ön yargıyla yaklaştım. Ta ki oturup filmi izleyene kadar!

Peki benim gibi ön yargılı birisine bile bir filmi bu kadar çok sevdiren şey neydi?

Verilmek istenen mesajı çok güzel ve tadında verebilmiş olmalarıydı. Dikkatle izleyen bir insan o filmden çok güzel anlamlar çıkartır. Hem de bir yerden değil, bir sürü yerden…

Hani derler ya; ‘Müzik ruhun gıdasıdır,’ diye. Bazı filmlerin de ruhların gıdası olabileceği kanısındayım. İşte bu film de öyle bir film. Bittiğinde kalbinizde tatlı bir hüzün bırakıyor.

Aradan yıllar geçmesine rağmen oturup tekrar izledim ve izlerken fark ettim ki aslında filmi unutmuşum… Öyle güzel bir animasyonu bir kere daha izlemek o kadar iyi geldi ki. İşte bu yüzden kendimi tutamıyorum ve bu film hakkında güzel bir inceleme yazısı yazmak istiyorum. Eğer izlemediyseniz yada izleyip benim gibi unuttuysanız sizden bir ricam var. Lütfen tekrar izlemeden yazıyı okumaya devam etmeyin. Çünkü bu satırdan sonra filmin en güzel spoilerları başlamış bulunuyor.

“Gök gürültüsü her zaman şimşekten sonra gelir.”

https://tr.pinterest.com/pin/585608757809664477/

Şimşek McQueen’de Bir Şimşek Kadar Hızlıdır İşte!

Zaten lakabı da buradan gelir. Filme ilk başladığımızda McQueen’in aslında kim olduğunu öğreniriz. Kendisi çaylak olarak anılsa da, oldukça hızlı ve profesyonel bir yarış arabasıdır. Onun bu ünü dilden dile dolaşır ama bir sorun vardır. McQueen’in bu kadar ünlenmiş olması onu günden güne kibirli birisine dönüştürür. Etrafından kameralar ve hayranları eksik olmazlar. Onları kendinden hep aşağı görür. Kibri yüzünden takım çalışmasını bile istemez. Çünkü onun da kendince bir mottosu vardır;

“Ben zaten tek başıma bir gösteriyim!” der…

Lastiğini takan çalışma arkadaşları onun bu tavrından rahatsız olup istifa ederler. Şimşek onlarla yine alay eder çünkü ona göre benzinini dolduracak birileri her zaman bulunur.

Filmin ilk 20 dakikası bu karakterimizin kibrini izleyerek geçer. Kendisinden yaşlı bir yarış arabası ona nasihat bile verir ama aklı bir karış havada olan McQueen’in bu durum umurunda olmaz. İhtiyara alaycı bir tutum sergiler. Aslında burada o ihtiyarın yan karakter olduğunu düşünürsünüz. Zaten böyledir ama filmin sonunda öyle bir şey olacaktır ki, bir yan karakterin bile aslında filmin gidişatını ve önemini nasıl değiştireceğini çok iyi anlarsınız.

Şimdilik bu detayı geçmek istiyorum çünkü daha California’ya kadar yolumuz var. Kazanmamız gereken bir piston kupası var!

McQueen’i, California’ya kadar taşıyan bir tır vardır. Bu tırın içerisinde gece yolculuğu yaparken McQueen uyuyakalır. Bu arada küçük bir kaza yaşanır ve bu tırın arka kapağı açılır. Uykuda olan karakterimiz fark etmeden yavaşça yola doğru süzülür ve bom! Gözlerini açtığında bir otoyolun tam ortasındadır. Karşıdan gelen arabaların hepsi kornaya basar. McQueen ilk baş canını kurtarmak için bin bir taklar atar. Hemen sonrasında onu taşıyan tırı bulmak için yola koyulur ama girdiği yol yanlıştır ve onu hiç bilmediği eski bir kasabaya taşır.

Radyatör Kasabası!

Bu kasabadan kurtulmak için son gaz gitmeye başlar. Aşırı hız yaptığını fark eden bir polis onun peşine takılır ve işler daha da karmaşık bir hale bürünür. McQueen bu seferde polisten kaçmaya çalışır ama yaptığı her şey eline yüzüne bulaşır. Takıldığı dikenli telleri de beraberinde sürükleyen McQueen, kasabadaki asfaltın her tarafını mahveder. İşte şimdi köyün bütün yolları berbat bir haldedir! Kasabada mahkeme kurulur. Herkes McQueen’i suçlu bulur.

McQueen’in tekerine kelepçe vurulur. Bu küçük kasabada, dünyaca ünlü olan yarış arabamızı tanıyan bir kişi bile yoktur!

İşte bu felaketlerin en büyüğüdür!

Bizim kibirli McQueen’imizi nasıl kimse tanımaz? Şimşek küplere biner. Herkese bir yarış arabası olduğunu kanıtlamaya çalışır. ‘Ben dünyaca ünlüyüm, katılmam gereken bir yarışma var!’ diyerek çırpınır durur ama kimse onu umursamaz. Yolu bitirmeden hiçbir yere kıpırdayamaz. Kasabada yaşayan bütün arabalar onun statüsünün çok aşağısındalardır. Kimisi paslıdır, kimisi eski püskü. Bazılarının kaputu söküktür. Bunlar ona göre şeyler değildir! İşte bu yüzden bir an önce bu kasabadan kurtulmaya karar verir.

Buraya bir parantez açarak şunları söylemek istiyorum: Sizce de bu sahneler çok tanıdık değil mi? Günümüzde böyle şeylerle çokça karşılaşmıyor muyuz? Haydi ama. Birisinin kibirli olması için illa da bir yarış arabası olması gerekmez. Ya da bizi sözlerle aşağılaması. Davranışlar ve küçük bir bakış bile bazen karşısındakini aşağılamak için yeterlidir. Kendini beğenmiş bir insan, bir avuç nedenle kibirlenebilir. İşte bu kötü özellik filmde çok güzel vurgulanmıştır. O kişi bunları yaparken nasıl bir halde olduğunu bilmez ama aslında dışarıdan görülen çok berbat bir durumdur. Herkese rezil oluyordur. Gün geçtikçe yalnız kalıyordur ama yalnız kalışının kendisi bile farkında değildir…

Şimşek de bunların farkında değildir. O yolu yapmak için günlerce uğraşır. Buna rağmen kendi çapında yarışa çalışmayı da asla elden bırakmaz. Toprak bir yol bulur ve her gün orada denemeler yapar.

Onu izleyen emekli, yaşlı bir araba, ona yarışta uygulayabileceği bir nasihat verir. Bu çok önemlidir ama Şimşek yine kibri yüzünden başkalarını takmaz.

Ta ki, bir depoda eskimiş gazete parçalarını görene kadar… O gazetelerde eski yarış arabası olan Hudson Hornet’in resimleri vardır. O zaman anlar ki karşılaştığı o yaşlı araba aslında dünya çapında çok ünlü bir yarış arabasıdır! Zamanında 3 tane piston kupası kazanmıştır ve bu McQueen’in en büyük hayalidir!

Bir Sezonda En Çok Yarışı Kazanan Araba: Hudson Hurnet.

Şimşek bunu öğrenir öğrenmez heyecanla Hudson’un yanına gider ve der ki;

“Sen Hudson Hurnet’sin! Bunu daha önce nasıl fark edemedim? Bana numaralarını öğretmelisin!”

Hudson ona şöyle bir bakıp, ‘Bunu zaten denedim,’ der ve Şimşek’in bir an önce kasabayı terk etmesini ister. Çünkü Hudson’a göre Şimşek, kendisini beğenen, ukala birisidir ve sırf bu bile kasabadaki halka zarar verebilir. Şimşek yine de heyecanlıdır. Bunları umursamadan konuşmaya devam eder.

“-Tam üç kez şampiyon oldun! Şu kupalara baksana!”

“-Sen bak! Ben sadece birkaç boş kase görüyorum.”

Cars (2006)

Ne kadar garip değil mi? Birisine göre o kupalar dünyanın en iyi şeylerinden bir tanesi. Diğerine göre ise boş bir kaseden ibaret. Peki neden? Bunun altında yatan sebep ne? Burası bana göre filmin en önemli noktalarından bir tanesi.

Çünkü Hudson yarışı bırakmamıştı. Bırakmak zorunda kalmıştı.

Katıldığı son yarışta büyük bir kaza geçirdi ve o günün haberlerine bu, ‘Yarış arabası Hudson artık işe yaramaz bir hurdaya dönüştü!’ olarak yansıdı. İşte bu olaydan sonra onun için kupaların bir anlamı kalmadı.

https://tr.pinterest.com/pin/954270608517388819/

Şimdi soruyorum size: Kupaların anlamlı olmasının sebebi varlıkları mıydı, yoksa onlara yüklenen anlam mıydı?

Hudson Hornet için onların bir anlamı kalmamıştı.

1 Yanlış 3 Doğruyu Götürür!

Üç piston kupasından bahsediyoruz. Ortada üç tane kupa var ama yapılan bir yanlış bunların hepsinin unutulmasına sebep oluyor. Hayatımızda da bazı şeyler için bu böyle değil mi? Burada Hudson’un diğer arabalardan almış olduğu tepkileri izliyoruz ama aynı zamanda Hudson’da kendi içinde bunu sorguluyor. Yapılmış olan bir hata, onu yarışlara küstürüyor. Unutulmasını sağlıyor. Peki ama bunun hepsi onun suçu mu? Hayır!

O dönemlerde Hudson’un elinden kimse tutmuyor. Herkes birer birer onu terk ediyor. Belki de medyada ona destek olan birileri çıksaydı böyle olmayacaktı. İşte bu yüzden kendisine olan inancını yitiriyor.

İşte Şimşek tam burada onlar gibi olmadığını söylüyor. Hutson ise, “Kendin dışında birisini düşündüğün oldu mu hiç? Bana bir örnek ver, bütün söylediklerimi geri alayım,” diyor. Ve bam. Şimşek McQueen bir şey diyemiyor. Bundan sonra kendi bencilliğini sorgulamaya başlıyor. Kasabadakilere alışmaya, onlara değer vermeye başlıyor. Hatta bir arkadaşına onu helikoptere bindireceğine söz veriyor.

Hutson ise Şimşeğin tutamayacağı sözler vermesine sinirleniyor ve haber kuruluşlarını arayarak kayıp olan yarış arabasının Radyatör kasabasında bulunduğunu söyleyip bütün her şeyi bozuyor.

Finale Doğru…

Gazeteciler, hayranlar, şimşeği taşıyan o tır… Hepsi Radyatör kasabasını dolduruyor. Şimşeğin bir anda etrafı sarılıyor ve California’ya gitmek zorunda kalıyor. Gidiyor gitmesine ama artık piston kupaları eskisi kadar gözüne güzel gözükmüyor. Bütün dünya onu konuşuyor, onu alkışlıyor ama bir şeyler eksik.

Radyatör kasabasının uzaklığı artık onun kalbini üşütüyor.

Yarış başlıyor. Üç kişi piston kupası için son gaz yollara çıkıyor. McQueen’in artık bir ekip arkadaşı yok. Yine tek başına sahalarda ama eskisi kadar mutlu da değil. Üzgün bir şekilde yarışa devam ederken, en arka sıralarda yer alıyor ama tam o anda kulaklıktan gelen bir ses duyuluyor.

Hudson Hornet’in sesi bu. Eski yarış arabası Hudson, Şimşek McQueen’in ekip lideri olarak sahalara dönüyor! Bütün kameralar onu gösteriyor!

Burada yarışın gidişatını izliyoruz. Açıkçası bu beş dakikayı yazılarla anlatmak istemiyorum çünkü insan o ruhu izlemeden anlayamaz. Yemin ediyorum size, en heyecanlı maçlardan bile daha heyecanlı. O kadar güzel ki, insan soluksuz bir şekilde McQueen’in zaferini bekliyor.

Şimşek en önde ilerliyor ve bitiş çizgisine çok az bir mesafe kala, yaşlı arabalardan birisi büyük bir kaza geçiriyor. Tıpkı Hudson Hornet gibi yarış pistinden dışarıya fırlıyor ve ezilmiş bir hurdaya dönüşüyor. Bunu gören Şimşek, o anda hızlı bir fren yapıyor.

Cars (2006)

Birinci olma şansı varken, bile bile sonuncu olmayı seçiyor.

Sonra ne yapıyor biliyor musunuz? Ah, işte burası hönküre hönküre ağlamak istediğim ama yanımda kardeşlerim olduğu için kendimi sıkarak zor bela bitirdiğim bir yer. Hani yazının en başında; “Bir yan karakterin bile aslında filmin gidişatını ve önemini nasıl değiştireceğini çok iyi anlarsınız,” demiştim ya. İşte yan karakter bu arabaydı.

İnsanlar yan karaktere kolay kolay büyük bir duygu yüklemezler ama filmde olaylar o kadar güzel bağlanmıştı ki, o anda o mavi arabayı değil de, sanki Hudson Hornet’i izliyorsunuz. Zaten Hurnet yaşanan bu olayı canlı canlı görüyor. Bakışlarında yatan hüzünlü sızıyı hepimiz anlıyoruz.

“O arabanın sonu da benim gibi olacak…”

Şimşek bile bile yarışı kaybetti demiştim ya hani. Olay sadece bununla da kalmıyor. Şimşek yarışı tamamlamaktan vazgeçip, o hurda olan arabanın arkasına geçiyor ve onu ittirmeye başlıyor.

“-Ne yapıyorsun evlat?”

“-Bence Kral, son yarışını bitirebilmeli.”

“-Az önce piston kupasını kaybettin… Farkında mısın?”

“-Tanıdığım mızmız, yaşlı bir yarış arabası bana şöyle demişti; Kupa dediğin boş bir kasedir.”

https://tr.pinterest.com/pin/857161741597904952/

O yarışı izleyen herkes hem duygulanıyor, hem seviniyor. “İşte yarışçı dediğin böyle olur!” diyerek Şimşeği kutluyorlar. Piston kupası tabii ki de kurallar gereği birinci olan arabaya veriliyor ama artık bunun bir anlamı kalmıyor. Herkes McQueen’i tebrik ediyor. Hurda olan o araba yalnızlığa terk edilmiyor. Reklamcıların çoğu McQueen’in pervanesi oluyor.

İşte burada bazı kaybedişlerin aslında kazanmaktan çok daha önemli olduğunu anlıyorsunuz.

Unutmadan…

Filmin sonunda Şimşek verdiği sözü tutuyor. Arkadaşını bir helikoptere bindiriyor!

https://disneycarsmania.files.wordpress.com/2010/07/numerisation0002.jpg

Sonra zaten film bitiyor. Film bittiğinde ise yüzünüzde tatlı bir gülümseme meydana geliyor. Kalbiniz kıpır kıpır oluyor. Bu arada unutulmuş olan Radyatör kasabası yine Şimşek sayesinde ünlü oluyor. Kasabalıların bir sürü müşterileri oluyor!

Bu detaylar başkalarına önemsiz gelebilir fakat anlamlı bir senaryo, film, yazı ya da hikaye. Ne oluşturmak istiyor olursanız olun, insan bu filmden yola çıkarak kendisine bir sürü örnekler çıkartabilir. Bazen detaylar çok umurumuzda olmayabiliyor ama izlerken aslında detayların ne kadar önemli olduğunu kavrıyoruz. Mesela bozuk bir yol, Şimşek adını verdiğimiz karakterin gelişim sürecine sebep oldu. Basit olan hiçbir karakter, o kadar da basit anlatılmamış.

Hepsinin bir değeri var! Kötüsünün bile.

Son Söz;

Animasyon filmlerinden en sevdiklerim, “Zootropolis, Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?, Baykuş Krallığı Efsanesi ve son olarak Arabalar filmi…” Bunların dışında tabii ki arada çerezlik animasyon da çıkıyor. Şu anlık gönlümün zirveleri bunlar ve bunların hiçbirini birden dörde kadar sıralayamıyorum. Hepsinin benim için ayrı bir yeri var. Her birinin vermek istediği bambaşka mesajlar bulunuyor.

Arabalar filmi de bunlardan bir tanesiydi. Beni mutlu eden şeylerden en önemlisi, bu filmin zamanında gerçekten hak ettiği değeri görmüş olması. Her ne kadar küçükken ‘Iyy, erkek filmi’ desem de, bu film bir başka dostum! Bana göre 10/10 verilebilecek bir nota sahip. Hatta verdim gitti.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Hoşça kalın!

--

--