Boş Kafes

Ulaş
Yazı Rehberi
Published in
5 min readNov 8, 2023
Photo by Shelter on Unsplash

Garip bir yangın yeri hayat, yanarak yaşamak gerek! Ama benimki de yaşamak mı? Dönüp dönüp aynı yere, şu beyaz ekranın başına, kara harflerin birlik olup bana yüksekten baktıkları, kelimelerin cümle olduğu ve cümlemize baş kaldırabilecekleri gücü elde ettikleri bembeyaz ekranın başına dönüyorum.

Ne kadar anlamsız her şey. Kara odamda cennetten bir parça gibi bembeyaz ekran gözlerimi kör edecek. Yazacak bir şeyler bulup bulup silmek ne kadar adice. Düşünmek bedava diye bu kadar har vurup harman savrulmaz ki! Ama yapıyorum, yapıyorum ve keyif üstüne keyif alıyorum, dünyadaki bütün zevklerden daha fazla dört köşe eden müthiş bir haz bu. Yaşamak gerek bunu. Hayatı yaşamak gerektiği gibi bunu da sonuna kadar, adice ve şerefsizce, ahlaktan sıyrılırcasına yaşamak gerek. Ama en büyük onursuzluk yazmak eylemini dört duvar arasına sıkıştırabileceğini aklının bir köşesinden geçiriyor olabilmektir. Yazarken bir yere bağlananlar aslında yazmıyor parmaklarıyla kıvranıyorlardır. Parmakların değdiği yerden çıkar küçük yardım çığlıkları. Aynı bende olduğu gibi. Kıvranıyorum. Deli danalar gibi bir oraya bir buraya atmak istiyorum kendimi ama oturduğum yerden kımıldayamıyorum. Yok olup gitmek istiyorum. Nerede bende o yürek? Ne yüreği be?! Yok oluş bu işte! Yürekmiş, tüküreyim yüreğe! Sabahtan beri saçmalık üzerine saçmalık, bulamıyorum işte yazacak bir şey, aklım bomboş, ben bomboşum.

Yazar mı diyeceğim kendime? Yazamayan yazar mı olur? Hava almam gerek. Köpek kulübesinden hallice odamın içerisindeki sigara kokusu, midemdeki açlık hissi, kurumuş dudaklarım, hepsi, hepsi birer havasızlık. Nefes alamıyorum burada, yaşayamıyorum da zaten. Varını yoğunu bağırmaya harcayan çocuklar yüzünden cam da açamıyorum. Hem bu çocuklar neden bağırıyor ki? Ben küçükken çok sessiz birisiydim. Hakikatten neden çok sessizdim? Konuşacak birisi olmadığı için miydi? Şimdi de çok sessizim. Ancak sayfalar boyunca susacak kadar sessizleşebildim. Dışa vuracak bir şeyler bulmakta çok zorlanıyorum. Mesela önceki günlerden birinde bir düğündeydim.

***

Düğünlerden oldum olası nefret etmişimdir. Bir sürü insan. Sevginin tamamen olaydan bağımsızlaşıp kelime olarak bambaşka bir kişiliğe büründüğü bu yerde insanların maksimum kapasitede olması bana hep çok normal gelmiştir. Halbuki sevgi çokluğu kaldıramaz. Spesifiklik ister. Bu yüzden de değişime uğrar, yozlaşır, yalanlarla daha da büyüleyici gözükmeye çalışır ama bu onu cıvık cıvık, iğrenç bir yapıya sokar ve bu tamamen anlaşılır. Yine de buna boyun eğerek yalana ortak olur herkes. Sevgiymiş gibi yapmaya devam ederler. Ve o lanet davul zurna elbette. Düğünü benim için çekilmez yapan en önemli unsurlar. Beynimi dağıtır, içindeki her şeyi alıp yere döker, saçar, üzerine basarak halay çeker, saçma danslar buna eşlik eder, üzerine tükürür, alay eder. Canla başla yaşam mücadelesi veren bedenimden ruhumu çekmek istediğini düşündüğüm zurnacı zurnasının ucunu suratıma dayayıp bütün gücüyle üfler ve pekmezimi akıtır. Ama en beteri davuldur. Beynimi döver gibi şişirir kafamı ve düşünemez hale gelirim. Cehennem azabı gibi bir eğlence yöntemi. Ancak bu düğün böyle değildi; çünkü tercih edilmemişti. Akıllı insanlar böylesini tercih eder diyerek ukalalık edeceğim. Gerçi düğün bile sayılmazdı davetli olduğum yer ama ben öyle diyeceğim.

İnsanlar her yerde yapabildiği gibi orada da iletişimdeydi. Bunun olmaması imkansızdı elbette. Sağa dönüp konuşanlar dakikalar içinde solundaki insanla konuşmaya başlayabiliyorlar. Bu ne güçlü bir iletişim isteği değil mi? Bu iletişim durumu benim için geçerli değil elbette. Sessizliğim gülünç denebilecek kadar acı verici de olsa sessiz olmayı seviyorum. İnsanları rahatsız etmediğim müddetçe. Ama ediyorum. Çünkü topluluk içerisindeki iletişimi kopuk varlık muhakkak iletişimdeki diğer insanların dikkatini bozar ve onları rahatsız eder. Mutlu olmak için birleşilen o yerde bir insan somurtuyorsa neden oradadır? Bilmiyorum. Gözlemlemek için olabilir mi? Sanırım bu ve bunun gibiler birer bahane. Peki neden gittim? Sessizlik için bir bahane miydi yoksa sadece yapacak bir şey olsun mu istedim? Bilmiyorum. Zaten bu beyaz ekrana yazacak bir şeyler de bulamıyorum. Günler boş ve anlamsız geçiyorken garip hisler uyandıracak saçma şeyler neden yaşamayayım ki? Yaşadım da.

O düğünde insanlarla iletişim kopukluğumu bir şekilde tolere ettim. İnsanlardan uzaklaştım. Bambaşka bir diyara gittim. Aslında gitmedim. Romantize ediyorum. Sadece kafamı havaya kaldırdım ve görmeyi hiç beklemediğim bir şey gördüm. İnanılmaz bir şey. Ağaca asılı boş bir kafes. O anda bütün her şey aklımdan silindi. İnsanlar. İletişim. Sesler. Sadece kafes ve ben vardım orada. Onlar için gittiğim yerde bariz şekilde arkadaşlarımın canını sıkarken ben aslında orada değildim. Zar zor sığdığım takımımdan sıyrılıp çıkmıştım. Öyle de olması gerekiyordu, çünkü oraya ait değildim. Ben topluluk insanı değilim. Oturduğum, sağlamlığı tartışılacak kadar kötü olan sandalyeden uçarak o boş kuş kafesine girdim. İnanılmaz bir güzellikti. Üzerimizdeki ağacın dalında öylece duruyor. Amaçsız hatta ahlaksızca bir amaçsızlık içinde gökteki bulutlara asılmış bir kafes! Tam olarak kimsenin gözüne ilişmezken daha ne kadar çekici olabilirdi ki? Nasıl ilişsin, benim gibi düşünceleri aklında bir tornado gibi dönen başka kim vardı orada, içini boşaltmaktan keyif almayan başka kim vardı, ağzındanki kelimeleri dökme düşüncesi boğazında yumru yapan başka kim olabilirdi?

Kafesin neden boş olduğunu zaten bu düşünceler beynimde oluşurken anladım. O kafes benim için boştu. Beni avlamak için bir tuzak gibi. Düşüncelerimi üzerine çekip kapağı bir anda kapatacaktı muhakkak ve öyle de olmuştu. Onu gördüğüm andan itibaren aklımı ve düşüncelerimi ondan alamadım. Yeni yakalanmış bir kuş gibi çırpınıp durdum o kafesin içinde. Neden boştu ki? Onu oraya kim astı? Neden kaldırılmadı? Hep orada mıydı? İçi dolu olduğu bir zaman var mıydı? Belki de içinde bir kuş vardı ama ben göremiyordum. Tereddüte düşüp yanımdaki kişiye sormak istedim ancak iletişimi koparamayan şu küçük topluluktan birisiydi. Onlara soramazdım. Bu his içime sığmadı. Derin bir hüzne sebep oldu. Gözlerim dolmak üzereydi ki bu olmamalıydı. Ruhumu o kafesin asılı durduğu dala ceketimi asar gibi asıp kalkıp gitmem gerekirdi oradan. Kalkmadım. Telefonumla ilgilendim. Ve istenmeyen hatıralarım beklenmedik bir şekilde beynime doluştu.

Durum artık korkunçlaşıyordu. Kalkmak için izin istedim ve yok olmuş gibi, bir ruh olup uçtum oradan. İçi boş kafesi de orada bıraktım. Yürürken de evliliği düşündüm. Aşk hayattaki en karmaşık şey. Sevgi nettir. Ama aşk nefretle bile var olabilir. Ve ben aşığım. Umutsuzca. Düşündükçe silinen bir varlık gibi. Bu durum beni hiçbir şeye bağlamadığı gibi var olan her şeyden de koparıyor.

Beyaza baka baka kör oluyorum artık. Bomboş ekranda gelip giden kelimelere bakmak zihnimi daha fazla oyalamıyor. Elle tutulur hiçbir şey yok. Aklımın ucunda dönüp dolaşan bir kuş var. Özgür mü yoksa kaybettiği tutsaklığını mı arıyor bilmiyorum. Orada boş bir kafes var, tek bildiğim bu. Düğünleri ve insanları sevmiyorum. Evlilik delice. Ama aşk için delirme fedakarlığını gösterenlere saygı duyuyorum. Kıskançlık. Belli ki kıskanıyorum.

Editör: Sinem Karakuş

--

--

Ulaş
Yazı Rehberi

Kendimce bir şeyler yaratmak istiyorum. Küçük küçük dünyalar ve daha küçük insanlar. Sonra da hepsinin arkasına saklanmayı planlıyorum. Yok olup gidene dek.