Bu İşte Bir Gariplik Var

Sıla Yazıcı
Yazı Rehberi
Published in
3 min read4 days ago
Photo by KOBU Agency on Unsplash

Kendi içinde sürekli değişimde olan evrenin belki de hiç rastlamayacağınız bir sistemindeki Dünya’da, takvim yaprakları yine bitmişti. Yeni yılın ilk günü için umutlar beslenmiş, hayaller kurulmuş, yapılacaklar listelenmişti. Yeni takvimleri almayı da unutmamışlardı tabii. Listelerin en başında ise değişen her düzene rağmen değişmeyen bir madde vardı; insanların en büyük amacı olan “iz bırakmak”. Bunun sağlanabilmesi için önceki her yıl gibi sarılmaz bir gelenekle yine Trinida kasabasına gelen Bay Gables, hayatında birçok şeyden değerli olan sarı dükkânını yılın sadece ilk günü asla değişmeyen o heyecanıyla beraber açıyordu.

Sabah erkenden geldi. Her yıl o gelmeden önce oluşan kuyruğu göremeyince içinde bir kırgınlık sezdi çünkü bugün; yaşamak için, inanmak için ve umut beslemek için tek şansıydı. Daha ilk dakikadan zayıflığa düşmemeliydi. Yüzünden biraz telaşlı olduğu fark ediliyordu ama gittikçe büyüyen tebessümüyle bunu kapatmayı başardı. Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen kolaylıkla dükkânın kilidini açtı ve tozun ortasında kalması bir oldu. El çabukluğuyla temizliği halletti. Masasına oturdu ve başkahramanımız olan kamerasını çıkardı. Birkaç ayarlama yaptıktan sonra beklemeye başladı.

Beklediği sırada gözü, çerçeveletip duvarlara astığı fotoğraflara takıldı. Çerçevelenecek fotoğrafları, sarı dükkânı açma günü gelene kadar yani yıl boyu biriktiriyordu. Sonra ise en benimsediği fotoğrafı seçip asıyordu. Yıllarca devam ettirdiği bu alışkanlığı sayesinde neredeyse duvarda yer kalmamıştı. Ama hangisine bakarsa baksın gözlerinin parıltısı sönmüyordu. Kimisi bir manzaranın, kimisi belli bir duruşla düzen kazanmış kişilerin, kimisi de ansızın çekilmiş ve dört kareye sığabilecek en mutlu anların fotoğrafıydı. Fark etti ki buraya hüzünlü bir andan hiç iz bırakılmamıştı. Aslında buna gerek de yoktu zaten. Tüm bu düşüncelerinden sıyrılıp saate baktı. Öğleni geçmişti, kasaba halkından ne ses vardı ne de soluk.

https://linktr.ee/yazirehberi

‘’Bu işte bir gariplik var.’’ diye düşündü. Acaba günleri mi karıştırmıştı? Ya da kasaba halkının bir sorunu mu vardı? Ama dışarıda insanlar vardı. Demek ki iyilerdi. O zaman sorun kendisinde miydi?

Sorun kendindeydi. Sorun içinde bulunduğu insan ırkındaydı. Küçücük Dünya’da 7 milyar insan yaşamak için birbirine muhtaçtı ama bu fikre bir o kadar da uzaklardı. Adım adım uzaklaşmışlardı birbirlerinden. Bazılarının adımlarına bakınca bir sonraki yere basış için ettikleri saf tereddütü görebiliyordunuz. Olduğundan güçlü görünmeye çalışsalar da attıkları her adım güç maskesinin altındaki dayanıksızlığı temellendiriyordu. Acaba uzaklaştıkları tek şey birbirleri miydi? Bu işin içinde düşünceleri de vardı bedenleri de. Ne garip değil mi? Keşke konuşabilselerdi, keşke konuşabilince anlayabilselerdi. Belki de o zaman insanlık son nefesini vermeyecekti. Tüm bunları düşünmek Bay Gables’ın kafasını oldukça yormuştu.

Daha fazla beklemenin anlamı olmadığını düşündüğü sırada aklına bir fikir geldi. Belki de duvardaki o eksik fotoğrafı kapatmanın günüydü, bugün. Dükkânın arkasındaki fotoğraf çekimi için olan alana geçti, kamerayı yerleştirdi ve odağına boş sandalyeyi alıp deklanşöre bastı. Fotoğrafı eline alıp baktığında sessizce “Aslında, buna gerek varmış.” dedi.

Rafların birinden boş çerçeve buldu. Fotoğrafı dikkatlice yerleştirdi. Kalbi buruk bir şekilde duvarda boş kalan tek yere çerçeveyi astı. Karşısına geçip baktığında yapbozun kayıp parçasının tamamladığını hissetti. Arkadan kamerasını aldı, her zamanki özenli davranışlarıyla yerine koydu ve dükkânın kapısına yöneldi. Son bir kez içeri baktı. İnsan insana küsmüştü ama o, sarı dükkânına küsmeyecekti. Oranın verdiği heyecanı aklından da kalbinden de çıkaramayacağından emindi.

Ah! Tam da Bay Gables’ın en sevdiği hava. Hayata bırakılacak iz için turuncu, sarı, kırmızı ve belki de adlandıramayacağımız tonlar gökyüzünü boyamıştı. Ufak bir bulutun akıl almaz olan bu renk paletinde âdeta gezindiği anlarda sonbahar akşamı yine güne veda ediyordu. Bir tutam rüzgârın yorgun adımlarına ses katmasıyla, teselli bulmayan ruhunu bedeninden uzaklaştırdı.

Editör: Zeynep Sunay

--

--