Dünyanın En Güzel Tablosu

Doğa
Yazı Rehberi
Published in
5 min readJun 3, 2023

✼Yazmayı bitirmiştim nihayet. Huzurlu bir nefes alarak arkama yaslandım. Taşınalı neredeyse dört sene olmuştu bu küçük, güzel sahil kasabasına. Dilini bilmediğim, her seferinde “Ben buraya ait değilim…” hissinin yerini yıllardır aradığım ve nihayet bulduğum huzur almıştı. Her zaman böyle bir yerde yaşamak istemiştim. Uyandığımda göreceğim ilk şeyin masmavi deniz, içime çektiğim o güzel havayı solurken martıların mutluluğuma eşlik edeceği cıvıltılarını duyacağımın hayaliyle yaşamıştım ben hayatım boyunca. Her şeyi geride bırakıp gitmek kolay değildi elbette ama güzel başlangıçlar geçmişi bıraktırır beraberinde. Şikayet edecek hiçbir şeyim kalmadı artık. Aklımdaki tüm negatif düşünceleri kovdum. Yanımda istemediğim insanlar yok artık. Sadece ben, mutluluk ve pencereden baktığımda gördüğüm dünyanın en güzel tablosu…

“Saye, canım üzerine hırka al istersen. Sabahları serin oluyor.” Ah, bunu nasıl söylemeden geçebilirim ki? Martıların sesini seviyordum elbette ama onun yumuşak sesiyle güne başlamak kadar güzel bir şey de yoktu. O, benim canım yoldaşım, dibe çöktüğüm zamanlarda bile elimi bir kere bırakmamış olan sevgili eşim. Onunla aşka hiç inanmadığım zamanların birinde tanışmıştık. Hoş, ben her zaman aşkın saçmalık olduğunu düşünen hatta ve hatta bir gün birisini sevemeyecek olma ihtimalimden çok emindim. Annem bana aşkın ummadığım bir anda karşıma çıkacağını ve buna karşı koyamayacağımı söylerdi. O zamanlar çok gülerdim bu sözlerine ama haklıymış meğer. Canım annem… Yaşım ilerledikçe daha iyi anlıyorum seni. “Canım?” Tekrar seslendi. O kadar dalmışım ki düşüncelere neredeyse kendimi bile unutmuşum. İnsan kendinden en çok iki durumda uzaklaşıyor: mutsuzken ve mutluluğunu yad ederken. “Yok canım, gayet iyiyim. Hem sabahın bu serinliği iyi geliyor bana.” Gülümseyerek ona bakmak için arkamı dönüyorum. İşte karşımda, dünyanın en güzel tablosu…

Balkondan çıktıktan sonra ona doğru ilerliyorum. Kollarım yavaşça boynunda yer buluyor kendine. Gözlerine bakınca bende olan bir şeyi fark ediyorum onda da. Aşk bu, nerede görsem tanırım. Diyeceksiniz ki “Aşka inanmayan birisi nasıl oldu da en sonunda aşka yenildi?” Oldu işte çünkü o da benim gibiydi. Birbirimizin kayıp parçalarıydık; birleşince bir bütün olur tamamlanırdık. Hep inandığım bir mit vardı eskiden. Derlerdi ki; kadın ve erkek yaratıldığında bir bütün olarak yaratılmış önce. Daha sonra Olimpos kralı Zeus kadını da erkeği de dünyanın farklı yerlerine yerleştirmiş ve birbirlerini bulabilmeleri için onlara şans vermiş. Bu gerçek midir bilmiyorum ama ben sanırım kendi yarımı çoktan bulmuştum. Bu düşünceler dikkatimi dağıtmışken gerçekliğimize geri dönüyorum. Kısa süren bir andan sonra onun gözlerini gözlerimde görmek huzur veriyor bana. Bu benim için dünyanın en güzel tablosu…

Tam o anda bir feryat bölüyor aramızdaki o kusursuz sessizliği. Aşkımızın en güzel temsili, hayatımızı daha da güzelleştiren canım kızımızın sesi bu. Uzun zamandır uykudaydı; şimdi uyanmış olmalı ki bizi yanına çağırıyor. Yanına gidiyoruz ve onun o küçük bedenini kucağıma alıyorum. Gözleri aynı babası bu yüzdendir ki bakmalara doyamıyorum ona. “Prensesim, günaydın…” nazikçe havaya kaldırıyorum onun yüzünü görebilmek için. Ne güzel gülümsüyor bana tatlı meleğim. Ben mi öyle düşünüyorum bilmem ama her kızın hayalidir bir gün sevdiği adamla bir çocuğa sahip olmak. Evet, sözlerim tutarsız belki ama bir gün gerçekleşmesine ihtimal vermeyeceğiniz şeyler de bir anda hayatınızın gerçeği olabiliyor. Benim gerçeğim de Defne idi. Ona bu ismi koymak çok zamanımızı almamıştı. Belki az önce bahsettiğim hikayeden de anlamışsınızdır ama Yunan mitolojisine çokça ilgim vardı. Okuduğum bir mitte geçen “Daphne” isminden o kadar çok etkilenmiştim ki kızımız doğduğunda eşime hemen bu ismi önermiştim. O da bu fikri çok sevmişti ve işte o gün kulağına fısıldadık ismini: “Defne gibi zarif ve güzel ol…” Öyle de oldu. Yemyeşil gözleriyle ve daha şimdiden gür saçlarıyla çoktan ilgi toplamıştı bile. Bu yeşil gözler, bu güzellik dünyanın en güzel tablosuydu bizim için…

Gülümsemesi yavaşça kaybolurken onun acıktığını anlamıştım. Beşiğinin yanında bulunan koltuğa oturarak onu beslemeye koyuldum. “Sen Defne’yi besle, ben de bize kahvaltı hazırlayayım.” Başımla onayladım ve onun arkasından baktım. Belli ki bize biraz gizlilik vermek istiyordu. Öyle de saygılıydı benim sınırlarıma. O, odadan çıktıktan sonra düşüncelerimde yeniden kayboldum. Sahi ben bu hayatı hak etmek için ne yapmıştım? Bu hayata sahip olana kadar neredeyse hiç çabalamamış aksine pes edip durmuştum ama şans bu ya, her şey bir anda değişmişti ve kaybettiğim hayallerim bana bir yumak mutluluk olarak geri dönmüştü. Benim yaptığım tek şey risk almak ve yeni bir hayat kurmak için adım atmamdı. Yaptım, başardım ama her nedense hala sorgularım kendimi. Yine de “neden” diye sormak yerine anı yaşamak en güzeliydi. Başımı bir anlığına aşağı çevirdiğimde gördüğüm manzara benim için bir ömür yeterdi. Onun o küçük ağzıyla sütünü emmesi dünyanın en güzel tablosuydu…

Defne emmeyi bitirdiğinde ben de kalkıp mutfağa gittim. Yine harikalar yaratmıştı mutfakta. On parmağında on marifet… Sen ne güzel bir hediyesin bana… Kucağımda kızımız, ona yaklaşarak yanağından öpüyorum. “Yine çok güzel yapmışsın. Teşekkür ederim canım.” Ona teşekkür etmem için çok sebebim vardı. Bu sadece görünen bir kısmıydı. Kahvaltımızı etmek için masaya otururken kafamdan günün planını yapmaya başlamıştım bile. Bu gün her zamankinden daha güzel olacaktı. Bu benim günlük mottomdu. Artık hayatımda hiçbir siyahlığa yer yoktu. Benim için hayatın rengi mavi ve beyazdı. Ha bir de, yeşil… Sevdiğim iki güzel insana ait olan o taşkın yeşil. Bir renk bu kadar mı anlam kazanırdı birilerinde? Oluyormuş demek ki. Planımız hazırdı. Bugün sahile gidip orada vakit geçirecektik. Sabahları camdan gördüğüm güzel tablonun içine onlarla beraber daha çok dahil olarak güzel tabloyu kendim için daha da güzel yapmak istiyordum. Dünyanın en güzel tablosuydu bu…

✼ ✼ ✼ ✼✼ ✼ ✼ ✼✼ ✼ ✼ ✼✼ ✼ ✼ ✼✼ ✼ ✼ ✼

Taşınalı neredeyse dört sene olmuştu bu küçük, güzel sahil kasabasına. Ben bu kitabı yazmayı bitirdiğimde beş sene olacak. Bazen düşünüyorum eski ben olsa ve bunu yaptığımı görse ne yapardı diye. Cevabı kendimde buluyorum yeniden. Benimle gurur duyardı çünkü bu, küçük Saye’nin istediği şeydi. Bir gün kendi kitabını yazmak ve kendi okurlarına ulaşmak… Belki paralel evrendeki Saye huzurunu bulmuştu ama benim için o gerçeklik henüz var olmamıştı. Elbet bir gün benim de Defne’m ve sevdiğim adam yanımda olacaktı. Belki şu anda onlara sahip değildim ama görüyorsunuz ya, karşımda masmavi deniz ve bembeyaz gökyüzü duruyordu. En azından onlar yerindeydi. Derin bir iç çekiyorum, bilgisayarımı kapatmadan hemen önce ılık kahvemden bir yudum alıyorum ve kalkıp pencereye yürüyorum. Dünyanın en güzel tablosunun karşısında duruyorum. Bir gün ben de kendi gerçekliğimi bulacağımı biliyorum. Bir gün o yazdığım kitabın baş karakterinin gerçekten ben olacağını biliyorum…

Kendi gerçekliğimi bulduğum zaman devamı gelecek…

Editör: Maia Mia

--

--