Dünyayı Olduğu Gibi Değil, Olduğumuz Gibi Görürüz

Gestalt Psikolojisi ve Fritz Pearls

Beyza🌻
Yazı Rehberi
5 min read1 day ago

--

“Ben kendi yolumdan giderim, sen de senin yolundan gidersin. Ben bu dünyaya senin beklentilerine göre yaşamak için gelmedim. Sen de benim beklentilerime göre yaşamak için burada değilsin. Sen sensin, ben de ben ve eğer şans eseri birbirimizi bulursak bu çok güzel olur. Eğer bulamazsak kimsenin yapacağı bir şey yok.”

Herkese merhaba pofidik insanlar! Yazıma Fritz Pearls’ün Gestalt Duası olarak adlandırdığı bu alıntıyla başlamak istedim. Bugün algılarımızı konuşacağız, bu mavi gezegende nasıl herkesin kendi küçük gezegenleri olduğunu; çoğu zaman bu gezegenlerin çarpıştığını, bazen yıkıma sürüklenirken bazen nasıl çiçek açtığını konuşacağız. En önemlisi de, herkesin kendi küçük gezegenini nasıl görebileceğimize bir bakacağız!

Photo by Дмитрий Хрусталев-Григорьев on Unsplash

Öncelikle Kimdir Bu Fritz Perls?

Gestalt terapinin kurucusu Friedrich Salomon Perls, Alman bir psikiyatristtir. Çoğu dahi gibi okulda pek başarılı değilmiş, hatta yedinci sınıfı iki kez tekrar etmek zorunda kalmış ve lisede de okuldan atılmış. Tabii sonra diplomasını almak için okula geri dönmüş ve psikiyatri alanında uzmanlaşmış. Diplomasız bir psikiyatrist değilmiş tabii, zaten yaşasaydı tüm diplomasız psikologlara iyi bir azar çekerdi.

Her neyse, birinci dünya savaşında doktor olarak görev yaparken öldürülen askerlerle yaşadığı deneyimler onu Gestalt psikolojisine yönelmiş. İnsanları ayrı ayrı işleyen parçaların toplamı olarak görmekten ziyade bir bütün olarak görmenin önemini savaş sayesinde anlamış.

İnsanlar onu şovmen, provakatif ve sert bulmuş. İtiraf etmeliyim ki Perls’in terapi yöntemi gerçekten farklı. Onun terapi seansını ilk izlediğimde bildiğim her şeyi unuttuğumu hissetmiştim. Saçma bulmuştum, danışanın yerinde ben olsaydım stresten bayılacağımı düşünmüştüm. Sonra tekrar sorguladım, Perls terapide aslında karşındakinin maskesini tamamen indirmeyi amaçlayıp onu kendi benliğiyle buluşturmayı hedefliyordu. Kim bilir, belki de stresten bayılacağımı düşünmemin sebebi kendi kendimle baş başa kalacağıma dair bir korkuydu.

İşte Gestalt terapinin amacı da tam olarak bu: benliğimize dair farkındalığı arttırmak! Bu terapi der ki, kim ve ne olmadığımız üzerinde ne kadar durursak o kadar aynı kalırız. Değişim, olmadığımız bir kişi gibi davrandığımızı anlayıp ne olduğumuzun farkına vardığımızda başlar. Biraz karışık gelmiş olabilir ama aslında çok basit! Neşeli olmalıyım, eğlenceli olmalıyım, güçlü olmalıyım, beni sevecekleri ya da isteyecekleri herhangi bir kişiliğe bürünmeliyim ki yalnız kalmayayım; etrafımı insanlarla doldurup kendimle baş başa olmayayım. Onların istedikleri, seveceği bir ben olayım ve benden bir şey kalmayıncaya kadar benden vazgeçeyim.

Peki böyle iyi olabilir miyiz? Dünyalarımızı terk edip başkalarının dünyalarına bürünerek sevilebilir miyiz?

Aslında düşündüğümüzde dünyamız çok boyutludur. Sadece “sevecen, uyumlu ya da neşeli” gibi iyi olan özelliklerden tabii ki ibaret değiliz. Melankolik, stresli, öfkeli ya da kendinizi yakın hissettiğiniz herhangi bir kötü özellik de sizin dünyanıza ait. Bu karmaşık yönlerle birleşik bir bütünü oluştururuz. Parçalar sürekli olarak birbirini etkiler ve çarkları çalıştırır, işte Gestalt psikolojisi buna holizm adını verir!

Tüm bu parçalar dünyamızı eşit şekilde etkilemez tabii ki. Yaşadıklarımıza göre baskın ve öne çıkan özelliklerimiz değişir. Bununla birlikte dünyayı algılayışımız da değişir, bu şekil-zemin ilişkisidir. Hemen bir örnekle açıklayalım! Sıkı durun çünkü en eğlenceli kısma geldik.

Aşağıdaki resme ilk bakışta neyi gördünüz?

Rubin vazosu olarak adlandırdığımız bu meşhur resim aslında algılarımızı açıklayan iyi bir örnek. Resme ilk bakışta bir vazo ya da birbirine bakan iki yüz görebiliriz. İlk bakışta gördüğümüz bizim figürümüz ve arkada kalan ise bizim zeminimiz oluyor.

Bunun algıyla ne alakası var, sadece illüzyon derseniz; bunu hayatımızdan bir örnekle açıklayabilirim!

Örneğin önemli bir sınavdasınız. Sınav esnasında çevrenizdeki insanlara değil, kağıdınıza odaklanırsınız ve kağıdınız sizin figürünüz; çevrenizdekiler de zemininiz haline gelir. Bir noktada soruları çözemezsiniz ve bir anda aklınıza önceki başarısızlıklarınız gelir. Bu dersten kalacağınızı, zaten başarısız olduğunuzu hatta tüm bunları geçmiş deneyimlerinizle ilişkilendirdiğinizde kendinizi tamamen değersiz olduğunuzu düşünürken bulursunuz. Bu noktada da bu düşünceler figürünüz haline gelir, sınavı zemine attığınız için odaklanamazsınız ve başarısız olursunuz.

Ya da çok sevdiğiniz bir sanatçının konserindesiniz. Onu görmek, izlemek, şarkılarıyla eğlenmek figürünüz haline gelirken çevrenizdeki kalabalık zemininiz olur. Ancak ya bu şarkıcı size yarım kalmış aşk hikayenizi anımsatacak bir şarkı söylemeye başlarsa? O zaman bu yarım kalmış aşkınız sizin figürünüz olur ve şarkıcıyı zemine atarsınız.

https://linktr.ee/yazirehberi

Bu noktada insanların algıları değişiklik gösterir. Deneyimlerimizi geçmiş duygulara bağlama eğilimi gösteririz, bu da hayatımızda bazen vazoyu; bazen de iki tane yüzü görmemize sebep olur.

Peki istenmeyen duyguları ısrarla görmek istemeyip zemine bastırırsak ne olur?

İşte bu noktada bir yarım kalmışlıkla karşılaşırız! Gestalt psikolojisine göre beynimiz her şeyi tamamlama eğilimindedir, bu yüzden de eksik kalan işlerimizi hatırlamak; zaten tamamladıklarımızı hatırlamaktan çok daha kolaydır. Duyguları tam olarak deneyimlememiz için kendimize zaman vermediğimizde bu duygular hep zeminde kalır ve diğerleriyle temasımızı etkileyecek şekilde tekrar olur olmaz yerlerde gün yüzüne çıkar.

Bu durumdan kurtulmanın tek bir yolu var: Temasa geçmek!

Duygularla temasa geçmek zor olduğu kadar korkutucudur da, işte bundan kaçabilmek için figürümüzü sürekli başka şeylere odaklarız; kendimizi meşgul tutup tüm o kötü duyguları hissetmemeye çalışırız. Hissetmeyerek, saklayarak, saklanarak iyi olacağımızı sanırız ancak sadece kendimizi kandırırız.

“Kendini gerçekleştiren kişi, en mükemmel/iyi özelliklere sahip olmaktan ziyade, olduğu halinin farkında olarak, bunu kullanabilen ve tadını çıkarabilen kişidir.”

Olduğumuz gibi olmakta, bazen eğlenceli bazen sıkıcı; bazen hüzünlü bazen neşeli olmakta hiçbir sorun yok. Önemli olan dünyamızı ve başkalarının dünyalarını olduğu gibi, tüm renkleriyle kabul edebilmemiz; ancak bu noktada gelişebilir ve değişebiliriz!

Bir sonraki yazıda görüşünceye dek, hoşça kalın!

Editör: Tuanna

--

--

Beyza🌻
Yazı Rehberi

Kafamdaki perileri kanatlarından tutup kavanozlarıma koyabilirsem, yazmış olacağım.