Damdan Düşenin Halinden Kim Anlar?

Nasreddin Hoca diyecekseniz söyleyeyim, cevap hayır!

Muhammet Çay
Yazı Rehberi
5 min readMay 17, 2024

--

Photo by Aarón Blanco Tejedor on Unsplash

İlginç bir girişle karşınızdayım yine. Zaten 2-3 ayda bir yazıyor. Daha ne zırvalayacak acaba diye düşünüyor olabilirsiniz. Özellikle yeni takipçiler veya sadece son iki yazımı okuyanlar böyle düşünüyor olabilir ki tamamen haklılar. Sizi boşladığımın ve yazı yazmada istikrar sağlayamadığımın farkındayım. Fakat şu açıdan da bakarsanız bana hak vereceksiniz, eminim.

Benim gibi deneme tarzı yazanlar bilirler ki konu bulmak zordur ve yazmak istikrar ister. Hele ki son 5–10 yılda dikkat süremiz oldukça azalmışken, ben de yazmışken tam yazanlardan olduğum için “şaka bir yana son yazıda 900 küsur kelime yazmışım” az okunma ve alkış olmuş. Bu da benim yazma hevesimi bir miktar düşürdü. Fakat bunda kesinlikle okurun hatası yok. Ben de okunma kaygısı ile güncel bir konu üzerinde durmak istedim. Fakat yazımda biraz tarafgir olduğum fikri oluştuğu için de yazımın az okunduğu kanaatindeyim.

Bu kısa iç döküşten sonra konumuza bodoslama dalmak istiyorum.

Damdan düşenin halinden kim anlar?

Bu sorunun cevabından çok mahiyetiyle uğraştıracağım sizi. Fakat öncelikle bu sözün TDK tanımına girmek istiyorum.

damdan düşen, damdan düşenin hâlini (veya hâlinden) bilir:

“İyi bir durumdayken kötü duruma düşen kimse, başına aynı durum gelen kimsenin derdini iyi anlar” anlamında kullanılan bir söz.

Peki sadece damdan düşenin halinden neden damdan düşen anlar ki? Sıradan insanlar damdan düşenin halinden anlamayacak kadar nankör mü?

Siz bu soruyu kendinize soradurun ben bu sorunun cevabını kendimce delilleriyle birlikte cevaplandırayım isterseniz.

Öncelikle, bir insanı dünyadaki diğer canlılardan ayıran yegane özellik ne diye sorsam, cevabınız ne olurdu? Ben sizin yerine cevaplayayım isterseniz. İradeyi kullanma yeteneği. İslam Felsefesinde de insanın tanımı hayvan-ı nâtık yani konuşan canlı olarak geçer. İslam alimleri nâtık kelimesine logos kelimesinden hareketle ulaşmış gibi gözükürler fakat durum düşünüldüğü gibi değildir. Zira düşünme fiilini de işin içine alan ve Türkçede de yer alan mantık kelimesi aynı kökenden gelmektedir.

Size bunu boşuna anlattığımı düşünüyorsanız merak etmeyin, konumuzla alakalı. İster düşünme ister irade yeteneği deyin fark etmez. İnsan duygularına da düşünme faaliyetiyle erişir. Fakat burada kastım yaratılışımızda bulunan hayatta kalma refleksleri sonucu gelişen duygular değil, sonradan edindiğimiz sevgi, nefret, üzüntü gibi duygulardır.

Photo by Alexander Grey on Unsplash

Hepsini anladım da, sevgi de öğrenilebilen bir duygu mudur diye sorarsanız size cevabım şu olacaktır: Evet, sevgi de öğrenilebilen bir duygudur.

Bunun literatürde bir karşılığı var mıdır bunu bilmiyorum ama sevgi de bir nevi koşullu öğrenmedir. Size sevgi gösterildiği takdirde sevginin ne olduğunu bilirsiniz. Size örnekte verdiğim anne çocuk resmine bakmanızı istiyorum.

Hakkıyla yapılabildiği sürece, yani annenin anne olduğu bilinciyle yaşadığı sürece, sevmek fiili her zaman olumlu sonuçlar doğurur. Zira size herhangi bir yakınlık kurmamış birini sevmeniz mümkün değildir. Anneliğin büyüsü de tam olarak burada devreye giriyor. Bir anne çocuğunu ortalama dokuz ay on gün karnında taşıyor. Dile kolay, dokuz ay on gün!

Bir canlı rahminize tutunuyor. Ondan sonra orada bir tohumun filizlenmesi gibi filizleniyor. Bu süreçte de size göbek kordonu ile bağlanıyor. Ne acayip değil mi? Sonra o bebeğin sizin yediğiniz, içtiğinizle beslendiğini öğreniyorsunuz ve yediğiniz içtiğinize de azami özen göstermeye başlıyorsunuz. Ona bir şey olmasın, sağlıkla dünyaya gelsin istiyorsunuz.

Şimdi söyleyin bana. Böyle emek verdiğiniz, yaptıklarınızla canına can kattığınız varlığı sevmez misiniz? Elbette seversiniz. Yalnız şunu da belirteyim; zamanında, daha anne karnındayken gördüğünüz sevgi büyükse bu duyguları hissedersiniz.

“Yahu bu anlattıklarının damdan düşmeyle ne alakası var be adam,” derseniz şayet öyle bağlantısı var ki… Gelin isterseniz o bağlantıya geçelim.

Photo by Dan Meyers on Unsplash

Empati kurmak da bir nevi bağ kurmaktır aslında. Zira kelimenin kökenine baktığımızda; Yunanca içinde anlamına gelen en- önekiyle, hissetmek, acı duymak anlamında patheia kelimelerinden türetilmiştir.

Aslında cevap gözümüzün önünde, değil mi? Empatheia, yani içinde hissetmek.

İnsan karşısındaki veyahut internet, televizyon, sosyal medya, billboard vb. gibi bir yerde gördüğü insanın da duygularını hisseder. Üstelik yaşadığı duygu çok uzakta da değildir. Kendi içinde yaşarsın o duyguyu.

Hatta ve hatta daha tanıdık bir durum üzerinden yaklaşayım. İlk okuduğunuz kitabı hatırlayın. Kitapta olaylar kimin üzerinden ilerliyor? Tabii ki ana karakterin. Kitapta ilerledikçe kendinizi o kitabın, hatta ana karakterin içindeymiş gibi hissetmez misiniz? Onunla bağ kurmaz mısınız? Elbette kurarsınız. İşte içten içe kurduğumuz o bağın adıdır empati.

Damdan düşenin halinden anlayan yine başka bir damdan düşendir. Evet, bu fiziksel örnek üzerinden ilerlersek önermemiz doğrudur. Peki konuya bir de şuradan bakalım. Daha önce üzüldüysek, ki sağlıklı bir insanın dozunda üzülmesi olağandır, karşımızda herhangi bir üzgün bir insanı gördüğümüzde durumuna içerleriz. Onu kendimize yakın da hissedersek yanına gider, onunla konuşur ve onun derdi ile hemhâl oluruz.

Fiziksel veyahut duygusal acıyı başkalarının hissettiği gibi birebir hissetmemiz olası değil elbet. Zaten o empati değil taklit olur ve taklidin hiçbir türlüsü sahici değildir zannımca.

Dostlarım, bu kadar yazı boyunca aslında gelmek istediğim yer şu. İnsanlarla aynı duyguları paylaşabilmek için onlarla aynı damdan düşmemize gerek yok. Hatta acı duyabilmek için damdan düşmemize bile gerek yok. Biri bir ağaçtan düştüğünde onun halini anlamaktan vaz mı geçeceğiz? Ya da biri bir yakınını kaybettiğinde onun halini anlayabilmemiz için illa yakınlık derecemizin aynı mı olması gerekir? Pekâlâ onunla bağ kurabiliyorsak biz de aynı acıyı hissetmez miyiz?

Meramımı anlatacak daha çok örneğim var da, hem sizi daha fazla yormama gerek yok, hem de siz beni bence gayet iyi anladınız ;) Adet olduğu üzere yazımı bir düşünürün sözüyle bitireyim madem.

Acı duyabiliyorsan, canlısın…

Başkasının acısını duyabiliyorsan, insansın…

Tolstoy

Bir sonraki yazımda görüşmek, ve de arayı açmamak ümidiyle…

Hoşça kalın, okur kalın efenim.

--

--