Feminizm Ve Güçlü Kadın Karakterler Oluşturmak

Doğa
Yazı Rehberi
Published in
5 min readMar 30, 2023

Çağlar boyunca kadınlar toplum içerisinde kendilerine bir yer bulmak için her zaman çabaladılar. Dönemler devamlı değişse de kadınların toplum içinde kendilerini birey olarak kabul ettirebilmeleri hiçbir zaman kolay olmadı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin toplumda özellikle kadınlar için oluşturulan tabular hiçbir zaman yıkılamadı. En kötü olan durum ise tüm bu tabuları koyanların aynı toplumdaki bireylerden olmalarıydı. Herkes bir şey yapılması gerektiğinin farkındaydı. Kadınlar ilerleyen dönemlerde kendilerine karşı oluşturulan tabulara karşı farkındalık kazandı ve böylece yeni bir döneme girilmiş oldu.

19. ve 20. yüzyılda başlayan ve daha sonra ikinci ile üçüncü dalga olarak kendini geliştiren “Feminizm” hareketi hız kazanarak kendine tarihte önemli bir şekilde yer bulmayı başardı. Bu farkındalık daha sonra yerini bir çeşit isyana bıraktı ve sanattan spora, bilimden ekonomiye kadar hayatımızın her noktasına işledi. Peki bir anda ortaya çıkan ve kısa sürede herkesi etkisi altına alan bu feminizm de ne demekti? Feminizm, Latince kelime anlamıyla “Femina-ism” olan ve önceliği kadınların toplum içindeki haklarıyla her yönden kadın-erkek eşitliğini savunarak adil bir toplum oluşturmayı hedefleyen bir düşüncedir. Feminizme göre toplum içindeki tüm kadın ve erkekler toplum hiyerarşisi olmadan adil koşullarda aynı haklara sahip olmalıdır.

Feminizm hareketinin hayatımızda yer almaya başlaması da öncelikli olarak edebiyattan başlamıştır. Eski dönemlerde bir fikri en kolay yayma yöntemi olan edebiyatta dönemin sorunları, toplum eleştirileri ve dönemin insan perspektifleri edebi akımlara taşınmıştır. Bu sorunlar da en çok kadın karakterler üzerinden işlenmiş ve kadın yazarların da dönemler içerisinde daha aktif rol almalarına yardımcı olmuştur. Geçmiş dönemlerdeki kadın yazarların etkin olmalarına izin verilmediğini düşünürsek bu da kendi başına ayrı bir devrim olarak nitelendirilebilmektedir. Dönemin eserlerinde özellikle kadın karakterlerdeki feminizm hareketini onların karakter gelişimleri üzerinden görmek mümkündür. Buna örnek olarak edebiyatın güçlü kadınlarından biri olan “Jane Eyre” güçlü kadın örneklerinden en güzeli olarak yer verilebilmektir.

Jane Eyre, özellikle Victoria Dönemi’ndeki kadın-erkek ve toplum-kadın ilişkilerine en objektif şekilde yaklaşabilen karakterlerden birisidir. Victoria dönemi kendi içinde de çok karmaşık bir dönemdir. Toplumda söz sahibi bir kraliçeyken topluma özellikle kadınları kısıtlayan kurallar koyan kişi de kraliçedir. O dönem kadınların erkekler ile evlenerek hayatlarını güvenceye aldığı, kadınların tek başına toplumda birey olarak kabul edilemedikleri, kadınların naif, evcimen olması gerektiğini savunan bir dönemden ibaretken Charlotte Brönte bu döngüyü kıracak bir işe imza attı ve “Jane Eyre” eserini önce topluma daha sonra da dünyaya tanıtmayı başardı. Herkesin tatlı bir aşk hikayesi olarak bildiği bu romanın arkasında aslında çok güçlü bir kadın karakter ve onun herkesi değiştirecek düşünceleri vardı.

Jane karakterini başlarda döneminin istenilen kadın stereotipine ayak uyduramayan, asi veya “ukala” olarak görsek de aslında daha sonra tüm tabuları kendi başına yıkmayı başarabilmiş bir kadın figürü olarak değişimini fark ediyoruz. Jane’in; Rochester’a olan aşkının mantığının önüne geçmemesi, devamlı içinde bulunduğu durumları sorgulaması, istenilen kadın figürlerini reddedip kendini her geçen gün her açıdan daha da geliştirmesi o dönem için muazzam bir başkaldırı olarak nitelendirilebilir. Aynı zamanda feminizm ruhunun tam olarak ateşlendiği ve üzerine çok şey yazılabilecek bir eser olduğu da göz önünde bulundurulabilir.

Aradan zaman geçtikten sonra bile, yıllar değişse de toplumlardaki sorunlar tekrar etmeye devam etmiştir. Yine de Jane Eyre’in başlattığı bu güçlü kadın tanımından sonra kadın yazarlara erkek yazarlar da destek vererek feminizm temasını daha da ön plana çıkarmaya başlamışlardır. Oscar Wilde, bu yazarlar arasında kendine yer bulan isimlerden birisidir. “Önemsiz Bir Kadın” (A Woman of No Importance) eseriyle tıpkı Charlotte Brönte gibi döneminde büyük ses getirmeyi başarmıştır. Eserde Jane’den farklı olarak Bayan Arbuthnot karakteri karşımıza çıkmaktadır. Dul ve tek çocuklu bir kadın olduğu için toplum tarafından ezilmesi, çocuğunun babası olan adamın onunla evlenmemesi ve durmadan ona hakaret etmesi, bunlarla birlikte adamın onu topluma “önemsiz bir kadın” olarak tanıtması yine tipik bir dönem değerlendirmesidir. Bayan Arbuthnot başta tüm bunlara boyun eğse de en sonunda kaderini baştan yazıyor ve ağzından o meşhur cümle çıkıyor: “Özel birisi değil. Önemsiz bir adam.” Bizlere de harika bir farkındalık sunuyor: “Eğer ben önemsizsem sen de öylesin. Ben bir birey olarak buradayım, değersiz bir eşya olarak değil.”

Buraya kadar olaylar ve karakterler arası bağlantılar kuruldu, örnekler verildi. Tamam ama bu iki karakterin ortak özellikleri neler ve neden bu iki karakteri özellikle güçlü kadınlar listesine aldık? Bu karakterlerin sırrı neydi ki? Jane Eyre ve Bayan Arbuthnot’ın yolları bir şekilde ortak bir noktada kesişiyor aslında. Bu ortak yol da feminizm aydınlanması oluyor. Her iki karakterin de aynı dönem koşulları içinde yaşamaları, sevdikleri adamların üst sınıftan olmaları, ikisinin de erkek egemenliği altında ezilmeleri ve toplum tarafından hor görülmeleri onları tek bir kaderde birleştiriyor. Hikayenin sonu ne olursa olsun ikisi de aslında toplumda birey olduklarını, yanlarında onlara destek olacak bir erkek olmadan da hayatla başa çıkabileceklerini ve onlara konulan sınırlardan çok daha fazlası olduklarını fark edip bunu okurlara da fark ettiriyorlar.

Seslerini yükseltmeleri, “Ben kadın olarak bu toplumda varım ve var olmaya devam edeceğim!” diyebilmeleri ve güçlü olmanın sadece statü ile ilgili değil, aslında kendini yeniden ayağa kaldırarak mümkün olduğunu gösterdikleri için güçlü kadınlar arasında yer alıyorlar. İşte tam da bu noktada feminizm hareketinin gücünü de görmüş oluyoruz. Feminizmin toplumdaki kalıplaşmış tabulardan, ayrımcılıklardan uzak bir idealizm olduğunu daha iyi anlıyoruz. Karakterler bize bunları sunarken toplum olarak bize de bu düşünceyi iyice kavrayıp hayatımızda uygulamaya koyma görevi düşüyor.

Günümüz dünyasında hala aynı sorunlarla karşılaşmaktayız. Dünyanın neresinde olursa olsun kadın ve erkek hala eşit değil, hala aynı şartlar altında yaşanılmıyor ama kadınlar gün geçtikçe eşitlik için seslerini duyurmaya devam ediyor. Tabi kadınlara destek olan, feminizm düşüncesini destekleyen erkekler sayesinde de bu düşünce gün geçtikçe popülerlik kazanıyor. Feminizm olgusunu tam olarak topluma uyduramamış olsak bile tanınırlığının günden güne artması herkesin içinde bir umut uyandırıyor. Kim bilir, belki yakın bir gelecekte daha adil, kalıplardan uzak ve huzur dolu bir toplumda bulacağız kendimizi. Bu yolda ancak hep beraber hareket edersek yol alabiliriz. Unutulmamalıdır ki tek el, kendi başına hiçbir ses çıkaramaz ama iki el birleştiğinde işte o zaman ses çıkar. Öte yandan, sadece toplumda değil, sanatta da nice Jane Eyre ve Bayan Arbuthnot gibi güçlü kadın karakterleri görmek, onların fikirlerini anlayıp bunu topluma doğru bir şekilde yansıtmak bize daha adil sonuçlar sağlayacaktır. Charlotte Brönte, Oscar Wilde ve aynı düşüncede olan yazarların daha çok arttığını görmek ve hep beraber eşit olduğumuz o günleri görmek dileği ile…

Editör: Pozan

--

--