Geçmişe Özlem, Geleceğe Umut ve Şimdi

Anda olmak ya da olamamak

Mehmet Emirhan Öz
Yazı Rehberi
3 min readSep 20, 2023

--

İnsan mutluluğu ve huzuru neden bulunduğu zaman diliminde elde edemez? Neden geçmişi özlemle anar, gerçekleşmesini beklediği olaylar ile geleceğe bel bağlar? Doyumsuz mudur yoksa başka hayatlarda görüp ulaşamadıkları insana daha cazip ve yaşamaya değer mi gelir? Yoksa şikâyet etmek bir yaşam biçimi midir?

Photo by Hadija on Unsplash

Geçmişe özlemle bakarız ve geleceğe bel bağlarız çünkü büyürüz. Büyürüz ve gerçeklerle aramızda koruyucumuz olan ailemiz değil bizler göğüs göğüse geliriz.

Küçükken ne de güzeldi hayat. Hatırlıyorum da okula başladığım o ilk günü. Güneş odama perdeden süzülerek girmiş, odamı aydınlatmıştı. Güneş bile bir başka doğmuştu sanki. Kuşların sesi sanki bir başka güzel geliyordu. Acaba okul da bu kadar güzel miydi? Bir insan hayatının hangi döneminde bu kadar büyük bir yaşam sevinciyle kalkar ki yataktan. Hatırla, okula başladığın o ilk günü, ilk kez bisiklete bindiğin anı, koşarken düştüğün ve kendi başına deneyimlediğin o ilkleri… Deneyimleyeceğin birçok oyun ve keşfedecek bir dünya var senin için ve sen bunları yapmaya hevesliyken sana ket vuracak negatif olan tüm gerçeklerden habersizsin. Arkanda ise sana destek olmak için hazır bir ailen var. Böyle düşününce de insanın bu özlemine kayıtsız kalmak gerçekten zor.

‘’Peki geleceğe neden bel bağlıyoruz?’’ cümlesini içimden henüz geçirirken, daha bitirmeye kalmadan, aklımda sebebi beliriyor. Cevabı bulması da zor değil aslında. Geçmişimiz bizi cezbetmiyorsa veyahut geçmişe dönemeyeceğimiz gerçeği ile yüzleşmek bizi üzüyorsa, bahsettiğim üzere bulunduğumuz “anda” da mutluluğu elde edemiyorsak geriye tek bir yol kalıyor: Gelecek. Geleceğe duyulan merak ve beklenti… Ulaşmak istediğiniz hayata bir sürecin sonunda size hediye edileceği umuduyla geleceğe bakışta bulunmak. Başka türlü, insan bulunduğu “anda” nasıl hissederdi ki? Devir daim yapan bir cenderenin içinde sıkışmış bir vaziyette, bu çekilmez hayatın gözlemcisi olarak olacakları tekrar tekrar izlemek zorunda gibi mi?

Doyumsuzluk da neyin nesi peki? Başka hayatlar bize neden ilgi çekici gelir? Misafir çocuğunun oyuncakları neden daha güzeldir? Belki de yaşamadığımız hayatlar bizim yaşamakta olduğumuzdan daha cazibelidir. Peki, öyle değilse? İmrenilen o hayatların en güzel taraflarını görürüz. Bu bazen bir ünlü olur bazen çevremizden bir tanıdık…

Neye feda edilir ki bir hayat? Geçici zenginliğe mi, her daim ihtiyaç duyacağın sağlığına mı? Dedim ya mesele belki de ulaşamamaktır. Ulaşılmazlığın destekçisi, belki de son zamanlarda hepimizin de yapmakta olduğu, yaşam biçimi olan şikayet etmek midir? ‘’Ne yani bulunduğumuz duruma her koşulda tabi mi olacağız? Şikâyet etmek de mi suç oldu şimdi?’’ diye içimden geçirmedim de değil açıkçası.

İçinde bulunduğumuz duruma serzeniş, bir harekete sebep olmuyor ve hayatımızda olanları dışarıdan bir gözlemci gibi kayıtsız kalarak izlemeye devam ederek kurban rolüne bürünüyorsak ne yazık ki şikayet etmek bizim de yaşam biçimimiz haline gelmiş demektir. Solan hayat enerjimiz de bizden uzaklaşmak için bu kadar güzel bir bahane bulamazdı sanırım.

Bizi mutlu edecek şeyler bazen sandığımızdan da yakındır. Ne geçmişe özlem duyup iç çekmek ne de hayatını hiç tökezlemeyecekmiş gibi engebesiz bir yolun sonundaki gelecekte yaşamanın hayalini kuralım. Hayatı olduğu gibi kabul edip kurban rolünden sıyrılalım derim dostlar. Yaşamakta olduğumuz hayatın içinde güzellikleri de hissederek yaşayalım. Yaşayalım ki hayatın farkına varalım. Usta şair Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair adlı dizesinden iki satır ile veda etmek istiyorum.

Yaşamak şakaya gelmez

Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

Yaşamakta olduğumuz kendi hayatımızdaki anların kıymetini bilerek yaşama tutunmanın farkında olmak bilinciyle hoşça kalın.

Editör: Rüya Yaşar

--

--