Her Yazarın İzlemesi Gereken Bir Film

Whisper of The Hearts ve Aceleyle Yazmak Üzerine

meyra sare
Yazı Rehberi
4 min readMar 10, 2023

--

Bir sabah Türkçe öğretmenimin yanına gidip heyecanla “Bir kitap yazıyorum!” dediğimde on dört yaşımdaydım. Bana dediği ilk şey “Acele etme, yavaş yavaş yaz” olmuştu. O zamanlar ne dediğini anlamamıştım. Neden acele etmeyeyim? Genç yaşta bir yazar olmanın nesi kötü olabilir ki? Genç yaşta büyük şeyler yazıp ismini duyuran bir sürü insan vardı. Ben de onlardan biri olabilirdim ama sanırım yaşımın küçüklüğünden bahsetmiyordu. Bir kitabın, bir romanın emek ve zaman istediğini söylemeye çalışıyordu. Evet, yazdığım kitabı 14 yaşımdayken de bitirebilirdim ve belki şansım yaver giderdi ve kitabı basılı olan bir yazar da olabilirdim ama asıl istediğim bu muydu? Yazarlar olarak asıl istediğimiz bu mu?

Aynı soru aklıma Whisper of the Hearts izlerken de geldi. Whisper of the Hearts en sevdiğim Ghibli filmlerinden, ne zaman izlesem bana ilham veriyor. Belki baş karakter Shizuku da benim gibi henüz on dört yaşındayken kitap yazmaya ve bitirmeye çalışan bir yazar olduğundandır. Film, okumayı çok seven, şarkı sözleri karalayan ve kim olduğunu bulmaya çalışan Shizuku’nun hikayesini anlatıyor. Shizuku, kendisiyle aynı kitapları okuyan Seiji ile karşılaşıyor. Seiji, Shizuku’nun aksine kim olduğunun, hayatta ne yapmak istediğinin farkında. Keman yapma konusunda yetenekli ve hayatını bu yönde şekillendirmek istiyor. Shizuku da Seiji’den ilham alarak kim olduğunu keşfetmek için yazmaya başlıyor.

Yazma macerası biraz hızlı. Kendini her şeye kapatıp sadece içindeki kelimeleri dışarı aktarmaya odaklanıyor ve ortaya çıkan eser tabii ki ham, henüz yontulmamış değerli bir taşa benziyor. Bu benzetme beni her seferinde ağlatmayı başarıyor çünkü ben de Shizuku gibi içimdeki kelimeleri hızlı bir şekilde dışarı çıkarıp ortaya benim olmasıyla gurur duyacağım bir eser bırakmak istiyorum ama benim olmasıyla gurur duyacağım bir eser ortaya çabucak çıkabilir mi? on dört yaşımda da olsam, yirmi dört yaşımda da olsam bir romanı, bir sanat eserini hemen yaratamam çünkü sanat emek ve ince bir işçilik ister. Hemen olursa ortaya çıkan eserle gurur da duyamam çünkü o eser henüz olmamıştır, hala gelişmesi, değişmesi gereken kısımları vardır.

Evet, ortada hiçbir şey yokken sadece hayal gücüm ve emeğimle o şeyi var etmek kulağa çok güzel geliyor, belki de bu yüzden onun çabucak ortaya çıkmasını, sadece benim zihnimin içinde sıkışıp kalmamasını istiyorum. Muhtemelen sen de bunu istiyorsun okuyucu, bu yüzden buradasın. Bitirmek güzel, cezbedici. İçin kıpır kıpır oluyor bitmiş, binlerce okuyucuya ulaşmış, yüzlerce kalbe dokunmuş eserini düşününce. Ama acele etmek de bir o kadar kötü, hüsrana uğratıcı. Acele edince ortaya ham bir eser çıkıyor; bitmiş, cilalanmış, kalplere dokunmaya hazır bir eser değil. Kendini her şeyden soyutlayıp sadece o eseri ortaya koymaya odaklanınca o eser istediğin şekilde yaratılmıyor. Yaratmak için birazcık da yaşamak gerekiyor. Ama yaşamın yoğunluğu arasında kaybolup eserinle ilgileneceğin vakti azaltınca da o eser zihninin içinden çıkmamakta ısrar ediyor.

Ne Yapacaksın O Zaman?

Sanatçılar, yazarlar olarak en büyük sorunumuz bu bence. Her şeyden soyutlanıp yazmak mı, hayatın yoğunluğu içinde sıkışıp kalmışken yazmak mı? Kulağa ne kadar cezbedici gelse de kendini soyutlayıp yazmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Filmin sonunda Shizuku da aynı sonuca vardı bence. Yazdığı eserin mükemmel olmadığının, birçok hatasının olduğunun farkındaydı. Farkında olmadığı şey eserinin bitmemiş olduğuydu. Yazdı, onu ilk ham haliyle dünyaya getirdi. Şimdi onu geliştirme zamanı. Hayatını yaşarken, liseye gidip yeni arkadaşlıklar edinirken, kalbi kırılırken, umudunu kaybederken, sonra hepsini tekrar tekrar geri kazanırken eserini de kendisi ile birlikte cilalayacak. Mükemmel olmasa da mükemmele yakın bir hale getirecek. Çünkü yaşamak ve yazmak o kadar da farklı şeyler değiller nihayetinde. Hayatını birkaç haftada hızlıca yaşayamayacağın gibi, bir hikayeyi de birkaç haftada hızlıca yazamazsın.

Peki Ne Yapmalı?

Ben çözümü, filmin de tavsiye ettiği yaşa, yaz, yaşa diye bir yöntem geliştirmekte buluyorum. (Araya bir de okumayı serpiştirelim tabii çünkü yazmak için yaşamak kadar okumak da önemli.) Bu yöntemde, -bir saniye önce oluşturdum, henüz denemediğim için bazı eksiklikleri olabilir- önce biraz yaşaman gerekiyor ki kalemini eline aldığında ben ne yazacağım ki şimdi olma; kelimeler, karakterler, olaylar aklına kolayca gelsin. Sonra biraz yaz, belki Shizuku gibi haftalarını bu eyleme verip geri kalan her şeyi arka plana atabilirsin. Sonucunda ortaya mükemmel bir şey çıkmaz ama en azından bir şey çıkar ve sonra biraz daha yaşa. Bu noktada eserinin eksikliğini ve aceleyle yazdığın o dönemde neleri gözden kaçırdığını görebilirsin. Biraz daha yaşadığın için eserin daha gerçek olur, daha çok kalbe dokunur.

Umarım film de, yazım da size biraz olsun ilham vermiştir. İyi yazmalar…

Editör: nur

--

--