İklim Krizi Ve Ekolojik Yaşam Nedir Ne Değildir

Zeynepsudebek🪼
Yazı Rehberi
Published in
8 min readMar 31, 2023

Aldığımız her bilinçli nefes aslında bir zaferdir.

Leonardo DiCaprio ve Athena Gökhan dahil olmak üzere, binlerce kişi iklim krizi hakkında yazıp çizdiğine göre sıra bizde demektir.

İnstagram:Archeoplastica

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bugün iklim krizini ve beraberinde getirdiği durumları konuşacağız.

Bununla beraber ekolojik yaşam nedir ve nasıl ekolojik yaşarız sorularının da cevaplarını vermeye çalışacağım. Kendi hayatımda uyguladığım durumları anlatarak ben ne yapabilirim diyen insanlara yardım etmeye çalışacağım. Hazırsanız başlayalım!

Aldığın her nefesin farkında ol.

İklim krizi, yeryüzü sıcaklığındaki uzun vadeli değişimleri ifade eder. İklim sıcaklıklarının ortalamalarının üzerinde seyretmesi, buzulların erimesi gibi bilindik örnekler verebiliriz.

İklim krizi, küresel ısınma veya iklim değişikliği olarak da adlandırılır. Son dönemlerde daha çok iklim krizi olarak gündeme gelmesinin başlıca nedeni artık bir krizin eşiğinde olmamızdır. Volkan patlamaları, taşkınlar, kasırgalar, kuraklık gibi pek çok doğa olayları iklim krizine sebep olan olaylar olsa da iklim krizine sebep olan olayların büyük bir kısmı insan faaliyetleri sebebiyle oluşur.

Çocukluğumuzdan beri konuyla ilgili duyduğumuz nerdeyse her cümle iklim krizinin başlıca nedenleri olarak karşımıza çıkar. Bize öğretilen birkaç bilgi hala da aynı şekilde ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunuluyor. Aynı argümanlar ile yılları devirip adım adım kıyamete yaklaşıyoruz. Tabir-i caizse kendi celladımıza aşık oluyoruz.

Kullanmadığınız lambaları söndürün, diş fırçalarken suları kapatın, kullanmadığınız cihazların fişlerini çekin…

Bunlar elbette ki doğru lakin yeterli olmanın yanından bile geçmiyor.

İlkim krizine ne neden olur?

Attığımız her adımda fark etmeden iklim krizini tetikliyoruz. Kullandığımız her şey ile ciddi derecede doğaya ve kendimize zarar veriyoruz. Uzun zamandır buna devam etsek de bir başlangıç arıyoruz. Suçlu olmadığımızı kendimize ve çevremizdeki insanlara kabul ettirmek için bir milat.

Sanayi Devrimi.

Yenilenemez kaynakların hızla tüketilmeye başlaması, fabrika sayılarındaki artış, kullanılan su ve plastiğin önceki dönemlere göre zirveyi görmesi…

Peki, bunları biliyoruz da tam olarak temelde ne sebep oluyor derseniz en basit haliyle açıklayayım:

· Fosil yakıt kullanımı: Kullandığımız araçların ve fabrikaların ham maddesi olan fosil yakıtları kullandığımız zaman yüksek miktarda karbondioksit açığa çıkarırız. Bu durum yüksek derecede hava kirliliği ve asit yağmurlarına sebep olur. Sera gazı salınımıyla ozon tabakasının delinme riskini arttırır. Ozon tabakasının delinmesi güneşten gelen UV ışınlarının artmasına neden olur.

Işın insanlarda deri kanseri ve katarakt gibi rahatsızlıklara sebep olur. Hayvan ve bitki türlerine de doğrudan zarar verir. Ekosistem bozulur ve yapılan tarım ciddi şekilde zarar görür.

Şu ana kadar görülen en büyük ozon tabakası delinmesi ise 2006 yılında Antarktika kıtasındadır.

· Ormanların bilinçli tahrip edilmesi: Tarım, hayvan yetiştiriciliği gibi durumlar için dünyanın her yerinde ormanlar tahrip edilir.

Dünyanın akciğeri adıyla anılan ve yılda bir milyar tondan fazla karbon salınımını önleyen yağmur ormanları, bugün üçte ikisini kaybetmiş durumda. Ormanın bir kısmı tarım için kesilirken bir kısmı da bilinçli olarak yakıldı ve yakılmaya da devam edecek.

· Artan insan nüfusu: İnsan nüfusu arttıkça ihtiyacımız olan hemen hemen her şeyin üretiminde artış gerçekleşti ve gerçekleşmeye de devam edecek. Bu durum daha çok alana yayılıp daha çok doğayı tahrip etmemize neden oldu.

· Toprak Degradasyonu: Aşırı otlatma, fazlaca kimyasal kullanılması, erozyon, zemin sıkılaştırılması gibi bir çok etken toprak kalitesini düşürüp doğayı tahrip ediyor.

Birleşmiş Milletlere göre, her yıl tarım arazilerinin on iki milyar hektarlık kısmı bu sebeplerle ciddi hasar görüyor.

İklim krizinin var olduğunu biliyoruz. Bilmemize rağmen çok da ciddiye alınan bir konu değil. Bunun sebebinin küresel ısınma, çevre kirliliği ve su kirliliği gibi olayların uzun sürede gerçekleşiyor olması olduğunu düşünüyorum. Kısa vadede bir şeyler gerçekleşmediği için bu tarz şeyler olmuyormuş veya olsa bile biz etkilenmeyiz gibi düşünüyoruz. Kısaca her zamanki gibi bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi düşünüyoruz.

Lakin artık böyle düşünmek için çok geç. Dünyanın başına gelen her türlü olay bir insan ömründe rahatlıkla görülebilecek seviyeye ulaşmış durumda.

Basit birkaç örnek verirsek;

1. Geçtiğimiz 31 yıl içinde sadece buzullarımızın %48'ini küresel ısınma yüzünden kaybettik.

2. 2008–2019 yılları arasında mercanlarımızın %14'ü yok oldu.

3. Ülkemizde yağmur oranları geçtiğimiz yıla göre %38 azaldı.

4. Şu an Türkiye altmış üç yılın en kurak dönemini yaşıyor.

5. Küresel ısınma sebebiyle uzmanlar 2022–2026 arasında en sıcak yılları yaşayacağımızı bildiriyor.

6. Dünyada her yıl ortalama on üç milyar hektar orman tahrip ediliyor.

7. Sadece 1950–1980 yılları arasında ormanlarımızın yüzde yirmi beşini kaybettik.

Tüm bunlar gözünüzü korkuttu mu? Umarım korkutmamıştır çünkü daha anlatacak çok şeyim var.

İklim krizi kapıda ise neden hala önlemler alınmıyor diyebilirsiniz. Sebebi çok basit: İnsan çıkarları.

Üretilen her türlü ürünü o kadar hızlı tüketiyoruz ki seri üretimler artık insan tüketimine yetişemiyor. Geri dönüşüm gibi gösterilen hiçbir şey aslında geri dönüşüm değil. Sadece öyle zannetmemiz isteniyor ki bu sayede gönül rahatlığıyla tüketime devam edebilelim.

Birazdan anlatacağım plastik konusunda bundan detaylıca bahsedeceğim ama öncesinde anlatmak istediğim birkaç şey daha var.

İnsan olsa kapımızı en çok çalacak kişi: Su krizi

Evet.

Bunun için mi tüm bu tantana, bunu zaten biliyoruz diyebilirsiniz. Fakat gerçekten bunun bilincinde misiniz?

Size soracağım birkaç sorunun cevabını düşünün ve sonrasında cevaplarınızı verilerle karşılaştıralım. Ortaya çıkan tablo çoğu zaman hiç de düşündüğünüz gibi olmuyor.

-Günlük kişi başı kaç litre su tükettiğinizi düşünüyorsunuz?

-Sanal su ne demek biliyor musunuz?

-Sıfır gün projesinden haberdar mısınız, eğer haberdar iseniz ülkemize veya size kaç yılda geleceğini düşünüyorsunuz?

Cevaplarınızı verdiyseniz yavaştan anlatmaya başlayayım.

Bildiğiniz gibi dünyamızın %70'i sularla kaplı. Buna rağmen suların %97,5 gibi bir oranı tuzlu su kaynaklarından oluşuyor. Geriye kalan tatlı su kaynaklarının ise bir kısmı yeraltı sularından oluşuyor. Sonuç olarak bize kalan içme suyu %1 civarında. Tarım için de tatlı su kaynaklarını kullandığımız için bu oran aslında %1 bile değil. Yani aslında elimizde hiç olmayan suyu bozuk bir para gibi harcıyoruz.

Gelelim sanal su konusuna.

Sanal su, gıda ve diğer ürünlerin üretimi için kullanılan su miktarını ifade eder.

Mesela şu an yazımı okurken kahve içiyorsanız elinizde tuttuğunuz sıvı miktarı bir bardak değil.

Bir bardak kahvenin sanal su maliyeti yüz kırk litre.

Üstelik bu rakam diğerlerinin yanında devede kulak kalıyor.

Ülkemizde ortalama bir kişinin günlük kullandığı su miktarı yüz doksan litre.

Kimse bu kadar su tükettiğini düşünmüyor fakat sadece bir sifon çekişinizde on beş litre su harcıyorsunuz. Haftada kaç kere et yediğiniz veya kaç litre süt tükettiğiniz bile kullandığınız su miktarınızı etkiliyor.

Attığımız her adımda biraz daha yok oluyoruz.

Sadece;

· Üzerimizde olan herhangi bir tişörtün üretiminde yaklaşık olarak iki bin yedi yüz litre su kullanıldı.

· On dakika duş aldığımızda yüz yirmi litre su tüketiyoruz.

· Dün akşam yediğimiz hamburger aslında iki bin iki yüz otuz bir litre su idi.

· Az önce ön yıkamaya attığımız çamaşırlar fazladan on litre su harcadı.

· Sıyırmadan makineye dizemediğimiz bulaşıklar elli yedi litre su harcıyor.

· Bir bulaşık makinası bulaşığı elde yıkarsak yüz üç litre su harcamış oluyoruz.

Kullanmamız gerekenden fazla su kullanıyor oluşumuz konumuz hakkındaki tek olumsuz eylem değil. Dünyada ve ülkemizde su tüketim ihtiyacı hızla artarken zaten az olan kaynaklarımız hızla kirleniyor.

Hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, plansız sanayileşme, sadece kar amacı güden politikalar sonucunda elimizde olan iki gram suyu maalesef kaybediyoruz.

Su kalitesinin bozulmasına neden olan kaynaklar arasında;

· Arıtması olmayan endüstriler ve yerleşim yerleri

· Tarım alanlar için kullanılan kimyasal ilaçlar ve suni gübreler

· Tarım alanlarının tarım dışı kullanımı

· Yol yapımları

· Ormansızlaştırma

gibi etkenler ilk sırada sayılabilir. Bunların sonucunda; erozyon, kirlilik, su rejiminin değişmesi, sedimasyon tarzında birçok olumsuz etki meydana gelir.

Gelelim su konusunda bahsetmek istediğim en son konu olan sıfır gün projesine. Sıfır gün projesi, su kaynakları artık yetersiz kaldığında ve son raddeye geldiğimizde uygulanması düşünülen korkunç bir senaryo aslında. Günlük olarak kişi başı suyun yirmi beş litreye sabitlenmesi olayı.

Dünyada hiçbir ülke daha sıfır gün projesini hayata geçirmedi.

Fakat mevzubahis konuya bir ülke çok yaklaştı: Güney Afrika.

1995 ve 2018 yılları arasında şehrin nüfusunun yüzde seksen beş artması büyük bir su kıtlığının geldiğinin habercisiydi. Cape Town mecburen dünyada susuzluğu ilan eden ilk büyük şehir oldu.

Sıfır su projesini geciktirmek için Cape Town şehrine su sınırlaması getirildi. Kişi başı elli litre su verilmeye başlandı.

Bir süre sonra her evin kendine has girişimleri oldu çünkü olmak zorundaydı. Duş sularını değerlendirmek, yağmur sularını toplamak, bahçelerini sulamak için bir yerlerden su arttırmaya çalıştılar.

Fazlaca turistik bir şehir olması otelleri bu uygulamadan kurtaramadı. Havlular, çarşaflar daha az yıkanmaya başlandı. Duş süreleri kısaltıldı. Turistlerin suya erişimi belli saatler arasında indirgendi.

Tüm çabaları günümüzde sonuç verdi. Cape Town sıfır gün uygulamasını geciktirmeyi başardı.

Ülkemiz için aynı şeyi söylemek maalesef ki mümkün değil. Uzmanlarımız tarafından projenin ülkemize gelme riskleri konuşuluyor. Umuyorum ki buna hiç gerek kalmaz.

İnandığımız en kötü peri masalı: Plastikler

Genel olarak yazıyı yazma fikri tamamıyla plastikler konusundan çıktı benim için. Hiç bilmeyen insanlara plastikleri anlatayım derken çember genişleyip iklim krizine kadar ulaştı. Bu son kısımda ekolojik yaşamdan bahsedeceğim ve plastiklerin aslında ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Ekolojik yaşam, doğadaki ekolojik dengeyi bozmadan, doğal yaşamı mümkün olduğunca koruyarak sürdürülen yaşam tarzı olarak tanımlanabilir.

Ekolojik yaşama uyum sağlamanın çok zor olduğunu düşünüyor olabilirsiniz.

İşler pek de öyle değil aslında.

Ekolojik yaşam pahalı değildir. Ekolojik yaşam ucuz da değildir.

Ekolojik yaşam zihinsel ve fiziksel olarak hayatımızı sadeleştirme, doğayı koruyarak yaşama durumudur.

Hayır. Vegan olmayan insanlar da ekolojik yaşamın bir parçası olabilir.

Şimdi plastiklerin ne olup olmadığından biraz bahsedelim ve hayatımıza ekolojik yaşamla bunu nasıl uygulayabiliriz bir bakalım.

Plastikler, ana bileşen olarak polimerler kullanan çok çeşitli sentetik veya yarı sentetik malzemelerdir. Plastisiteleri, plastiklerin çeşitli şekillerde katı nesnelere kalıplanmasını, ekstrüzyon edilmesini veya basınçlı kalıplama’nı mümkün kılar. Bu, esnek ve üretilmenin ucuz olması gibi çok çeşitli diğer özelliklerin yaygın kullanımına yol açmıştır.

Tanımdan da anlaşılacağı gibi plastikler ucuz olduğu ve tüketilmesi pratik olduğu için üretilir.

Üretildiği kadar hızlı tüketilirler ancak tüketildiği kadar hızlı geri dönüşmezler.

Hatta hiç geri dönüşmezler.

Bu konuda plastikleri üçe ayırabiliriz.

1. İçinde olan madde yüzünden geri dönüşmeyen plastikler. (Strafor tabak)

2. Geri dönüşebilen ancak piyasası olmadığı için geri dönüşmeyen plastikler. (Diş macun tüpleri)

3. Geri dönüşebilen ancak çok hızlı tüketildiği için sadece yüzde dokuzu geri dönüşen plastikler. (Pet şişe)

Artık iyimser olmak için çok geç.

Kullandığımız şekli bozulmuş pet şişe, yağlı kese kâğıtları, yağlanmış yemek kutuları, kullanılmış plastik çatal bıçaklar, ıslak mendil, plastik poşetler, yağlı tepsi kağıtları, fırın poşeti, karton bardaklar ve plastik pipetler geri dönüşmez.

Fakat hala umut var.

Bunlar yerine cam şişe, termos, cam saklama kapları, metal çatal bıçak, metal pipet, slikon fırın matları ve bambu streçler kullanabiliriz çünkü cam ve metal sonsuz kez geri dönüşebilir ayrıca tamamen sağlıklıdır.

Artık iyimser olmak için çok geç

Kullandığımız plastik diş fırçası, şampuan kutuları, diş macunu tüpleri, kozmatik ürünler, bakım malzemeleri, temizlik malzemeleri ve plastik taraklar geri dönüşmez.

Fakat hala umut var.

Bunlar yerine bambu diş fırçası, katı şampuanlar, tablet diş macunları, doğa dostu kozmetik ürünler, kabak lifi ve tahta tarak kullanabiliriz çünkü çoğu hiç atık çıkarmaz ve geri dönüşebilir.

Yukarıda verdiğim örneklere binlercesi eklenebilir çünkü plastiklerin geri dönüşüm oranı yüzde iki bile değil. Kullandığımız nerdeyse hiçbir plastik geri dönüşmez. Tamamıyla doğa dostu alternatifleri olsa bile plastiklere oranla kullanım oranı çok az.

Eğer hiçbir plastik geri dönüşmüyorsa tüm plastikler nereye gidiyor?

Tüm problem burada başlıyor aslında çünkü hiçbir yere gitmiyorlar. On yıl önce çay içtiğiniz karton bardak gezegenimizde bir yerlerde dolaşıyor. En iyi ihtimalle yakılmıştır.

Artık iyimser olmak için çok geç

Bugün Pasifik Okyanusundaki plastiklerin sayısı Türkiye’nin yüz ölçümünün beş katı.

Artık iyimser olmak için çok geç

Akdeniz’i en çok kirleten ülke günde yüz kırk dört ton plastik atık ile Türkiye.

Artık iyimser olmak için çok geç

Yapılan son araştırmalarda anne sütünde dahi mikroplastikler bulundu.

Fakat hala umut var.

En umutsuz kaldığımız anlarda bile umut vardır.

Umuyorum ki yazı bu kadar uzun olduğu için sıkılmamışınızdır ve faydalı olabilmişimdir.

Aslında ekolojik yaşam benim yolum değil, sizin yolunuz da değil.

Yol orda hep var ben sadece o yolun yolcusuyum.

Dilerim ki bir gün hepimiz aynı yoldan doğayla el ele yürürüz. Yol hepimizin.

Evet. Dünyayı biz kurtaracağız.

Sağlıcakla…

Editör: nur

--

--