İncir Hikâyesi — 2

Eğer yolun sonundaymış gibi hissediyorsan bir kapı ara çünkü her kapı yeni bir yere açılır.

Gamze🍀
Yazı Rehberi
5 min readOct 14, 2023

--

Photo by Casey Horner on Unsplash

Herkes, ileriki yaşlarında nasıl biri olacağını düşünür. Görünüşü, eşi, çocukları, mesleği, hayalleri…

Herkes, her şeyi en güzel şekilde hayal eder. En güzel meslek, en güzel aile. Ama kimse bir hastalık hayal etmez. Tıpkı onun gibi…

Çok olmadı alzheimer teşhisi koyuldu. Bu davetsiz misafiri yeni yeni kabulleniyordu. Aslında kabullenmek zorundaydı hastalık belirtileri artık çok ciddiydi o da bunun farkındaydı. Peki o kim mi? Petunya, iyisiyle kötüsüyle bir hayat yaşamış artık tek meşgalesi torunu olan bir kadın. Hasta bir kadın. Petunya bir çiçek türü. Umudu temsil eden bir çiçek. Çok ironik değil mi? Umut dolu bir isimle, umudun sıfır olduğu bir hayat yaşamak. Çocukluğundan itibaren kolay bir hayat yaşamadı. Çünkü farklıydı. O da normal bir çocuktu ama çocukları bilirsiniz o yaşlarda çok acımasız olurlar. Turuncu saçları vardı. Herkesin kahverengi- sarı saçlı olduğu ortamlarda o turuncuydu. İnsanlar kendilerinden farklı olanları sevmezler. Bir anormallik ararlar. Ama Petunya anormal değildi. Sadece farklıydı. Saçının doğal olduğuna çoğu insan inanmazdı. Kimseyi inandırmak gibi bir derdi de yoktu. Ama insanların doğru olan bir şeye inanmamaları üzücü bir durumdu.

Petunya, bir kaç gündür her gün bir şeyler yazıyordu. Yazarsa unutmayacağına, bu hastalığın pençesinden kurtulacağına inanıyordu. Ama keşke her şey bu kadar basit olsaydı, değildi… Petunya her geçen gün hastalığının belirtilerini daha belirgin bir şekilde hissediyordu. Mesela her çarşamba torununu görmeye giderdi. İki haftadır yanlış günlerde gidiyordu. Geçen hafta salı bu hafta ise perşembe günü gitmişti. Kendisi çok emindi doğru gün olduğundan. Ama kızı bu durumdan hoşnut değildi. Artık evden çıkmaması gerektiğini torununu kendi getireceğini söylüyordu. Ama Petunya bunu istemiyordu. O çok sağlıklıydı ve kendi torununu görmeye gelebilirdi. Hastalığın onu yenemeyeceğine inanıyordu. Bir nevi direniyordu. Bu durumu çok geç kabullenmesi durumun herkes için zorlaşmasına sebep oluyordu. Tamam, çok müthiş bir hayatı olmamıştı fakat çok güzel anıları vardı. En kötüsü anısı bile onun bugünü oluşturan bir parçaydı. Onun hayatı bir evse anıları da bu evin temeliydi. temeli bozulmuş bir ev ne kadar sağlam olabilirdi ki. Hayatı elinde olmadan yıkılıyordu. Onu en çok üzen şey de buydu.

Bir de kimseye söylemiyordu ama ilaçları almayı da hep unutuyordu. Doktoru ilaçlarını alması gerektiği ile ilgili sıkı sıkı tembih etmişti. Kızı Deniz’i de bir yardımcı tutmaları gerektiği ile ilgili uyarmıştı. Ama Deniz bu konuda çok titiz davrandığı için hâlâ birini bulabilmiş değildi.

Bardağı taşıran son damla bu sabah gerçekleşti. Petunya her zamanki gibi uyanmıştı ama o sabah sanki onun için farklıydı. İçinde bulunduğu evi tanıyamıyordu, kaçırıldığını düşündü.

“Kaçırmışlar beni, burası benim evim değil,” diyerek kendini sokağa attı. Yürüyebildiği kadar hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sanki hiç görmediği bilmediği bir yerdeydi. Her yer o kadar yabancıydı ki onun için. Tanıdık biri ya da bir yer bulurum umuduyla yürümeye devam etti. Yürüdükçe işler içinden çıkılmaz bir hale geliyordu, daha çok kayboluyor ve daha çok korkuyordu. Sakinleşmeye çalıştı. Hatırlayabilirdi, hatırlamak zorundaydı. Güzel şeyler düşünmeye başladı, güzel anılarını…

Mesela liseye başladığı ilk gün, dün gibi hatırlıyordu. Bir çırpıda geçen dört yılın her anını dün gibi hatırlıyordu. İlk gün sınıfı bulamamıştı, bütün katları tek tek gezmiş ama sınıfı bir türlü bulamamıştı. Öğretmenler zili çalmasına rağmen o hâlâ katlarda bir aşağı bir yukarı sınıfını arıyordu. O zaman da yine şu anki gibi korkmuştu. Ama o zaman çocukça bir korku vardı. Ya öğretmenden sonra girersem ve öğretmen neden geç kaldığımı sorarsa ne diyecektim. “Sınıfı bulamadım,” eminim çok komik olurdu ve eminim ki bütün sınıf gülerdi. İlk günden böyle bir izlenim yaratmak istemiyordu. Bunlar Petunya’nın o günkü düşünceleriydi. Ama şu an olsa rahat rahat bir kaç kişinin gülmesi umurunda olmadan “Sınıfı bulamadım,” diyebilirdi. Çünkü bu çok normal bir şeydi. Kocaman okulda sınıfı bulamamış olabilirdi, kapıya sınıfı yazmamış olabilirlerdi -zaten o zaman bulması bir mucize olurdu- ya da bakan kör gibi defalarca sınıfın önünden geçmesine rağmen görmemiş bile olabilirdi ki öyle olmuştu. Girişteki ilk sınıf onun sınıfıydı. Defalarca kez önünden geçmesine rağmen görmemişti. Sınıfı bulduğu an bu duruma hayret etmişti.

Petunya’nın yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Onun için o gün çok güzel bir gündü. Yeni bir okul, yeni arkadaşlar ve beraberinde yeni bir hayattı. Saat bayağı ilerlemişti. Saatlerdir dışarıda yürüyordu. Bu sefer gerçekten kaybolmuştu. Tanıdık bir yer görmesi artık imkansız gibiydi.

Etrafına baktı. Evler azalmaya başlamıştı. Her yer yemyeşil ve ağaçlarla doluydu. Geri dönmek istedi ama o kadar çok sokağa girip çıkmıştı ki hatırlayamıyordu. Kaldırıma oturdu. Üzerini o an fark etti, pijamaları vardı. Uyanır uyanmaz kaçar gibi çıktığı için normaldi. Acıktığını hissetti. Yolun sonundaymış gibi hissediyordu. Acaba onu bulabilirler miydi? Çünkü o evini bulamıyordu. Petunya hep ne derdi? ‘‘Eğer yolun sonunda gibi hissedersen bir kapı ara çünkü her kapı yeni bir yere açılır.’’ Ya kapı yoksa? Hiç bu ihtimali düşünmüş müydü? Çünkü kapı bulması çok zor bir yerdeydi. En iyisi yardım istemekti. çünkü tek başına bu işin altından kalkamayacaktı. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Neden şehrin içinde insanların çok olduğu yerde bu aklına gelmemişti ki?

İlkokuldayken aynı bugünkü gibi kaybolmuştu. Ama o zaman hasta olduğu için değil evinin yolunu bilmediği içindi. Annesi her akşamüzeri onu okuldan almaya gelirdi. Ama o gün gelmemişti. bütün okul çıkmış, hizmetliler okulu temizlemiş onlarda çıkmak üzereydi. Yani okulda onun dışında hiç kimse kalmamıştı. Öğretmeni ona annesi gelesiye kadar çıkmaması üzerine tembih etmişti. Ama annesi gelmiyordu. Ben eve kendim gidebilirim diye düşündü. Ne kadar zor olabilirdi ki? Hep eve kendi başına giderse ne kadar büyüdüğünü de göstermiş olurdu. Çocukça bir cesaretle okuldan çıktı ve annesiyle her zamanki gittikleri yoldan yürümeye başladı. İlk başlarda her şey tanıdıktı. Doğru yoldan gittiğine emindi ama sonra ilerledikçe her şey yabancı olmaya başladı. Geçtiği yolları tanımıyordu. Yabancı bir yerdeydi sanki. İnsanlar hızlı hızlı yanından geçiyordu. Sanki o yavaşlıyor insanlar hızlanıyordu. Aynı bugünkü durumdaydı. İnsanların yüzüne baktı, tanıdık bir sima aradı ama yoktu. Kaldırıma oturdu ve ağlamaya başladı. Yoldan geçen bir amca ona neden ağladığını sormuştu. Kaybolduğunu anladığında polise götürdü. Petunya o gün böylelikle evine dönebilmişti. Yön hafızası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Yıllardır yaşadığı şehirde bile bazen navigasyonu açardı. Bu durumdan nefret ederdi. Ama zamanla değiştiremeyeceği bu durumla yakınmaktan vazgeçti. Olayın dolu tarafından bakıyordu. Nasıl olduğu mühim olmaksızın istediği yere ulaşıyordu. Bazen sonuç doğruysa sürece bakmamak gerekir.

Bugün de öyle yapacaktı. Evet hastaydı ve bu değiştirebileceği bir durum değildi maalesef ki. Düşüncelerinin arasından sıyrılıp etrafına bakınmaya başladı. Neredeydi bilmiyordu ama ıssız bir yere benziyordu. Evlerden biraz uzak bir yerdi, yolun kenarında bir incir ağacı vardı. Gölgesinde dinlenmeye karar verdi ve kendini o ağacın altına attı. Sabahtan beri yürüyordu çok yorulmuş ve çok acıkmıştı. Bu sabahki bütün yaşananları düşündü artık çok dolmuştu. Kendini daha fazla tutamayarak ağlamaya başladı. Ağladıkça içini döküyor gibiydi, rahatlamaya başlamıştı. Kafasını kaldırdığında ona doğru gelen bir kız gördü. Tupturuncu saçları ve çilleri vardı. O an Petunya’nın gözünde küçüklüğü canlandı. Sanki küçük Petunya karşısındaymış gibi hissediyordu. Kız daha da yaklaştı ve Petunya’nın yanına gelerek diz çöktü. Meraklı gözlerle Petunya’ya bakıyordu. Petunya, kızın gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. Eminim kafasında bir sürü soru tilkileri dönüyordu. Bu kadın kim? Neden burada? Neden Ağlıyor?.. Bu küçük Petunya ‘ya benzeyen kızla arasında garip bir hissiyat oluşmuştu. Kıza hemen içi ısınmıştı. Sanki yıllardır tanıyor gibiydi. Gerçi tanısa şu an hatırlar mıydı onu bile bilmiyordu. Kızla Petunya arasında bir sessizlik olmuştu. Kız sessizliği bozmak ister gibi “İyi misiniz?” diye sordu.

Devam Edecek…

Editör: Begüm Uğurlu

--

--