İncir Hikâyesi — 4

Asıl korkaklar karanlıkta olanlar değil, karanlıkta olduğunun bilincinde olup aydınlığa çıkamayanlardır.

Gamze🍀
Yazı Rehberi
4 min readOct 25, 2023

--

Photo by Tom Swinnen on Unsplash

Güneş göğe yükselirken; insanlar yavaş yavaş güne, sakin sokaklarda hareketlenmeye başlamıştı.

Dolunay, erken uyanmasını hiç sevmezdi ama o gün erkenden uyanmıştı. Petunya odada yoktu. Ne kadar da erken uyanmış diye düşünüp yatağından doğruldu. Biraz ayılmayı bekleyip yatağından kalktı. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlıyordu.

“Günaydın anne. Petunya’yı göremedim. Nerede?” diye sordu. Annesi “Odada yok muydu? Daha uyanmadı.” dedi.

Petunya sabahın bu saatinde evde değilse neredeydi?

Dolunay, hemen odasına geri döndü. Petunya sessiz sedasız erkenden gitmiş miydi? Dolunay gerçekten kızmıştı. Veda bile etmeden gitmiş miydi yani? Masanın üzerindeki kağıdı fark etti ve okumaya başladı.

“Dolunay, güzel kızım. Sana içten bir şekilde kızım diyebiliyorum çünkü bir gün gibi kısa bir sürede kızım gibi hissettirdin. Eminim ki aklında bir sürü soru var. Belki hepsini cevaplayamam. En azından veda etme şansını kaçırmak istemedim…

Gece yıldızları izlerken sabah uyandığımda ya seni hatırlayamazsam düşüncesi geçti aklımdan. Senin bu iyiliğin karşılığında ya teşekkür edeceğim yerde kızarsam. Daha sonra çok pişman olurdum. Riske atmak istemedim. Belki seni hatırlayamayacağım ama sen beni ömrünün sonuna kadar hatırlayacaksın. Beni veda bile etmeden gitmiş bir kadın olarak hatırlamanı istemedim. Bu durumu kağıttan okuyor olarak değil de karşında konuşuyormuşum gibi farz et olur mu?

O kadar benziyoruz ki seninle umarım kaderimiz benzemez.

Sen güçlü bir kızsın, ayrıca çok yeteneklisin. Çizimi asla bırakma.

Işığın gücü, aydınlığa çıkmak isteyenlerin korkusu kadar
büyükse; yine de çık o karanlıktan ve tüm benliğinle gülümse. Asıl korkaklar karınlıkta olanlar değil, karanlıkta olduğunun bilincinde olup aydınlığa çıkamayanlardır. Korkma çünkü korkmak kendine koyduğun en büyük engel olur…

Umarım tekrar görüşürüz güzel kızım.

Her şey için teşekkür ederim.”

Dolunay’ın kızgınlığı bir anda geçmişti. Petunya, kendince düşünceli bir hareket yapmıştı ama yine de onunla bir gün daha geçirmek isterdi. Annesi peşinden odaya geldi. Dolunay, kağıda annesine uzattı ve ona da okuttu.

“Sence evini bulabilmiş midir?” diye sordu. Annesi de bilmiyordu. İlk başta bu duruma karşı çıksa da o da böyle sonuçlanmasını istemezdi.

“Umarım bulmuştur.” diye cevapladı.

O gün çok sessiz bir gün geçirdiler. Tatil hazırlıklarına devam ettiler. Dolunay, hiçbir şeye konsantre olamıyordu. Aklı hâlâ Petunya’daydı. Gün içinde bir çok kez polise gitmeye karar verip sonra vazgeçti. Ne diyecekti ki? Adı dışında hiçbir şey bilmiyordu. Çizim yaparak kafasını dağıtmaya karar verdi. Hava çok güzeldi. Bu güzel havada dışarıda çizmek güzel olurdu. Malzemelerini aldı ve dışarıya çıktı. Tabii ki incir ağacının altına gidecekti.

İncir ağacı her zamanki gibi boştu. Ağacın gölgesine oturdu.

“Merhaba, incir ağacım. Hayatımda olan her şeyi o kadar çok sahipleniyorum ki. Herhangi bir ağaç olan sana bile ‘ağacım’ diyorum. Petunya’yı bu kadar sevmeme şaşmamak lazım. Anladığım kadarıyla Petunya’nın çocukları onunla çok ilgilenmiyor çünkü yalnız yaşadığını söylemişti. Hep kalmasını isterdim. Umarım evini bulabilmiştir.

Bugün bir şey çizeceğim ama ne çizeceğime karar veremedim. Keşke sende konuşabilsen ve bana cevap verebilsen. Böyle kendi kendime konuşuyor gibi oluyorum.”

Gözlerini kapattı ve düşünmeye başladı. Bu güzel havada ağacın altında gözlerini kapatıp düşünmek insanın zihnini rahatlatıyordu.

Tatlı bir uyku onu yanına çekiyordu. O kadar tatlıydı ki uykuya teslim olmamak elde değildi. Dolunay, şimdi tatlı bir rüyanın içindeydi.

Bir sokaktaydı ve yürüyordu. Renkli evlerin olduğu dar bir sokaktı. İp atlayan, top oynayan çocukların arasından geçiyordu. Çocuklar şen şakraktı, gülüyorlardı. Biraz daha yürüdü ve sokağın sonundaki sanat galerisine girdi. Bu, onun galerisiydi ve ona ait tablolarla doluydu. İnsanlar sessizce tabloların arasında dolaşıyor ve fısır fısır tabloları değerlendiriyorlardı.
Dolunay, bir kenara geçip insanları izlemeye başladı. Ona ait eserleri inceleyen insanları izlemek ona büyük bir keyif veriyordu. Onu tanıyanlar yanına geliyordu ve tablolarını övüyor, onunla sohbet ediyordu. Tablolarını inceleyen birinin ‘Her tablosunda bir yaşanmışlık var sanki’ dediğini duydu. Bu doğruydu. İlham aldığı çok şey vardı ama en çok da hayatından ilham almıştı.
Tablolarının arasında gezinmeye başladı. Zaman içinde kendini çok geliştirmiş ve çok güzel tablolar yapmıştı. Şimdi bunların hepsini insanların beğenisine sunmaktan gurur duyuyordu.
İlham aldığı sözler de vardı. Sözleri tablolarında kullanmayı seviyordu. Her tablosunu bir sözle isimlendirmişti. Gezinirken tablolarını, sanki tablolar ona ait değilmiş; galeriyi gezmek, tabloları görmek için gelmiş biri gibi incelemeye çalışıyordu. Tabloları incelerken bir yandan da tablolara onlara ait sözleri okumaya başladı.

-Zor diyordun, zor olacak ki imtihan olsun.

-Hayatta gerçekleşmemiş hiçbir şey yoktur ki önceden hayali kurulmamış olsun.

-Neden sanatı anlamakla uğraşıyorsun? Bir kuşun şarkısını anlamakla uğraşıyor musun?

-En büyük başarı hiçbir zaman
düşmemek değil, her düştüğünüzde
tekrar ayağa kalkmaktır.

-Işığın gücü, aydınlığa çıkmak isteyenlerin korkusu kadar büyükse; yine de çık o karanlıktan ve tüm benliğinle gülümse…

Dolunay, gözüne giren güneşle uyandı. Gözlerini ovuşturarak doğruldu. Rüyasını düşünmeye başladı. Ne güzel bir rüya görmüştü ama sanki bir mesaj veriyor gibi hissetti. Sanki gelecekten bir kesit. Bu tabii ki mümkün değildi ama içindeki bu hissiyat ona aynı zamanda umut da veriyordu.

Herkes gibi onun da hayalleri vardı. Her gün bir yenisi daha eklenen bir sürü hayalleri. Ama hiç bu kadar hayallerini gerçekleştirmeye umuduyla dolmamıştı. Sanırım bugün o hayallerine bir yenisi daha eklenmişti.

Düşünürken daldaki incir gözüne çarptı. Çocuklar onu gözden kaçırmış olmalıydılar. Belki Dolunay’ın da gözden kaçırdığı şeyler vardı. Her şeyi görmek mümkün değildi ya da zamanında fark etmek.
Hava kararmaya başlamıştı. Eşyalarını topladı ve eve doğru yürümeye başladı. Güneş dağların arasında sanki onunla bir gidiyormuş gibi yavaş yavaş yok oluyordu.

Demek ki sadece seçimler değil, rastlantılarda belirleyebiliyormuş insanın hayatını diye düşündü.

SON

Editör: Buse Özcan

--

--