İncir Hikâyesi

Sevgi güzel şeydir, insana yaşama sebebi verir.

Gamze🍀
Yazı Rehberi
5 min readOct 5, 2023

--

Photo by Jamez Picard on Unsplash

İnsan, sevgiyle bağlı olduğu şeyler için yaşar. Sevgi, insanı büyütür, yaşı kaç olursa olsun...
Havaların aşırı ısınmasıyla yaz mevsimi kendini göstermeye başlamış, ağaçlardaki meyveler olgunlaşmıştı. Meydandaki ağaçların altı çocukların cıvıltıları ve koşuşturmalarıyla dolmuştu. Her ağacın altında bir hikâye vardı. Bir tek incir ağacının altında yoktu çünkü incir ağacı diğer ağaçlar gibi göz önünde evlerin dibinde değildi, uzaktı, kimsesizdi. Oyun oynayan çocukları uzak bir köşede izleyen yalnız bir çocuk gibiydi. Daima oyun dışı bırakılan bir çocuk. Oraya bazen insanlardan kaçmak isteyenler giderdi. Yaz ayları oradan geçenler, gölgesinde soluklanmak için bir de meyvelerini toplamak için uğrarlardı bu ağaca. Aslında ağaç sakin ortamında mutluydu. Ne kadar çocuk cıvıltıları, sokak satıcıların bağırarak çocukların olduğu yerlerde gezmeleri, annelerin bir gözü çocuklarında birbirleriyle sohbet etmeleri hoş bir manzara gibi dursa da tam bir keşmekeşti.

Ama bir gün değişik bir şey olmuştu. İncir ağacı, bir kız tarafından çok sık ziyaret edilir olmuştu. O kız her gün geliyor, bazen ağacın altında bazen de bir dalına tırmanıp saatlerce oturup gidiyordu.
Kız bu ağacı kendine ait bir alan olarak görüyordu. Buraya geliyor ve kendiyle baş başa kalıp kendini dinliyordu. Hatta son zamanlardaağaçla bile konuşmaya başlamıştı. Sanki onu sırdaş görüyordu. Daha 16 yaşındaydı. Yani dert edinmek için oldukça küçüktü ama bazen hayat yaş dinleyemeyerek insanın üzerine geliyordu. Onun bu anlarda kaçabileceği bir yer olmuştu. Burası onun ütopik dünyasını kurduğu yerdi. Evet ütopikti çünkü burası ona aitti ve burada her şey serbestti. Hayaller kurar, nefret ve sevgisini dünyaya haykırır -insanlardan uzak bir yerde olması onun için büyük bir avantajdı- rüya görür, evet rüya görürdü. Çünkü dalın üzerinde uyuduğu bile olurdu. Bunu nasıl becerebildiğini kendi bile bilmezdi. Bazen evrim geçirip bir kuş türüne dönüşmekte olduğundan korkardı. Ama güzel olmaz mıydı? Bir kuş olsa... Olurdu tabii gökyüzünde istediği gibi süzülür, istediği yere giderdi. Bir insan olarak herkes tarafından sevilemezdi belki ama kuş olsaydı kesin sevilirdi. Kuşlardan bir zarar gelmezdi, onları herkes severdi.

Gün, akşama doğru kayıyordu. Güneş ışığını var gücüyle yansıtıyordu. Günün son ışıklarıydı çünkü birazdan tamamen batacak ve yerini aya bırakacaktı. Hafif esen rüzgar incir ağacının yapraklarına değerek geçiyordu. İncirler olgunlaşmış, onları koparacak birini bekliyordu. Karşı yoldan koştur koştur gelen kız bir hışımla ağacın dalına tırmandı. Bu kız incir ağacının daimi misafiriydi.
Dolunay, 16 yaşında bir kızdı. Çekingen ve içine kapanık bir kız olduğundan pek arkadaşı yoktu. Tabii bu ağacı tanıyana kadar. Kim demiş ki sadece insandan arkadaş olur diye. Pekâlâ bir ağaçtan da arkadaş olurdu.
“Merhaba İncir ağacım, biliyorum bugün geç kaldım ama annem işte biliyorsun. Son dakika bir iş verdi. Son zamanlarda sürekli aynı saatte evden çıkmak onu kuşkulandırıyor. Arkadaşımın yanına gidiyorum diyorum. Ama hep bir şüphe var. Yalan mı bu dünyada bana senden daha yakın kimse yok. Sana olduğum kadar kimseye dürüst olamıyorum. insanlar hep yargılıyor. Düşünmüyorlar, empati kurmuyorlar. Belki senin de dilin olsa sende yargılarsın. Ama yok sen yargılamazsın. Dilin bile olsa insanlar gibi olamazsın. Zaten bu yüzden hayvanlar ve bitkiler insanlara nazaran daha cazip gelir.

Bu arada iki ay sonra tatile gidiyoruz. Bana sorarsan hiç gitmeye hevesim yok. Gitmesek neden gitmiyoruz demem. Benim bu yaşımdaki hevessizliği ne yapacağım ben ağaçcığım, bir fikrin var mı? Bu sene hiç gitmek istemiyorum. Çünkü bizim tatillerimiz çok uzundur. 3 ay boyunca yazlıkta kalırız. Yani bu demek oluyor ki 3 ay senin gölgenden uzak olacağım.”

Evet ağaçla konuşuyor ve üstüne üstlük soru soruyordu. Belki karşıdan gören deli zannederdi. Olsun karşıdan gören deli zannetmesin diye yaşarsak zaten delirmez miyiz? Sonuç aynı kapıya çıkıyor. Hayat şelale gibidir. Durmadan akar. Mühim olan onunla bir akmak değil onun akışını yakalayabilmektir. Sen onu nerede yakalarsan, orada başlar.

Dolunay, ağacın dalına iyice yaslandı ve kararmakta olan gökyüzüne baktı. Gözüne daldaki büyük incir çarptı.
“Aaa şu incir çok güzel duruyor. Koparıp yesem kızmazsın herhalde.”
Dolunay, keşke ağacın dili olsaydı diye düşündü. Güzel olmaz mıydı? Ona karşılık verecek, dertleşecek, onunla gülecek bir ağaç dost. Gördüğü kocaman incire doğru uzandı. Koparıp eline aldı. Bir yandan yerken diğer yandan da ağaçla sohbetine devam ediyordu.
“Annem de benim gibi çok sever inciri. Ama benim gibi bir incir ağacıyla konuşmaz. Bu halimi görse herhalde gideceğim tek yer tımarhane olurdu. Ama ben oradan kaçar yine yanına gelirdim. Biliyor musun insanlara her şeyi anlatamıyorsun. Ama ağaçlara anlatabilirsin. Çünkü ağaçlar sır tutar. Yanlış anlama konuşamadıkları için değil.”

Hafif rüzgar ağacın yapraklarını titretmeye devam ediyordu. Dolunay, rüzgarı teninde hissetti. Bugün çok fazla kalmayacaktı. Birazdan eve dönmesi gerekiyordu. O an hatırladığı şeyle irkildi.

“Tüh ya! sana çizimlerimi getirecektim unuttum. Dün bahsetmiştim ya. Gerçi görsel sanatlar öğretmenim hepsinin vasat olduğunu söylüyor ama bence değiller. Ben bu öğretmenlerin heves kırma huylarını anlamıyorum. Neden öğrencisine kopya muamelesi yapar vasatsın der. Neyse burada öğretmenlerden ve moral bozucu şeylerden konuşmayacağım. benim gitmem gerekiyor yarın görüşürüz.”

Dolunay ağacın dalından yere atladı. Yavaş yavaş yola koyuldu. Güneş dağların arasında güne veda ediyordu. Manzara bir ilkokul çocuğunun çizimine benziyordu. dağların arasında bir güneş ve yaz kış bacasından duman çıkan bir ev. Dolunay, bu manzaranın fotoğrafını çekti ve yoluna devam etti. Ufukta yavaş yavaş kaybolmuştu. Rüzgar daha hızlanmış, incir ağacının dallarını daha hızlı titretmeye başlamıştı. Meydandaki çocuklar evlerine dağılmış. satıcılar gitmişti. Her yer derin bir sessizliğin içine düşmüştü.

Ertesi gün aynı rutinle başlamış ve devam ediyordu. Güneşin ilk ışıklarıyla herkes işine koyulmuştu. Dolunay, sıkıcı valiz işlerinden kurtulduğu an yine koşturarak incir ağacının yanına gidecekti. Ama ondan önce incir ağacının başka bir ziyaretçisi vardı. Çocuklar… İncir ağacının olmuş meyvelerini gören çocuklar yarışarak ağaca doğru koşturmaya başlamışlardı. Ağaca her ulaşan çocuk bir dalına tırmanıyordu. İncirleri toplayıp tişörtlerine doldurmuşlardı. Hepsi bir kucak incirle oradan ayrıldı. Vakit ilerledikçe sokaktaki çocuk sayısı artıyordu. Evlerin önü cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle yankılanıyordu. Ama Dolunay hâlâ fırsat bulup evden çıkamamıştı. Çünkü gözü saatte valize eşya dolduruyordu. Valiz hazırlamak zaten sıkıcı bir işti bir de 2 hafta önce başlamak daha da sıkıcı bir işti. Yani bu demek oluyordu ki iki hafta boyunca o valizler her gün tekrar tekrar kontrol edilecek. Annesinin dediğine göre böylelikle her gün kontrol edecekleri için hiçbir şey unutmayacaklardı. Ama buna rağmen her yıl illa ki unuttukları bir şey oluyordu.

Dolunay, o gün yine evden geç çıkmış 5 dakika bile olsa incir ağacının altında oturmak için koşturarak ağacın yanına doğru ilerliyordu. Bugün çizimlerini unutmamıştı. Ağaca çizim göstermek ne işine yarayacaksa. Ama anlatmak istiyordu bu bir ağaç bile olsa. Belki acemiyim ama çabalıyorum demek istiyordu ya da sadece yargılanmamak istiyordu.

Her gün ağacın yanına gitmek istiyordu. Her gece uyurken yanına ayıcığını alan küçük bir çocuk gibi hissediyordu kendini. Ağaç görüş hizasına girmişti. Biraz yavaşlamaya karar vermişti ki aniden durdu. Nasıl yani? İncir ağacında davetsiz bir misafir vardı. İncir ağacının altına oturmuş biri. Dolunay daha net görebilmek için biraz daha yaklaştı. Ağacı tapulu malıymış gibi bu kadar sahiplenmesine kendi bile şaşırıyordu. Biraz daha yaklaştı ve… Bir saniye ağlayan bir kadın mıydı O?

Devam edecek…

Editör: Begüm Uğurlu

--

--