Photo by Li-An Lim on Unsplash

İnsanlar Keşke Olmasaydı! Mı Acaba?

İnsanlığın en büyük sınavı kapıda.

Fırat Şeker
Published in
9 min readAug 8, 2022

--

Hayatta kalma mücadelesinde hayvanlar, bitkiler, böcekler ve diğer canlıların hepsi birbirine acı çektirebilir. Ancak hiçbirisi insanların gezegenin tümüne çektirdiği acının ölçeğinde değil.

“İnsanlar keşke olmasaydı, o zaman dünya daha güzel bir yer olurdu. Bütün insanlar ölse her şey çok daha iyi olurdu.”

Bu ve benzeri dilekleri gündelik hayatımda pek çok kişiden duyuyorum. Bu yazıda, bu düşünceyle ilgili kendi yorumlarımı belirteceğim. Ancak bundan önce, insan kaynaklı ekolojik felaketlerin (iklim krizi gibi) tam olarak ne olduğunu bilmeyenler ve daha iyi öğrenmek veya bildiklerini tazelemek isteyenler için bilimsel destekli, kısa ve genel bir özet geçeceğim.

Kendini antropojenik (insan kaynaklı) iklim değişikliği, kirlilik ve et endüstrisi zulmü gibi konular hakkında bilgi sahibi hissedenler “Peki insanlar yok olsa?” başlığına atlayabilirler.

Hayvanlardan…

Kısıtlı kaynaklar ve çevresel tehditlerle karşılaşan diğer tüm canlılar gibi insanlar da kendi genlerini aktarabilmek için hayatta kalma mücadelesi verdiler. Ama belki de dünya yüzeyinin tek bir tür için gördüğü en yaratıcı ve en çarpıcısı onlarınki oldu. Biyolojik makinelerinin ürünü psikolojileri, evrimin ve kültürün sihirli ellerinde yoğuruldu. Böylece insanın problem çözme ve etrafını anlama becerisi, etraflarındaki kaynaklardan istifade etmekte gösterdiği büyük başarıyla kendini kanıtladı. Tür içi iş birliğindeki muazzam kabiliyeti ve kültürün katalizör etkisiyle o kadar başarılı oldular ki dünyanın her tarafına yayılabildiler. Sadece bunu yapmakla kalmadılar, büyüyüp gelişerek inanılmaz medeniyetler inşa edebildiler.

Bu mücadele, yakın tarihe kadar dünyadaki diğer canlılar için çok da büyük bir sorun teşkil etmiyordu. İnsan türü, diğer tüm canlılarla ve çevresiyle büyük oranda uyum içinde yaşıyordu. Fakat sanayi devrimi, insan hayatı ve dünyadaki diğer tüm yaşam formları için feci sonuçlara yol açacaktı.

Gezegen Yok Edicilere.

Photo by Chris LeBoutillier on Unsplash

Dünyada doğal olarak da belirli miktarlarda sera gazı salınır ve bu gazlar gezegenin ısısını koruyarak yaşanabilir bir hâle gelmesine yardımcı olur. Fakat sanayi devrimiyle birlikte makineleşen ve endüstrileşen dünyadaki sera gazı salınımı katlanarak arttı (Ritchie v.d., 2020). Artık üretim evde değil, fabrikalardaydı. Fabrikalar, kömür yakan buharlı makineleriyle çalışarak kapitalist ekonomi sistemini desteklemek ve hızla artan nüfusun isteklerini beslemek için çok daha hızlı üretim yapıyordu. Bu buharlı fabrikalar ve gelecekte ortaya çıkan diğer yeni endüstriyel üretim sistemlerinin hepsi çalışmak için fosil yakıtlara ihtiyaç duyuyordu.

Endüstrileşen toplumun yaşam standartları yükseldi, orta sınıflaşma arttı ve nüfus patladı. Patlayan nüfus ise daha fazla üretim ve tüketimi tetikleyerek bir zincirleme tepki başlattı. Bütün bu insanları beslemek için ormanlar yok edilerek tarım alanlarına dönüştürüldü. Ek olarak; takip eden yıllarda gelişen fosil yakıtlı özel araçların ve uçakların ucuzlaması, kullanımlarını orta sınıfta yaygınlaştırdı ve bu, sera gazı salınımını büyük ölçüde arttırdı.

Sera gazlarının artışı, atmosfere giren güneş ışınlarının dışarı çıkmasını engelleyerek gezegenin ısınmasına yol açtı ve bu ısınma birtakım geri bildirim etkileriyle daha da hızlandı. Örneğin, normalde dünyaya ulaşan güneş ışınlarını yansıtan dev aynalar görevi gören buzullardaki erimeler de ısınmayı hızlandırmakta (Cohen v.d., 2014). Buzul erimesi, buzul yaşam alanlarının yok olmasına, deniz seviyelerinin yükselmesine ve sahil kesimlerinin tahrip olmasına sebep oldu (Nicholls & Cazenave, 2010).

Tüm bu sera gazı salınımı iklim değişikliğini getiriyor. İklim değişikliği de ekstrem hava olaylarının artmasına, kuraklıklara, sellere ve değindiğim gibi doğal yaşam alanlarının yok olmasına sebep oluyor (Stott, 2016). Ayrıca biriken sera gazları okyanuslarca emilerek okyanus sularının asitleşmesine neden oluyor (Caldeira & Wickett, 2003). Bu da okyanus yaşamını olumsuz etkiliyor.

Bütün bunlar biyoçeşitlilik için felaket anlamına geliyor. Örneğin, 1900'lü yıllardan beri nesli tükenen türlerde çarpıcı bir yükseliş gözlenmekte. 1900 yılından beri 390 omurgalı türün nesli tükendi. Bu da arkaplan soy tükenmesi (background extinction) denilen, doğal olarak gerçekleşen soy tükenmesinin omurgalılar için 40 katı ediyor (Rull, 2022).

İklim değişiklikleri, normalde çok uzun zaman dilimleri içerisinde gerçekleşen doğal olaylardır. Bütün bunların insan kaynaklı olduğuna işaret eden en iyi kanıtlardan birisi normal şartlar altında yüzyıllar içinde gerçekleşmesi gereken doğal ısınmanın çok kısa bir süre zarfında gerçekleşmesidir (Bu bulgu ve antropojenik iklim değişikliğine dair diğer fiziksel kanıtların toparlandığı IPCC raporu için bkz.: Pachauri & Meyer, 2014).

Ancak tüketim açlığımızın ve çıkarcılığımızın tek kötü yanları bunlar değil.

Atıklar ve Plastikler

Photo by Naja Bertolt Jensen on Unsplash

Atıklar, tüketim çılgınlığımızın bir diğer büyük sonucu. Günümüz kapitalist ekonomisinin çarkları dönmek için tüketicilerin ihtiyacı olmayan şeyleri almasına, aldığı şeyler eskidiğinde tamir etmek yerine çöpe atıp yenisini almasına ve tekrar tekrar tüketim yapmasına dayanır. Bu şekilde, yapılan fazladan üretim insanlara satılır ve daha fazla kâr elde edilir. Bu sistem kültürümüze öylesine iyi işlenmiştir ki, biraz olsun eskiyen bir şeyi halk içinde giymek dahi istemeyiz, yenisi lazımdır artık.

Bu atıklar nereye gidiyor peki? Her yere. Ama özellikle de okyanuslara. Günümüzde Pasifik okyanusundaki çöp birikintisinin toplam 1.6 milyon kilometrekarelik bir alana yayıldığı tahmin edilmektedir, bu da Türkiye’nin yüzölçümünün iki katından biraz fazladır (Lebreton v.d., 2018).

Ama bunların en tehlikelisi, plastikler.

Plastikleri tehlikeli yapan şey plastiğin moleküler yapısında yatıyor. Plastik çok zor ayrışan, sağlam bir materyaldir. Çoğu türü, biyolojik süreçlerle (mikroorganizmalarca) parçalarına ayrılamaz, yani doğaya atıldığı zaman birikir (Barnes v.d., 2009). Biriken plastikler de fiziksel süreçlerle mikroplastiklere (5 milimetrenin altındaki plastik parçalarına) dönüşerek sulara, toprağa ve canlıların bedenlerine karışır. Büyük plastikler ise fokların boyunlarına takılıp onları boğarak öldürmekten tutun yediğimiz balıkların midelerinde birikmeye kadar pek çok tehlikeye gebedir.

1950'lerde başlayan plastik endüstrisi her şekle sokulabilmesindeki avantajlar sayesinde hızla büyüdü ve şu an etrafımızdaki neredeyse her şeyin içinde plastik var. 1950 ve 2017 arasında 9.2 milyar ton plastik üretilmiştir ve bu üretimin yarısından fazlası 2004'ten sonra olmuştur, bu plastiklerin de sadece %9 kadarı geri dönüştürülmüştür (UNEP Reports - Drowning in Plastics, 2021).

Hayvan Endüstrisi

Photo by Jo-Anne McArthur on Unsplash

Hızla artan ve orta sınıflaşan insan nüfusunu etle beslemek için yaptıklarımız ise insanlık tarihinde daima bir leke olarak kalacak.

En yaygın et kaynakları olan kümes hayvanları, inekler ve domuzlar için hayatı gerçek anlamıyla işkenceye dönüştürdük. Üretimi verimli hâle getirme çabalarımız, hayvanları sıkış tıkış, ışık almayan, 7/24 önlerine sadece yemek konulan kölelere çevirdi. Süt için zorla çiftleştirilip doğumun ardından buzağılarından zorla koparılan ineklerin talihsizliği de gün yüzü görmeyen tavukların, dayanamayan türdeşlerinin cesetleri arasında yemek yemeye zorlanması da bizim ürünümüz (ASPCA, 2018).

Bütün bu zulüm bir yana, bu devasa endüstrinin iklim ve doğa üzerinde de büyük olumsuz etkileri var. Örneğin, tüm dünyadaki sera gazı salınımının %26'sı hayvan endüstrisi kaynaklıdır (Poore & Nemecek, 2018).

O zaman…

İnsanlar keşke olmasaydı!

Bunca canlının ölümü, ekosistemlerin yok edilmesi, dünyadaki doğal yaşamın bozulması, mavi ve yeşil gezegenimizi iç karartıcı griye ve çorak kahverengiye dönüştürmemiz… Bunların hepsinin sorumlusu insanlar değil mi?

Evet öyle. Hepsinin sorumlusu biziz. Tüm bunların arkasında devasa nüfusumuz ve bastırılmaz tüketme açlığı, kudretli şirketlerin çıkar hırsları ve umursamaz yöneticilerin sorumsuzca ve düşüncesizce gerçekleştirmeye çalıştığı projeler yatıyor. Bunca eziyet ve vahşet sadece bir türün kendini hayatta tutma çabasından da öte çıkarlarına ve kavuştuğu konforu korumak istemesine değer mi?

Hayır, kesinlikle değmez.

Peki insanlar yok olsa?

İnsanların olmadığı bir gezegen, doğal hayatın kendi kendine aktığı, yıkıma uğratılmadan kendi iç dengesinde sürdüğü bir yaşam alanı hayal edin. Hayvanlar ve bitkiler kendi, çöplüğe dönmemiş krallıklarında hüküm sürer, buzullar eski halinde gururla dikilirken, yağmur ormanları ulaşım, tarım ve ticaret için yok edilmezken dünya muhteşem bir gösteri sergiliyor olurdu! Canlılığın hareketliliği ve doğanın renkleri, doğal alanların huşu ve huzur uyandırıcı güzellikleri, hayvanlar ve bitkilerin evrimsel süreçte sergiledikleri yaratıcı hayatta kalma mücadeleleri…

Ama… Biraz sessiz mi oldu sanki?

Bütün bu gösterinin en ihtişamlı oyuncularından birisi kayboldu. Ayrıca o oyuncu, gösteriyi belki de en iyi şekilde takdir edecek seyirciydi de.

Biz insanlar, dünyadaki yaşam sisteminin gösterisini yok ediyoruz. Ama yine de dünyadaki o yaşam sisteminin üyelerinden biriyiz. Neticede, bu sistemin bağrından kopup gelmiş hayvanlarız biz de, diğer yaşamlardan üstte ya da aşağıda değiliz.

Ve bütün bu yaşam sistemini yok etsek de ona renk de katıyoruz. Belki sadece bizim gibi daha gelişmiş zihinlere sahip canlıların anlayacağı renkler olsa da bunu yapıyoruz.

Resim, müzik, dans, heykeltıraşlık, tiyatro, mimari, edebiyat, sinema, video oyunları ve daha nice diğer sanat formunu bizler yarattık. Spor müsabakaları, evlilikler, savaşlar, mutfak kültürleri, krallık sistemleri, demokrasiler, diktatörlükler, bilim dalları, silahlar, moda akımları, fabrikalar… Hepsi ama hepsi bu dünyanın çocuğu olan bizlerin bilişsel kapasitesinin birer ürünü. Bunları üretebilecek bir türün gösteriye katılması… İşte o zaman o gösteri çok daha muhteşem olurdu.

İnsan, dünya üzerindeki en ilginç, en yaratıcı ve davranış yelpazesi en geniş tür. Tüm dünyayı yok etme kapasitesine sahip, bencil ve çıkarcı türdeşleri barındırdığı kadar elinden gelse tüm dünyayı bütün yaşamlar için cennete çevirecek kapasiteye sahip, merhametli ve sorumluluk sahibi türdeşleri de barındırıyor. Böyle bir türü ortadan kaldırmak, bütün bu sanatı, kültürü ve evrene dair anlayışı hiçe saymak büyük bir kayıp olurdu.

Benim görüşüme göre en önemli nokta ise bizim de bu dünyanın çocuğu ve gerçekten de özel bir çocuğu olduğumuzu unutmamamız gerektiği. Hayvanlar, bitkiler, böcekler ve diğer canlılara uyguladığımız dayanılmaz sistemik vahşet, ekosistemleri ve dünyanın iklimsel düzenini umursamazca bozmamız, bizim de bu ekosistemin bir parçası olduğumuzu unutmamızdan kaynaklanıyor. Ama aynı şekilde “insanlar keşke olmasaydı!” dileği de bu unutulmuş düşüncenin sonucu ortaya atılan bir yorum. Dünyanın diğer tüm canlıları gibi bizler de korunmayı hak ediyoruz ve çevremize karşı da özel bir sorumluluğa sahibiz.

Bütün bu özelliklerimizin hiçbirisi dünyaya yaptığımız zulmü elbette haklı çıkarmaz. İklim krizi, atıklar ve ekosistem çöküşünün bizim ellerimizle başlayan ve devam eden korkunç süreçler olduğunu ve niyetimin insanların yaptıklarını haklı çıkarmak olmadığının altını çiziyorum.

İnsanlığın en büyük sınavı

İnsanların yok olması değil, olgunlaşması gerekiyor.

İklim krizi ve sürmekte olan ekolojik felaketler; insanlığın ben merkezli, çıkarcı ve umursamaz güdülerinin kontrolünde olduğu ergenlik çağından çıkarak yetişkinliğe adım atabileceği bir eşik, bir sınav. İnsan türü, bu sınav ile nasıl başa çıktığına bağlı olarak olgun bir medeniyet olup olamadığını kanıtlayacak. Artık dünyadaki başarımızın ölçümü, türümüzü devam ettirmek ve konforumuzu arttırmak değil, diğer tüm yaşam formlarıyla ve kendimizle barış içinde yaşayabilme becerimiz olacak.

İnsanlık olarak daha bilge, daha erdemli ve daha temiz bir geleceğe adım atmak ise hem şirketler ve devletler gibi kurumlarımızın hem biz bireylerin elinde.

Kurumların yapabilecekleri bizimkilerden çok daha büyük çaplı ve yeşil teknolojiler artık oldukça gelişti. Normallerinden çok daha fazla enerji üreten dev rüzgar tribünlerimiz, imalatı gün geçtikçe ucuzlayan güneş enerjisi panellerinden oluşan tarlalarımız var. Genetiğini değiştirerek bakterilere güneş ışığından protein ürettirerek yemek üretebiliyor, yine genetikleriyle oynayarak bakterilerin plastiği yok etmelerini sağlayabiliyoruz. Elektrikli araç üretimi artıyor ve artık fosil yakıtlı arabaları nihayet tarihe gömme şansımız var.

Bireyler olarak çevre için pek çok şey yapabiliriz. Özellikle plastikler konusunda yapabileceklerimiz büyük farklar oluşturabilir. Plastikler, geniş kullanım alanları gereği uzun bir süre daha hayatımızda kalmaya devam edecek. Geri dönüşüm oranları da düşük olduğundan, bireyler olarak bizlerin mümkün olduğunca az plastik tüketmemiz gerekiyor. Bir daha markete gittiğinizde, okyanusu yüzlerce yıllığına kirletecek bir su şişesini ve plastik torbayı almak yerine yıkayıp tekrar tekrar kullanabileceğiniz cam şişe ve bez torba alternatiflerine birer şans verin.

Sınavımızın sonuna doğru git gide yaklaşıyoruz, süremiz azalıyor. Yaşamı seçerek çıkarları bir kenara koyma vaktimiz geldi ve geçiyor bile. Dünyaya geri dönülmez zararlar veriyoruz. Sınavı geçemezsek, “insanlar keşke olmasaydı” dileği muhtemelen kendi kendine gerçekleşecek. Veya kurtulabilirse geriye kalan insanların, atalarının başarısızlığından öğrenerek olgunlaşması bir zorunluluk olacak.

Kaynakça

Animals on Factory Farms | Chickens | Pigs | Cattle | ASPCA

Barnes, D. K., Galgani, F., Thompson, R. C., & Barlaz, M. (2009). Accumulation and fragmentation of plastic debris in global environments. Philosophical transactions of the royal society B: biological sciences, 364(1526), 1985–1998.

Caldeira, K., & Wickett, M. E. (2003). Anthropogenic carbon and ocean pH. Nature, 425(6956), 365–365.

Cohen, J., Screen, J. A., Furtado, J. C., Barlow, M., Whittleston, D., Coumou, D., … & Jones, J. (2014). Recent Arctic amplification and extreme mid-latitude weather. Nature geoscience, 7(9), 627–637.

Environment, U. N. (2021–10–21). “Drowning in Plastics — Marine Litter and Plastic Waste Vital Graphics”. UNEP — UN Environment Programme. Retrieved 2022–03–21.

Lebreton, L., Slat, B., Ferrari, F., Sainte-Rose, B., Aitken, J., Marthouse, R., … & Reisser, J. (2018). Evidence that the Great Pacific Garbage Patch is rapidly accumulating plastic. Scientific reports, 8(1), 1–15.

Nicholls, R. J., & Cazenave, A. (2010). Sea-level rise and its impact on coastal zones. science, 328(5985), 1517–1520.

Pachauri, R. K., & Meyer, L. A. (2014). Climate Change 2014: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change.

Ritchie, H., Roser, M., & Rosado, P. (2020). CO₂ and greenhouse gas emissions. Our world in data.

Stott, P. (2016). How climate change affects extreme weather events. Science, 352(6293), 1517–1518.

--

--

Fırat Şeker

Psikoloji, felsefe, bilim, sanat ve insan. KHAS - Psikoloji yüksek lisans öğrencisi. https://www.moralintuitionslab.com/ 'da Lab Manager.