Lizzy ve Kuş

Buse Oktar
Yazı Rehberi
Published in
8 min readJul 18, 2023

Lizzy o ormanda aslında hiç yaşamamıştı. Ona büyülü gelen çocukluğunun bir ormanda geçtiğini söylemekti. Aslında gerçekten çocukluğunun nasıl geçtiği hakkında derin şüpheleri vardı. Hatırladığı tek şey yetişkinlerin sürekli gümbür telaş bir yerlere gitmesiydi. O zamanlar çok canını sıkıyordu bu durum Lizzy’nin.

Bir yerlere giderken kafasını kaldırıp geçtiği yerleri aklına kaydetmeyi seviyordu ama hemen arkasından aceleci bir yetişkin beliriveriyordu. Sözgelimi ya Lizzy’i itekliyorlar ya da yanından cık cık sesleri çıkararak hızlı adımlarla uzaklaşıyorlardı. Lizzy anlamıyordu bütün bu olup bitenleri. Her gün geçtiği yolları göz bile gezdirmeden ışık hızıyla geçmek ona tuhaf geliyordu. Lizzy evlerinin karşısındaki minik yeşil kafeyi seviyordu. (KAHVE İÇEBİLECEK KADAR BÜYÜMESE DE!)

Yeşil kafenin insanın yüreğini sımsıcak eden minik tabureleri vardı. Bu minik taburelerde şanslıysanız birkaç kediyle dahi karşılaşabilirdiniz. Lizzy oradan geçen yetişkinlerin -hatta aramızda kalsın diyordu Lizzy bu yetişkinlerden birisi kendi ebeveyninin ta kendisiydi- şöyle dediklerini duyuyordu çoğu zaman; '’Bu taburelerde insan oturacak yahu hobbitler değil!’' Bu hobbitlerin kimler olduğunu da bilmiyordu Lizzy ama kahve içebilecek kadar büyüdüğünde onlarla tanışıp o kafede birer latte içmek istiyordu.

Latte kelimesini de ebeveynlerinden sık sık duyardı ve evde latte eksik olmazdı. Hatta aramızda kalsın Lizzy bir keresinde bu pek fiyakalı olmayan içecekten bir yudum dahi almıştı. Fiyakalı olmadığını düşünmesinin sebebi tadını beğenmesi ama neden acı olduğunu anlayamamasıydı. Bu yetişkinleri anlamak gerçekten zor işti doğrusu.

Yeşil kafenin adı '’Varoluşçular Kahvesi’’¹ ydi. Lizzy bu kafenin ismini sorup dursa da her seferinde geçiştiriliyordu. Bir gün bu varoluşçular ve hobbitler kimmiş anlayacaktı nasıl olsa acele etmeye gerek yok diyordu içinden sürekli kendine ne zaman geçiştirilse.

Kafenin sahibiyle konuşmayı pek sevmiyordu adam sürekli kayısı, kokteyl ve Sartre diyordu. Büyüdüğünde mutlaka bu kitapları oku diye içerisinde tek bir tane dahi resim olmayan sıkıcı kitapları tutuşturuyordu eline.

Lizzy her sabah okuluna gitmeden önce bu kitaplara bir yandan bakarken bir yandan da kayısılı sütünü içiyordu. Okuluna gitmeden önce verdiği bu minik mola ona iyi geliyordu. Çünkü okulda da bir dizi aceleci dersten geçiyordu. Derslerini ve öğrenmeyi seviyor ama öğrenim şeklini sevemiyordu doğrusu. En sevdiği ve sevmediği dersler bilgisi diye biten derslerdi. Bilgisi diyorsanız birazcık daha bilgi vermeniz gerekir diye düşünüyordu Lizzy.

Photo by Jason Leung on Unsplash

Okulu kafenin tam arkasındaki sokaktaydı. Kafenin yanında birkaç market ve sokağın ilerisinde köşede gizli kalmış küçük bir kitapçı vardı. Lizzy bazen okuldan sonra buraya gizli gizli gelirdi. Gizli gizli gelmesinin sebebi sokağın ilerisinde ve tam köşesinde olmasıydı. Ebeveynleri ona sürekli buralara kadar tek başına gelmemesini tembihliyordu. Lizzy ise telaşlı yetişkinlerin telaşesinden ötürü birilerini ezmedikçe başına bela olmayacaklarını düşünüyordu ama yinede ebeveynlerine bu küçük kaçamağından bahsedemezdi.

Bir keresinde bu küçük kaçamaklarının birinde Yolda Kitabevi’nde kitapçının seçkileri bölümünde gördüğü birkaç kitabın içerisinde kamp diye bir kelime görmüştü. Bu kelimenin tam anlamını bilmese de bir yerlerden duyduğunu hatırlıyordu. Kitapçıda onu izliyor olacak ki aradığın bir kitap var mı ufaklık diye lafa tuttu onu. Lizzy ise bayım kamp nedir diye sormakla yetindi. Kitapçı ona isterse kamp ile ilgili kitaplar verebileceğini söyledi ama yaşına uyan bir tanesini bulmak konusunda zorlanacağını bu yüzden bir ebeveyniyle gelip tekrardan bu kitabı ondan almasını söyledi. Lizzy bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı ama bir ara mutlaka uğrayacağını söyledi. Ebeveynleri gerekmedikçe hiçbir şeyi konuşmayan aceleci ve ketum insanlardı. Lizzy bu kamp işini babasıyla konuşsa iyi olacaktı. Ama nasıl konuşsa bilemiyordu.

Bir gün okul çıkışı içinden hiç eve gitmek geçmiyordu ve '’Varoluşçular Kahvesi’’ ne düştü yolu. Bir bardak kayısılı süt ısmarladı kendine son kalan harçlığıyla. Dalgın bir şekilde sütünü içtiğini anımsatan Mat abisi (kafenin sahibine böyle sesleniyordu) neyinin olduğunu sorduğunda gönülsüzce de olsa kitapçıda başından geçenleri anlattı.

Mat abisi kafeyi kapalı tuttuğu her cuma, cumartesi, pazar günleri kampa gittiğini söyledi. Böyle söyleyince ilk olarak aşırı heyecanlandı Lizzy. Demek ki kamp tam olarak hatırladığı gibi gidilen bir yerdi. Ben de senle gelebilir miyim diye soracakken bir yabancıyla gitmesini geçtim bu küçük keşfini dahi onaylamayacak ebeveynleri geldi aklına. Mat abisi bu hafta senin babanla gidiyoruz zaten dediğinde kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu küçük Lizzy’nin.

Photo by Andreas Rønningen on Unsplash

Lizzy o kampa gitmişti… Babasına konuyu anlatacağını ve hiçbir sorun çıkmayacağını söylemişti Mat abisi. Lizzy'nin bu endişesini anlamadığını da eklemişti çünkü babasının kızının bu denli bir maceracı ruhu olduğunu duysa zevkten dört köşe olacağına emindi. -Laf aramızda babası da hep bu durumdan şikayetçiydi zaten. Kızının meraklı bir tip olduğunu biliyordu ama kızı ebeveynlerine bir şeyler anlatmak konusunda pek iyi değildi belki de annesinden çekiniyor diye düşünüyor da bir türlü ara yolu bulamıyordu. Sonradan babası ona annesi ile o doğmadan önce kamplara gittiklerini hatta annesinin gerçek bir maceraperest olduğunu anlatacaktı.-

Kampa giderken Lizzy o kadar heyecanlıydı ki her bir gördüğü detayı yüksek sesle tekrarlıyordu. Bir kuş, bir ağaç, bir dere, bir vadi, bir orman… Arada bir sessizleşiyordu ve ortamı kolaçan ediyordu. Ortamı tarama işi babasının ona verdiği fotoğraf makinesinden çıkmıştı.

Lizzy bunu öyle bir ciddiyetle yapıyordu ki sanki orman dile gelecek ve ona fısıldayacaktı. Bazen çok hızlı gidiyorsunuz aceleci şeyler diye arkalarından sesleniyor ama yine de hızını onlara uydurmaya çalışmıyordu. Küçük adımlarım var diye düşünüyordu içinden Lizzy ama onların hızı adımlarını dahi aşıyor bazen. Şaşkın şeyler bir yerlere takılıp düşmedikleri için şanslıydılar diye düşünüyordu içinden. Yanlarından bir sürü geçse fark edeceklerinden şüpheliydi doğrusu. Nihayet uygun yeri bulup kamp için durduklarında bir türlü Lizzy’i ikna edemiyorlardı.

Hayır biraz daha biraz daha diye çekiştiriyordu onları ellerinden. Ve bu çekiştirmecenin sonunda gördükleri en güzel manzarayı gördüklerine ikna olduktan sonra hep birlikte kamp malzemelerini kurmuşlardı. Lizzy burasının hayatında gördüğü en cici yer olduğunu söyleyip duruyordu. Bir ara ortadan kaybolmuştu. Kimse nereye kaybolduğunu bilmiyordu ama Lizzy orada o gün yazdıklarını ve o ormanın ne kadar da aradığı şey olduğunu hatırlıyordu hala. Burada çektiği bir çeşit kuşun adını bile bilmiyordu ama kuşun güzelim kanatlarını,ağacın dalına konuşunu, fotoğrafta bıraktığı imgeyi ve renkleri hala ezberinde dün gibi hatırlıyordu. O kuş ona çok şeyi anımsatmıştı tam orada.

Photo by Eli Prater on Unsplash

O ormanda geçirdikleri üç gün hayatında geçirdiği en güzel günler arasında ilk ona giriyordu. İlk gün heyecandan pek çok şeyi kavrayamadığı için ilk gün tam olarak kafasında net değildi Lizzy’nin. İlk gün yalnızca çok aşina olduğu bir hissin onu kucaklaşmasını izin vermişti; evindelik hissi. -Laf aramızda Lizzy yeni kelimeler icat etmeyi, kelimelerle oynamayı çok seviyordu. Bazı kelimeler onun zihninden çıkma kelimeler olduğu için kendinizi şanslı saymalıydınız.

İkinci günü iştahlı bir şekilde hatırlıyordu Lizzy. İkinci gün uyanır uyanmaz ortalığı dolaşmaya ve avlanmaya gitmişlerdi öyle av mav yoktu ortalıklarda ama gerçek bir vahşi yaşamın içinde gibi hissetmek istiyorlardı kendilerini. Zaten babası Lizzy’nin yanındayken bu avlanma işini soğukkanlılıkla kotaramazdı ya bu da başka bir meseleydi ama bu sahte avlanma oyunlarından Lizzy son derece memnun kalmıştı.

Gördüğü ağaçların isimlerini babasının ve Mat abisinin yardımıyla defterine not ediyor ve çekebildiği kadar fotoğraf biriktiriyordu. Çam ağaçlarından çok büyülenmişti Lizzy onları kardeşleri olarak gördüğünü söylüyor her birine yanlarından geçerken isim veriyor ve sevimli gördüklerinin de fotoğraflarını çekiyordu. -Laf aramızda Mat abisi de babasıda sevimli ağacın ne olduğunu anlayamamışlardı ama Lizzy bunu biliyordu. Sevimli Ağaçlar şiirini okumak isterseniz aşağıya bırakacağım.-

Üçüncü gün ise son günleri olduğu için endişelenmeye başlamıştı Lizzy. O zamanlar yetişkinlere özgün acelecilik ve telaşın ağına kapılmaya başladığını fark etmeye başlamamıştı henüz. Bir dağa gitmekten söz ediyorlardı ve o dağ hayatında gördüğü en güzel yerlerden biriydi. Lizzy daha sonrada buraya çok sık uğrayacağını bilmiyordu sanki her şeye son kez bakıyormuş gibi bakıyor ve içini çekiyordu. Babası bir yandan bu durumu komik buluyor bir yandan da anlam veremiyordu. Yetişkinler neye anlam verebilmişlerdi ki zaten?

Photo by asaf rovny on Unsplash

Aradan yıllar geçtiğinde Lizzy de tam olarak bir yetişkindi. -Laf aramızda hatta aramızda kalmasına gerek yok Lizzy bunu duyacak kimselerin düşüncelerini umursamıyor artık.- Doğa fotoğrafçısı olmuştu Lizzy. Yoldayken arkadaşlarına kamp maceralarını ben çocukluğumda ormanda yaşadım diye anlatıyordu durmadan çünkü çocukluğunun diğer detayları ona gereksiz detaylar gibi geliyordu. Kendini bulmadan önce uğradığı duraklar. Zaten pek çoğunu da hatırlamazdı o günlerin hafızası öyle keskin değildi. Bu yüzden yavaş yaşamayı sever her detayı unutmayacağından emin olduğu bir şekilde hafızasına kaydederdi. O hep sevdiği doğanın içerisinde olmak ve günlerini bu şekilde geçirmek ona aradığı her şeyi veriyordu.

Bu günlere gelmeden önce bir çok şey denemişti. Mesela Mat abisinin yanında kafede çalıştığı bir dönem olmuştu. Ama bir türlü kayısılı sütün tadı aradığı gibi olmuyordu. Üstelik kahve içebileceği yaşa gelmesine rağmen kafeye giden gelen hobbit dostları da yoktu. -Tamam artık o filmi izlemişti ve büyüsü sönmüştü bu hayalinin ama Lizzy bir hayalperest olarak hala beklerdi hayallerindeki şeylerin çoğunu.- Kahve hazırlamayı seviyor ve kafede insanlarla laflamak hoşuna gidiyordu ama aceleci yetişkinler burada da işgal ediyorlardı yaşamını. Kahve demlenirken sabırsızlanıyor, kahvelerini içerlerken büyük yudumlar alıyorlar ve -Lizzy’nin kesinlikle en anlam veremediği hareket buydu- kahvelerini karton bir bardağa tıkıştırıyorlar ve hızlı hızlı bir yerlere gidiyorlardı. Daha sonraları editörlük işini denemeye girişmişti. Ama bu öyle sandığı gibi aradığı şey çıkmamıştı. Öncelikle gün boyu bir şeyleri okumak ona büyük bir keyif veriyordu ama yazarların yazdıklarını belirli kaygılar doğrultusunda düzenlemek ve hatta aceleci olmayanları okumadan elemek canını sıkıyordu. -Laf aramızda bir gün böyle çok değerli bir taslak okumuş ama yayınevine ikna ettirememişti yazılanları.-

Burada geçirdiği zamanları neden sonlandırdığını anlamak zor olmasa gerek. Daha sonra fotoğrafçılığa dair merakı tekrardan gün yüzüne çıkmıştı. İlk olarak kendi çektiği fotoğraflar üzerine yoğunlaşmış daha sonra da sokak fotoğrafçılığına merak sarmıştı. Bu uğraş onu başlarda oldukça memnun ediyordu. Üstelik bu sokak fotoğrafçılığı serüveni ona bir çok farklı yer görme imkanı doğurmuştu. Gördükleri arasında sokak fotoğrafçılığı yapmaktan en çok hoşlandığı yer büyüleyici şehir İstanbul’du. Belki de bu şehirle ve insanlarıyla yakınlık hissetmesini sağlayan şey annesinin doğup büyüdüğü yer olmasıydı. Sokaklarında gezmesi keyifliydi ve böylesine büyüleyici bir şehir aradığına en yakın şey olabilirdi. Ama insan kalabalığının onca hüznü, aceleciliği ve karmaşıklığı onu aradığı şeyden uzaklaştırıyordu.

Lizzy o kamptan beri aynı olmamıştı zaten. Bir kere doğanın saflığıyla tanışmış ve o gün bugündür şehirler yetersiz gelmişti ona. ‘’Her şeyleri vardı ama hiçbir şeyleri yoktu.’’ Kendini ait hissedemiyor değildi ama kendini kaybediyordu o telaşenin içerisinde. Mesela kimsenin pek de bayılmadığını biliyor ama yinede bundan bahsetmediklerini görüyordu. Neden? İnsanların bu aceleceği ve şaşırtmacaları nedendi? Gün boyu dillerinden düşürmedikleri kelimeler onları tanımlamıyordu. Lizzy ise düşünmeyi ve yavaş yaşamayı seviyordu. Anı mühürlemek ona iyi geliyordu o gittiği ilk kampta fotoğrafladığı kuşları unutmamıştı hiçbir zaman. Onu bugünlere getiren o kuşların fotoğraflarını hala yanında taşıyordu. Lizzy merak ediyordu acaba bir daha böylesine güzel bir fotoğraf çekebilecek miydi?

Sevimli ağaçlar yok ki gidecek yerleri

İçlerinde gelen gidenlerin

Büyüsü ve gizemini saklarlar

Ormanın sakinleridir sevimli ağaçlar

Kendilerine bir dost aranır dururlar

(Kuşlar ve insanlar)

Gelen gidenler ormanın gizemini taşırlar

Onların vardır gidecek yerleri dolanır dururlar

Yinede ormanın gizini kalplerinde taşırlar

Lizzy,9

¹ ''Varoluşçular Kahvesi'' Sarah Bakewell'in 1933'te yayımlanan felsefik romanıdır.

Yazar Notu: Bu hikayeyi kendini bulma yolunda minik Lizzy gibi adım adım ilerleyen, telaşeden kaçınarak dünyayı güzelleştiren güzel ruhlara adıyorum. Telaşenin içerisinde yolunu kaybederek tekrardan o düzlüğe çıkmayı Umut edenlere, edebilenlere ve daha nicelerine... (Unutmayın Tanrı bile dünyayı altı günde yarattı.)

Editör: Berfin Yeşilyurt

--

--