Magicpunk 1077 — 1. Bölüm

Büyülerin teknoloji yoksunluğu ile buluştuğu bir dünyaya düşen adam.

Aniki
Yazı Rehberi
5 min readMay 24, 2023

--

Kötü bir rüyadan uyanmış kadar hızlı bir şekilde kazanmıştı bilincini. İlk önce kontrolü eline alan beyninden çıkarak edindiği yol, bütün vücuduna dağılan sinirsel sinyaller ile birlikte uyuşmuş bedeninin can kazanarak karıncalanmasını sağladı. Gözlerini açmaya çalıştığında hissettiği baskı ile artan adrenalin uyuşukluğunu yeni atan kaslarını hareket ettirmesini sağlamıştı. Hareket ettikçe üzerinden kuru bir ağırlık atıyordu. Sonunda etrafını algılayabildiğinde fark ettiği çukur boyuna uygun bir dikdörtgen şeklindeydi.

Bulutlu zihnini yokladığında bir mezarda olduğunu anlaması ve sürünerek çıkmaya çalışması bir oldu. Vücudundaki uyuşukluğun gittiği her an kasları ağrı ve acıyla kendini bırakıyor, ilerleyemiyordu. Durumu anlamlandırmaya çalışırken başından geçen son olayları hatırlamaya çalıştı.

“Profesör?”

Yabancı bir sesin kendisine seslendiği tek bir kelime yankılandığı anda sanki başına bir bıçak saplanmıştı. Bir an için acıyı atmak ister gibi kafasını salladığında zihnindeki kesiğin hassaslığını hissetti. Acı ile hareket eden bedenini hareket ettirmeye başladı bedeni. Bağırmak istiyor ancak sesi çıkmıyordu. Yabancı geliyordu bedeni. Üstüne hiç olmayan kıyafetler giymiş gibiydi. Halbuki ne vücudu ne de üzerinde ki giysiler tanıdıktı kendisine.

Toprak duvarlara tutunarak ayaklandığında içinde bulunduğu dikdörtgen çukurun beline geldiğini gördü. Üstü başı toprak ve kir doluydu. Tanımadığı bir tür cübbenin içindeki bedeninde başını tutarken gelen ses ile irkildi. Anlamsız bir dizi bağırış ile karşılaştığında o yabancı duygu seline tekrar kapıldı. Gerçekten anlamsız mıydı yoksa kendisi mi bilmiyordu konuşulan dili?

Mezarda hareketlenen bedeni, boş dikdörtgen çukurdan başını uzattığında dehşete kapılan adam kalçasının üstüne düşmüştü. Topuklarını zemine sürterek uzaklaşmaya çalışan adam, kilosu göz önüne alındığında canı yanmış olmalıydı.

Duyduğu kelimeleri anlıyordu ancak çevirisini yapamazdı. Tıpkı bedeni gibiydi bu his, tıpkı giysileri gibiydi. Hayatında hiç giymediği kıyafetlerin içinde olmasına rağmen bunun bir cübbe olduğunu biliyordu.

Sonunda dikkatini kendisiyle benzer bir cübbe içindeki adama verdi. Korkmuş görünüyordu ya da öfkeli olabilirdi. Sinirli bir şekilde elini kolunu sallayıp, bağırıp çağırırken sesinde zaman zaman araya giren bir titreme vardı. Çok kısa sürede belirip kaybolan tiz ses ile kelimeleri çıkartmaya çalıştı.

“Nasıl…rünler…emin olacağım!”

Zorla da olsa ayağı kalktı ama bu kalkış daha çok can havliyle kendisini fırlatmış gibiydi. Bileğine uzandı ve bir tür çubuk çekti parmaklarının arasında. Çubuk, sabahın ilk ışıkları üzerlerine vurmasına rağmen net seçilemiyordu. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bu sırada işlemeli olduğu gözüne çarpan çubuk anlamını çıkarmakta zorlul çektiği bağırışlar arasında kendisine doğrultulmuştu. Bir anda tavan yapan bir adrenalin sıçramasına maruz kaldı bedeni. Bütün hücreleri tehlike diye bağırıyordu ancak ne yapacağını bilmeyen bir şekilde olduğu yerde donup kalmıştı.

Bütün acıyı unutmuş, zaman donmuşçasına hareketsiz çubuk ucunda gittikçe güçlenen ışığa bakıyordu. Koyu yeşil tonlarında ki ışık çubuğun ucunda büyürken bir an aynı renkte ki bir başka ışığı göz ucuyla seçtiğini düşündü. Işık kendisine çubuk doğrultmuş kişinin kör noktasında kalıyordu ancak ortalığın bir anda aydınlanmasına neden olan yeşil ışık kilolu adamı vurduğunda adam elektrik çarpmışa dönmüştü. Titreyen vücudunda gezen yeşil ışık patlamaları durduğunda bir an geçmişti sadece. Ardından hareketsiz bedeni öylece yığılmıştı.

Ne olduğunu anlamaya çalışırken cübbesinin ense kısmında bir güç hissetti.

“Gidiyoruz!”

Kelimeyi hem anlam hem de çeviri olarak anlayabildiğini fark ettiğinde hissettiği acı da azalmıştı ancak dinmekten uzak sızı, hala kafasını elleriyle tutup sıkma ihtiyacında olduğunu düşündürtüyordu.

Dikdörtgen çukurdan çıktığında ensesinden çeken gücün mor bir ışık olduğunu fark etti. Göz alacak kadar güçlü değildi ancak herhangi bir destek ünitesi olmadan bedenini havalandırmıştı. Çukurdan çıktığında ayakları tekrar zemin ile buluştu ve mor ışık düğmesine basılmış lamba gibi kayboldu. Ancak bedeninde yeterli gücü bulamayan adam dizleri üzerine çökmüştü.

Ağır bir aksana sahip ses tekrarladı.

“Eğer canına kıymet veriyorsan ilerlersin!”

Saçlarını topuz olarak kafasında toplamış sakallı bir adam vardı karşısında. Üzerindeki cübbesi kendi giydiği ile benzer görünse de uzak doğu motifleri daha ağırlıklıydı. Altındaki pantolonu bir kemerle değil bir tür ip ile tutturulmuştu. Üzerindeki ceket kısmı ise kendi giydiğinden daha uzun ve belindeki kemerin altından dizlerine kadar uzanıyordu ancak o da toza toprağa bulanmış ve belli ki kirlenmiş olan çiçek süsleri seçilemez hale gelmişti.

Bacaklarına güç vermeye çalıştığında vücudunu dengeleyemeyen bedeni yüz üstü çamura düşmesine neden olduğunda memnuniyetsiz bir homurtu duydu. Ardından koluna giren çekik gözlü adam kendisine destek olmaya başlamıştı.

“Bin!”

Binmesi beklenen yere baktığında benzettiği en yakın aracın bir kayık olduğunu düşündü. Kayık demek ilkel kalıyordu belki. Daha çok bir yarış teknesi gibiydi. Arkasında işlemeli bir ağaç kütüğü vardı. Beyaz renklerinin ağırlıkta olduğu araca bindiğinde belli belirsiz mor bir ışığın üstlerine kapandığını fark etti.

Kendisini bindiren adam arkasında ki koltuğa geçip ağaç kütüğünden uzanan sopayı tutup bir an homurtu koyduktan sonra az önce ki kilolu adam gibi bileğine uzandığını ve bir tür çubuk çektiğini gördü. Çubuğu ağaç kütüğüne uzatıp farklı noktalarına değdirerek mor bir ışığın yanıp sönmesini sağladı. Her seferinde duyduğu, kelime çevirisini yapamadığı ancak başarısızlıktan kaynaklı çıktığını anladığı küfürler eşlik etti. Sonunda mor ışık sönmeden güçlenince teknenin de yerden havalandığını hissetti biraz savrularak.

“Peşimizdeler, V. Sıkı tutun!”

Ağır aksanın kendisine verdiği direktiflerden sonra tam olarak neye tutunması gerektiğini arayan adamın kulağına çarpan harf ile teknenin hareketinden daha çok afallamıştı. Bir anda ivmelenen tekne ile oturduğu yerde sırtına binen yüke aldırmadan düşündü.

“Bana neden ‘V’ diye seslendi?”

Aklında ki sorunun cevabına ulaşmak istediğinde zihnine o müthiş acı tekrar girmiş ve bütün bedenini sarsıyordu. Kelimeler tekrar anlamını kaybetmeye başlamıştı ki bir kaç küfür ve endişe dolu sözler arasında ki en önemlisini yakaladı.

“İç!”

Dudaklarına değen şişenin avuç içine sığacak kadar ufak olduğunu fark etti. Çekik gözlü adam bir yandan ağaç kütüğünden teknenin içine uzanan sopayı tutuyor bir yandan ağzına bu küçük şişeyi diretiyordu.

Bütün acıya rağmen zorla yutkunduğu kırmızı sıvının tadı öksürük şurubu gibiydi. Ancak midesine ulaştığı anda acı bir anda gitmişti. Öylesine hızlı etki etmişti ki narkoz iğne yediğini düşündü. Ancak sadece olumsuz hisler kaybolmuştu. Bütün duyuları normal çalışıyordu.

“Bu da neydi?”

Ağzından çıkan kelimeler ile zihninde ki konuşma dili birbirine uymuyordu. Dudaklarının ve dilinin yabancı bir dil konuşuyormuş gibi hareket ettiğini fark etti ancak anlam kaybı yoktu. Öylece çıkıvermişti ağzından.

“Ne demek istiyorsun?”

Ağır aksanlı seste hoşnutsuz bir merak vardı. Kendisiyle dalga geçildiğini düşünüyordu belli ki ancak daha cümlesini bitirmeden değişen ses aslında sorunun ciddi olduğunu fark etmesine neden olmuştu. O sırada hareket eden araç dışarıdan bir darbe ile sarsıldı.

“Lanet olsun, bize yetiştiler bile! Kontrol kutusuna geç!”

Ne olduğunu anlamadan üstlerini kapatan bölmenin parçalandığına şahit olması ile kontrol kutusunun ne olduğunu anlamaya çalışması arasında gidip gelmeye başlamıştı. Kontrol kutusundan kastının ağaç kütüğünden uzanan sopa olduğunu görünce bedeni oraya yöneldi ancak ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sadece yapması gerektiğini biliyordu. Aksi takdirde artık kendilerini rüzgardan ve G kuvvetinden koruyan tavan olmadan neler olabileceğini düşünmek dahi istemedi.

--

--