Magicpunk 1077– 4. Bölüm

Fantastik dünyada ki kaderin ve sonun

Aniki
Yazı Rehberi
5 min readJun 10, 2023

--

“Anlamıyorum”

Hala konuşulanları idrak etmeye çalışıyordu. Söylediklerini, gördüğü tuhaf anıları anlattı. Hiç bilmediği yapılar, alet edevatlar ve insanlardan bahsetti.

“Neye maruz kaldım ben?”

Yeşiller içindeki Vik’in yanında ki çekik gözlü adam üzerine doğru eğildi.

“Benim adımı biliyor musun?”

Sorunun cevabının düşündü. Kekeleyerek verdiği cevap doğruydu.

“Takemura”

Nasıl olduğunu bilmiyordu. Artık acı duymuyordu. Zihni biraz daha açıktı ancak kafası karışıyor istediği bilgileri hatırlayamıyordu. Ancak bu soru kendisine direkt olarak iletildiğinde hatırlayabildiğini fark etti. Bildiği ya da daha önce öğrendiği için değil. Neredeyse refleks gibiydi.

“İsmimi biliyorsun ancak kendi ismini hatırlamıyorsun.” diye tekrarladı Vik. Arada pek çok konuşma daha olmuştu ancak anahtar noktaların anlaşılması ve hastasının hafızasında ki deliklerden duyduğu şüphe gereği profesyonelliğinden ödün vermeden, hastası için ne kadar gerekliyse tekrarlamaya hazırdı.

Takemura tekrar doğrulup konuşmayı yeşiller içinde ki Vik’e bırakırken temiz kıyafetlerini düzeltti. Bir el alışkanlığına benziyordu bu hareketi. Kendisi fark etmiyordu muhtemelen yaptığını. Vik devam etti konuşmasına.

“Adın nedir?”

Kafasına sağlanan acı bir bıçak gibi girip gittikçe azalmıştı. Ancak soruya bir cevap bulamıyordu.

“Ben…bilmiyorum. Adım ‘eğitmen’ ile ilgili geliyor. Bu nasıl bir rün işi?”

Bu sefer ki cümle kendisine ait değildi. Yine refleks şeklinde çıkmıştı ağzından.

“Büyü değil.” dedi Vik sert bir tonla. Ancak cümlenin devamını getirmek için ağzını açıp kapatmasına bakılırsa tehlikeli bir hastalığını olduğunu söylemekten çekinen doktor havasını seziyordu kendisi.

“Kafanda başka biri var, V.”

Birden dikleşen sırtı ve neredeyse acı bir şekilde gülerek çıkan sesiyle karşılık verdi kendisi.

“Ne demek istiyorsun Vik? Ben bir İsekaijin mi oldum?”

Bu kelimeyi biliyordu. Öylesine bir bilgiydi ki bu bir anda bütün ağrısı ve acı gitmiş yerini tuhaf bir senkronizasyona bırakmıştı.

İki adamda birden sırtlarını dikleştirip ilgiyle gözlerinin içine bakmaya başlamıştı. Bir kaç saniyelik bir sessizlikten sonra konuşmaya devam etti.

“Başka bir dünyadan gelen kişiler, bir bedeni ele geçirip kendi bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaşan bilinçler…”

“Dünyamıza ettikleri nüfuziyetin yanında sayıları nadir denecek kadar azdır. Belli bir zaman dilimi içinde en fazla iki adet olduğu kayıtlara geçmiştir. Şimdiye kadar kaç tane oldukları bilinmiyor. Zaten haklarında çok az bilinen var. Tekne denilen aracın en son gelen isekaijin sayesinde icat edildiğini biliyorum.”

Takemura söze karışsa da gözleri boşluğa bakıyordu. Söylediklerini bir yerden okuyormuş gibi dile getirmişti. Ancak bir yerde durdu ve gözleri yine hayat kazandı kendi fikrini belli ettiği için.

“Seninde bir isekaijin’e dönüştüğüne inanamıyorum, V.”

“O halde bende mi bu dünyaya yeni bir teknoloji getireceğim?”

V’nin cümlesi iki adamın rahatsız olmuş ancak hayretlerini saklayamamış şekilde birbirlerine bakmasıyla karşılık aldı.

“Bu ‘teknoloji’ kelimesini kullandığına göre tespitimiz doğru görünüyor”

Bir an sonra ise omuzları çökmüştü. Alnını tutan eliyle belli belirsiz mırıldanmaya başladı.

“Ben…Ben üzgünüm, evlat.”

V kelimelerin anlamını çıkartabiliyor ancak nedenini anlamıyordu. İsekaijin olmasa dahi anlayabileceğinden emin olamadı.

“Sorun nedir?”

Vik birden kafasını kaldırdı. Kaşları alnının çatısına doğru süzülürken kafasından geçenleri açık sözlü Takemura dile getirdi.

“Ah, bilmiyorsun…”

Vik’in resmen gözleri nemlenmişti artık. Takemura ise ensesini kaşıyarak volta atmaya başladı.

“V. İsekaijin olmak bir saatli bombaya dönüşmek ile aynı şey. Bir bedende iki bilinç. Hafızana ve anlattıklarına bakılırsa çoktan birbirlerine dolaşmaya başlamışlar. Ölüm büyüsü ile vurulduğun için olan boşluğa sızan bir başka benlik ile mevcut bedenin sahibi olarak sığmadığınız bir kabın içine girmeye çalışıyorsunuz. Eninde sonunda bedene ağır gelmeye başlayacaksınız.”

“Yani, ölecek miyim? Bir restore rünü falan yok mu? Hadi ama Vik. Bunu düzeltebilirsin değil mi?”

Vik her soruda biraz daha çöktürüyordu omuzlarını.

“Vik. Vik! Neden bunu düzeltemiyorsun ki ha!?”

Sonunda giderek çatlayan sesiyle düzeltip düzeltemeyeceğini soran V’den yüzünü çeviriyordu.

“Neden ölmek zorundayım? Neden ölmek zorunda olan ben oluyorum”

Vik ellerini saçlarında gezdirip tekrar döndü hastasına doğru.

“V, sen zaten öldün. Dex seni ölüm büyüsüyle vurduğunda zaten bilincin kapanmıştı. Nasıl isekaijin olduğunu bilmiyorum ama bu sayede şu an buradasın.”

“Eğer sen de bana yardımcı olamıyorsan beni yaşatacak kadar iyi restore rünü kullanabilen biri yok demektir. O halde yaşamak için ne yapmam gerekiyor, Vik?”

Vik gözlerini işaret ve baş parmağı ile kapatıp kalkarken cevap bekleyen V ismini giderek yükselen ses tonuyla tekrarlıyordu.

“Vik!”

Bunun adil olmadığını belirten bir iç çekme bırakırken geri yaslandı. Acı azalmış kafasında hissettiği bir sızıya dönüşmüştü. Sadece hafızasını yokladığında artıyordu. Üzerinden sıyırdıkları çamur tabakası her ne idiyse işe yaramıştı.

Vik gittikten sonra sivri kulaklı bir insan girdi içeri. Vik ile benzer bir yeşil kıyafet giyiyordu. Daha yakından bakınca bunların ağaç yapraklarından işlenen bir tür giysi olduğunu fark etti.

“Vik’e yüklenme, V. Hadi seni evine bırakalım.”

V güçsüz bir baş hareketiyle onaylayabildi sadece. Aslında durumunun ne kadar umutsuz olduğunu idrak etmeye çalışıyordu hala. Eve geçerken sokaklara bakma fırsatı bulmuştu. Bütün bu manzara hem daha önce görmediği için yeni bir dünyaya açılıyordu hem de ayrıntıları fark etmeyeceği kadar tanıdık geliyordu. Baş ağrısı arttı ancak daha kötü bir sona doğru ilerleyen hayatı ile karşılaştırılınca umursamıyordu.

Tekne dedikleri araca bindi tahta ve taştan yapılan yapıdan çıkarken. Her tarafta düzgün dizilmiş taşlarla yükselmiş binalar vardı. Köy evlerinin üstüte nizami olarak oturtulması ile oluşmuş gibi görünüyordu. Düşüncelerinden doğan kelimelerinde böylece ne akdar birbirine girdiğini fark etti. “Köy evleri” tabirini sadece bir isekaijin kullanırdı. Aslında kendisi için zaten içine doğduğu bir şehirdi burası.

Bir tekneye bindi. Ön tarafına oturduğu teknenin arkasındaki işlemeli ağaç kütüğüne siivri kulaklı olan oturmuş, kütükten uzanan sopayı kavrarken bileğine uzandı. Çıkardığı işlemeli çubuk diğer gördüklerinden daha kısaydı. Ağaç kütüğüne dokundurdu ve teknenin tanıdık bir şekilde zeminle temasının kesilmesinden kaynaklı bir mahoşluk hissetti bir an. Sanki ruhu bedenine yetişmeye çalışıyordu.

Hareket etmeye başladıklarında üstlerini örten bölümün bir an mor bir ışıkla parlayıp sönmesini izledi. Yol uzun değildi. Araç ile bir atıştırmalık yeme süresinde varmışlardı. Yürüyerek yarım saat sürmeyeceğini düşündü zira bir kaç sokak yukarı gitmişlerdi sadece. Ancak ara geçişler olmadığı dikkatini çekti.

Binaya çıkmaya başladıklarında sivri kulaklı kız tekne için kullandığı kısa çubuğu bilekliğe takıp benzer işlemeli daha uzun bir çubuk çıkartarak üzerine tuttu ve mor bir ışığın bedenine destek olduğunu fark etti V. Kendini ışığa bırakarak binada ki bir odaya girdiler. Odanın da mor ışık ile havalandığını ve sarmaşıklarla çekildiğini görünce mor ışığın ne olduğunu düşündü. Bir anda belirip azalan acı ile ışığın bir tür yerçekimi büyüsü olduğunu anladı ve ağzından iki kelime döküldü.

“Leviate rünü…”

Sivri kulaklı kız bunun seslendi kendisine.

“Ah, demek rünleri hatırlıyorsun. İsekaijin olunca bu kadar basit konuları bile unutabileceğini söylemişti Vik.”

Editör: Berfin Yeşilyurt

--

--