Marslı Kitap İncelemesi: Bilime Aşk Mektubu Yazmak

O, dünyanın en ünlü adamı, sorun şu ki Dünya’da değil.

Alaz
Yazı Rehberi
10 min readMar 16, 2023

--

Puan: 9/9
Yazar:
Andy Weir
Çevirmen:
Emre Aygün

Kendisine bilimin meraklı çocuğu lakabını takan Andy Weir’in başarısı hiç şüphesiz yaratıcı yazarlıkla gerçekleştirdiği işlerden kaynaklanıyor. Başarının getirilerinden en büyüğü ise bilime olan sevgiyi daha önce meydana gelmemiş bir şekilde gerçekleştirmek desem yalan söylemiş olmam sanırım.

Marslı’nın bilimkurgu türünün deha seviyesinde eseri olması şans eseri mi?

Roman, uzay macerası hayranları için aşk temalı romanların, terk edilmiş aşıklara yaptığını yapıyor. Bilime gerçek bir aşk mektubu! En iyi ihtimalle bir çeşit uzaydan kaçış sunuyor.

Yazar Andy Weir, AOL ve Blizzard gibi büyük şirketlerde çalışmış bir yazılım mühendisi. On beş yaşından beri programcılıkla ilgileniyor ve iyi bir okur olduğu için tabii ki Asimov ve Clarke hayranı. Ayrıca babasının bir parçacık fizikçi olduğunu biliyoruz. Sanırım bilimkurgu kitabı yazmak için tüm elementleri toplamış birisiyle karşı karşıyayız. Gördüğünüz üzere aşktan anladığı çok açık. Yazar, resmen bilime aşık!

Weir’i, benim tanıdığım ilk kitap Marslı ama Marslı kitabını yazmadan öncesinde kısa bir hikayesi ve resimli romanlarının da olduğunu öğrendiğimde hemen gidip okudum. Özellikle de “Yumurta” adlı hikayesi gerçekten ama gerçekten çok etkileyiciydi.

Vaktiniz varsa eğer buradan hikayeyi dinleyebilirsiniz.

Weir’ın, roman formatında yazdığı ilk eser olma özelliği taşıyan Marslı, 2011 yılında ücretsiz elektronik kitap olarak yayınlandıktan sonra hayranlardan oldukça talep görüyor. Daha sonraları Amerikalı Crown Publishing Group, sonunda bu kitabı basmaya karar veriyor. Böylelikle Marslı, kısa sürede New York Bestseller listesine on ikinci sıradan adını yazdırmayı başarıyor. Ayrıca kitapların değerlendirildiği Goodreads sitesinin üyeleri de Marslı kitabını 2014'ün En İyi Bilimkurgu Romanı olarak seçti!

Başlarda kitap hakkında en çok konuşulan konu yayın haklarına ne olacağıydı. Fakat bir müddet sonra o da çözüldü ve kitap, ünlü yönetmen Ridley Scott tarafından filme çekildi. Üstelik başrolde Matt Damon gibi mükemmel bir oyuncu oynuyor.

Kitabın kurgusal incelemesine başlamadan önce eseri biraz daha övmek istiyorum. Özellikle çevirmen Emre Aygün’ün başarısından bahsetmeden geçmek olmaz. Olay örgüsünü karakterin bakış açısından okuduğumuzdan dolayı, çevirinin daha da özenli olması gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar ilahi bakış açısıyla yazılan bir romanın çevirisi zor olsa da karakter odaklı bir kitabı böyle etkileyici bir şekilde orijinaline bu kadar yakın şekilde çevirebilmek çok daha zor bir iş olmalı! Çünkü seçilen her bir kelimeyi yerelleştirmek gerekiyor. Ancak böyle yaparak yazarın orijinal kitapta karaktere atadığı özellikleri değiştirmeden aktarmak mümkün olabiliyor.

Ayrıca söylemeden edemeyeceğim. İnternetten aldığım bilgiye göre kitabın ilk basımında oldukça fazla yazım hatası bulunuyormuş fakat diğer basımlarda bu sorun çözülmüş. O yüzden yeni okuyacaklar rahat olabilirsiniz.

Daha fazla uzatmadan incelemeye geçmek istiyorum fakat önem verdiğim bir şey daha var. O da kitabın kapak tasarımı! Kitabın ilk baskılarının ön kapağında, Mars’ın toz fırtınasında dengesini yitiren bir astronot resmi kullanılmış. Kitabın giriş kısmı için güzel bir anlatım. Açıkçası biraz daha incelemek istiyorum. Sanırım tasarımın incelenmesi bu kadar basit olmamalı. Çünkü genelde yazarlar ya da okurlar arasında kitap tasarımları pek konuşulmaz. Sebebi ise kitabın kapağına göre içeriğini yargılamamamız gerektiği klişesi fakat ben böyle düşünmüyorum. Gerçi yeni okur da pek böyle düşünmüyor ama kendisini daha “entel” bir konumda gören okur için kitap tasarımları, boş işten başka bir şey değil. Bana kalırsa kitap tasarımları çok önemli ve kitabı satan başlıca faktörlerden fakat tabii ki kitap alırken tek sebep ilgi çekici bir kapağa sahip olması olmamalı.

Kapağa geri dönecek olursak kızıl gezegen Mars’ın renklerinin bu şekilde vurgulanmış olması ve devrilen astronot figürünün odak noktada oluşu, kitaba ilk görüşte aşık olmama neden olduğunu hatırlıyorum. Hatta hala daha kitaplığıma yöneldiğimde o kadar kitap arasından Marslı’nın kapağı dikkatimi çeker. Alıp biraz baktıktan sonra kitabın sayfalarını karıştırmaya başlarım. Sonrasında ne mi olur? Kendimi son yarım saati ayakta geçirmiş bir şekilde kitap okurken bulurum.

Araştırmalarıma göre kitapla bunu yaşayan sadece ben değilim. Tasarımda okuru bu kadar etkileyen her ne ise internet forumlarında sırf bu kapaktan dolayı kitabı alıp okuyanların olduğunu gördüm. Hatta bilimkurguyla alakası olmayan insanlara bile kendini satan bir kapak olduğu konusunda entryleri ile karşılaştım. Bu oldukça hoşuma gitti çünkü bilimkurgu türünü sevdiğini fark eden insanları görmek çok güzel. Ülkemizde pek sevilmiyor da kendisi…

Açıkçası kitap incelemesini kitabın ilk sayfalarıyla sınırlı tutmayı düşünüyordum çünkü bu macerayı herkesin okuyarak deneyimlemesinin daha doğru olduğunu biliyorum. O yüzden kitabı, devamını tahmin edebileceğiniz ama tam bir tahmin yürütemediğiniz için merak edeceğiniz kısımlardan ele alacaktım. Fakat kendimi yine tutamadım ama sonra düşündüm ki Hangimiz Mark’ın kurtulmayacağını düşündü ki?" Olay sonuçtansa süreç değil mi zaten?

Kısacası ayrıntı vermeyeceğim merak etmeyin! Yani kitabı merak edin, spoiler yemeyi merak etmeyin.

MARSLI | İNCELEME

“Neresinden bakarsanız bakın, sıçmış durumdayım.”

Evet, kitap yukarıda görmüş olduğunuz cümle ile başlıyor. Sonra da Mark, kendinden bahsetmeye başlıyor ve durum değerlendirmesi yaparak okuyucuya bir nevi selam veriyor. Bu açıdan baktığımız zaman yazarın hikaye anlatıcılığındaki çok basit bir tekniği ustalıkla uyguladığını görüyoruz. Yazar, kitabın en başında merak uyandırıcı bir giriş yaparak okuyucu ve kitap arasında daha ilk cümleden itibaren duygusal bir bağ oluşturmayı amaçlıyor. Bunu da başarıyor çünkü kitabı okuyan hemen hemen her okurun aklından “Acaba ne oldu?” sorusu geçiyor.

Kitabın konusundan devam edersek Mark Watney, Mars’a insanlı keşif için gönderilen bir ekibin botanik uzmanı olarak bulunuyor. Kızıl gezegende geçirdiği altıncı günde pek de hoş olmayan şeyler meydana geliyor ve hayatının en güzel altı ayı bu yüzden çöp oluyor. Hem de daha altıncı gününde…

Mark, kızıl gezegen Mars’ta yapayalnız kalıyor ve muhtemelen kısa bir süre sonra ölecek.

İletişimi kopan ve koca bir gezegende kötü bir Robinson Crusoe ironisi yaşayan Mark, kendine bir yaşam alanı açmak ve hayatta kalmak için işe koyulmaya başlıyor. Tabii bizler de tüm bunlara Mark’ın olur da ölürse arkada bırakmış olacağı hatıraları, yok eğer ölmezse de onu aşırı havalı yapacak kayıtları okuyarak maceraya dahil oluyoruz.

Koca bir gezegende bir başına kalmak yeterince korkunç gelmediyse bir de üzerine açlık gibi dertler eklemeyi deneyin. Mark, gerçekten zor şeyler yaşıyor. Kitabın ilk sayfalarından itibaren önüne gelen her sorunu çözmeye çalışması ve bu çözüm arayışları sırasında yapacağı en ufak hatanın bedelinin ağır olacak olması da hikayenin heyecan verici kısımlarının başını çekiyor.

Okuyucu olarak daha ilk cümlesiyle kendini sevdiren Mark’ın bu senaryoda hayatta kalmasını istememek insafsızlık tabii. Fakat Mark Watney karakterimiz hayatta kalabilecek kadar iyi mi? Evet, kesinlikle. Mark gerçekten de zeki ve eğitimli bir karakter. Kaldı ki öyle olmasaydı adamı Mars’a göndermezlerdi. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü Andy abimiz yazdığı romanda konuyla ilgili hakimiyetini öyle ustalıkla göstermiş ki çıkan her soruna getirilen çözüm önerisi akılcı ve mantıklı bir şekilde işliyor. Bu yüzden kurgu sırasında yaşanan her olay bilimsel cevaplarla çözülüyor. Bu sebeptendir ki kitap, bilim severler tarafından çok seviliyor. Fakat bu durum şöyle bir sorunu da beraberinde getiriyor. Kitabı okumadan önce bilimkurgu ve astronomiyle aram iyi değil, sanırım bir şey anlamayacağım diye düşünüyor olabilirsiniz. Böyle düşünmenize pek gerek olmadığını düşünüyorum. Sebebi ise kitabın işlenişi, kitapta bu kadar teknik ve bilimsel tabire yer verilmesine rağmen gerek hikayenin akıcılığı ile gerekse karakterin dizaynı sayesinde anlaşılır bir dil oluşturulmayı başaran yazar, 400 sayfanın nasıl geçtiğini sorgulatıyor. Bununla da kalmıyor, verdiği bilgilerle bilimsel gelişmelere ilgisi olmayan bir kitleye bile merak uyandırmayı başarıyor. Tavsiye ettiğim arkadaşlarımdan biliyorum. Bunun arkasındaki neden ise okurken rahatlıkla hissedebileceğiniz, yazarın yazdığı konuya olan içten ilgisi tabii ki. Weir bu ilgiyi size aktarmayı kesinlikle başarıyor.

Tabii ben böyle düşünüyorum diye herkes böyle düşünecek değil. Sade ve akıcı bir dille yazılmasına rağmen romanda aktarılan teknik bilgi ve detaylı bilimsel ağız, bazı okurlar tarafından hoş karşılanmayabilir. Bana kalırsa bu tip detaylar hem hikayenin hem de karakterin gerçekçiliğini yansıtması açısından çok önemli diye düşünüyorum. Sonuçta Mark, astronot bir botanikçi! Kitaba gelen bu tarz eleştiriler hakkında söylemek istediğim bir diğer şey ise kitabın bir sert bilimkurgu türü örneği olmaması konusunda. Açıkçası neden bilmiyorum ama bazı insanlar sınıflandırmanın temelinde yatan düşünceyi anlayamıyor ya da anlamak istemiyor.

Sınıflandırma yapmanın en temel sebebi bilgiye ulaşma hızımızı arttırmaktır. Bu durumda bir romanın türüne göre sıralanmasının sebebi o türde bir roman okumak isteyen okurun, okumak istediği romana hızlı ve kolay ulaşabilmesini sağlamaktır. Marslı kitabına gelen en büyük eleştirilerden olan kitabın sert bilimkurgu türüne ait olmadığı, hatta öyle bir gayesinin bulunmadığına yönelik görüşleri doğru bulmuyorum.

“Sert Bilimkurgu” türünden beklenen en önemli şey bilimsel isabetliliğe önem vermektir. Çalışma şekli kabaca şudur: Günümüzde bildiğimiz kadarıyla bilimsel bilgide eksiklikler vardır. Bu doğal bir durumdur. Bilim insanları her seferinde teorilerini yanlışlamaya gayret göstererek boşlukları doldurmaya çalışır. İşte “sert bilimkurgu” yazarı dolu tarafı göz ardı etmeden boşlukları doldurarak bir nevi geleceğe ışık tutar ve ilham olur. Bakın! Tüm bunların bu kadar net ve belirli sınırlar çerçevesinde tutulmasının ve şartlanmasının saçmalığını bir kenara bırakıyorum. Bu roman zaten bunu yapmıyor mu?

“Bilimdeki boşlukları doldurma ve bu yeni bilimsel bilgi veri bankası ile yeni teknolojiler icat etme” fikri zaten bu kitabın içerisinde bulunmakta. Açıkçası Mars’a gittiğimizi ya da oraya gitmesi için yapılmış bir Hermes’imiz var da ben mi hatırlamıyorum? Hadi onu geçtim, peki ya yazarın astronomik yörüngeler üzerine oturup çalışmasına ve oldukça güzel bir fikir bulmasına ne demeli? Tüm bunlar sırf Clarke ya da Asimov gibi uzak zamanda, teknolojinin getirilerinden yararlanıp aktarılmayıp çok yakın zamana ait olduğu ve kesin olmadığı halde az çok bildiğimiz için değersizleştirilecek bilgilerden mi? Açıkçası romanda dile getirilen birçok bilgi ve fikir, NASA için sonraki yıllarda test edilmeye ya da uygulanmaya başladı. Böyle bir durumda gerçekten bu kitabın bilime ilham olmadığını mı düşünmeliyiz yoksa aksine, bilime dahiyane bir giriş yaptığını mı konuşmalıyız?

Bu konuyu da hallettiğimize göre yavaştan bitirebilirim diye düşünüyorum. Bitirmeden önce şunu da eklemek istiyorum. Yazarımızın bilime olan aşkının bir diğer etkisi ise ana karakterimiz üzerinde olmuş. Kahramanımız oksijenin yeterli olmadığı, suyun doğal imkanlarla elde edilmesinin zor olduğu, üzerinde canlı bulunmayan, çok soğuk ve gerçekten ıssız bir gezegene düşmüştür. Onu hayatta tutacak özellikler zekası, bilimsel bilgisi ve sahip olduğu teknolojidir. Fakat unutmayın ki ıssız bir gezegende sizi hayatta tutacak şeyler bunlar olsa da bunları yapmanızı sağlayacak en büyük etken psikolojiniz olacaktır. Mark’ın esprili, pozitif ve yaşama bağlı karakter yapısı önemli ölçüde başarılarının asıl sebebi oluyor. Çünkü karakterimiz, hem kendisiyle hem de yaşadığı zor koşullar hakkında dalga geçebilecek bir olgunluğa ve bakış açısına sahip. Bu sayede bilmediği ya da eksik bilgisi olduğu konuları araştırıp öğreniyor ya da akıl yürütme metodunu uygulayarak korkmadan çözüme doğru bir adım atmış oluyor. Tabii her konuda risk almıyor, bu çok aptalca olurdu. Mark, tedbir ile risk arasındaki o ince çizgiyi yakalayabilen iyi tasarlanmış bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki sabırlı kişiliğinin getirisi olarak sonuca giden adımların küçük ve sürekli olması gerektiğinin de farkında biri. Özellikle yüzey aracının çatısına delik açtığı kısımlarda bu yönüne oldukça iyi bir şekilde tanık oluyoruz. Yarının işini bugünden yapmak istemeyen Mark, işleri kafasında sıralayarak hedefler koyar. Hedefe giderken ona yardım eden en iyi özelliği ise asla ümitsizliğe kapılmayan doğasıdır. Sanırım “umutsuzluğa kapılmamak” deyimi Mark’ı tanımlayan en iyi sözlerden biri olur çünkü Mark’ın temelde başarısını tetikleyen özelliklerinin en büyüğü budur. “Roman sırasında umutsuzluğa kapıldığı hiç olmadı mı?” diye soracak olursanız eğer evet, oldu. Fakat Mark, klasik kahramanın sonsuz yolculuğu hikaye anlatısının aksine bir usta ya da öğreticiye gerek duymadan her seferinde ayağa kalkmasını bildi. Hatalar yaptı ve kimi zaman tekrar etti. Ta ki doğruyu bulana kadar. Ta ki önüne gelen her bir sorunu çözüp eve dönene kadar.

Mark’ın karakter yapısına ve hikayenin genel olarak karakter işleyişinin iyi olmasına yapılacak bir diğer eleştiri de ana karakterimizin birkaç olay dışında karakter gelişimi göstermeyişi olabilir. Tabii bana kalırsa bu durum yazarımızın eksikliği değil bir tercihidir. Romanın yapısı itibariyle kahramanımız Mark, ana karakterden istediğimiz ve beklediğimiz karakter gelişimini göstermekte biraz zorluk çekiyor. Çünkü yaşadığı olay yüzünden hata yapıp tekrar devam etmesi ve cesurca kararlar vermesinin gerekliliği kendisini kitabın en başında gösteriyor. Mark karakteri de henüz başında bu kararı verdiği için geriye sadece uygulamak kalıyor. Bu yüzden kitabın başında gördüğümüz Mark ve sonunda okuduğumuz Mark arasında bir fark yok. Tabii Mars’ta geçirdiği günlerde yaşadığı fiziksel ve psikolojik sorunları saymazsak.

Peki Mark, tek başına mı kurtuldu? Tabii ki hayır. Mark’ın cesareti ve yaşama aşkı, mahsur kaldığı gezegende hayatını devam ettirmesini sağlasa da onun ve Dünya’da bulunan yetkililerin bildiği bir şey vardı ki o da bu işi sonsuza kadar yapamayacağıydı. Geçmişte ve günümüzde izlenen uzay araştırmalarına baktığımızda Mark’ın kurtarılması için harcanan para mantıklı bir zemine oturmalıydı. Bu konuda da Andy Weir abimizin başarısının önemli olduğunu düşünüyorum. Yazar, birçok Amerikan filminde olan “Biz geride adamımızı bırakmayız. Bizim için her vatandaşımız değerlidir.” klişesini çok güzel aktarmış. Kitlelerin zor durumda kalanlara yardım etme içgüdüsünün dünya geneline yayıldığını ve bu durumun hiçbir birey ya da devlet gözetmeksizin gerçekleştiğini kitabın birçok noktasında açıklasa da bence özetleyen en iyi paragraf şuydu;

“Bir yürüyüşçü dağlarda kaybolsa, insanlar bir arama koordine ederler. Bir tren kaza yapsa, insanlar kan vermek için sıraya girerler. Bir deprem şehrin birini yerle bir etse, dünyanın dört bir tarafından insanlar acil durum malzemeleri gönderirler. Bu insanların içinde öyle temelde bulunan bir şeydir ki, istisnasız her kültürde yer bulmaktadır. Evet, umursamayan şerefsizler yok değil ama umursayanlar onları sayıca katlıyor. Ve bu yüzden, benim tarafımda olan milyarlarca insan vardı. Çok güzel bir şey, değil mi?”

Marslı, Andy Weir

Sona gelirken söylemek istediğim birkaç şey kaldı. Öncelikle her filme uyarlanan kitapta olduğu gibi “Hangisi iyi?” sorusuna cevap vermek istiyorum. Tabii ki cevabım kitap ama başta da söylediğim gibi romanıyla yarışabilecek bir film varsa bu şüphesiz Ridley Scott gibi bir yönetmenin çektiği filmdir.

Yalnızca filmle yetinecek bilimkurgu severlere de şunu söylemek istiyorum. Kitapta yer alan çoğu trajikomik maceranın filmde yer almadığını bilmeniz gerek. Ayrıca bence kitabın sonu filme göre çok daha keyifli. Bu yüzden kitabı okumaya üşenmeyin, derhal Marslı’yı edinip okumaya başlayın, başlayınca zaten bitireceksiniz.

Dediğim gibi bilime aşık bir yazar tarafından aşkla yazılmış bir romanda, yaşama aşkla bağlı bir karakterin başından geçen hayatta kalma hikayesini okuduğunuz zaman kitaba ve bilime aşık olmamanız mümkün değil.

Editör: nur

--

--

Alaz
Yazı Rehberi

You’d be surprised what you can pull off when your life depends on it.