Oppenheimer Film İncelemesi: Farklı Bir Film Farklı Bir Bilinç

Oppenheimer Filmi Hakkındaki Görüşlerim

Alaz
Yazı Rehberi
7 min readApr 2, 2024

--

Bomba Gibi Bir İnceleme Çünkü Sürprizbozan Yok!

Spoilersız incelediğimiz kısımı gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

Sanırım Oppenheimer’ın hayatı film olacak deseler, yönetmen koltuğunda Christopher Nolan’dan başkasını düşünemezdim. Tabii Nolan da böyle düşünmüş olacak ki kitabı okuduğu zaman dikkatini çeken bir ayrıntı onu senaryo hazırlığına itmiş.

“Filmi iyi yapan şey, salondan çıkarken aklında kalan sahnenin iyi olup olmamasıdır,” derler. Tabii ki çoğu zaman bu filmin finali olur. Oppenheimer da bu açıdan çok kuvvetli bir finale imza atmış bir filmdi benim için ancak Oppenheimer’ı iyi yapan tek etken bu değildi. Film, başından sonuna kadar önemli ve kuvvetli bir tartışmayı, diyaloglarla ve farklı bilinçlerle bizlere aktarmayı başarmıştı. Ayrıca güçlü girişiyle birlikte akıllarda soru işaretleri uyandırması ve düşündürmeyi başarması filmin sevdiğim yanlarından oldu. Tabii ki sevmediğim kısımlar var ve yazının devamında bunlardan da bahsedeceğim ama filmi düşündükçe sevip sevmemek arasında kalıp çoğu kez sevmeyi tercih ettiğimi söyleyebilirim. (Evet, en sevdiğim film hakkında bile böyle şeyler düşünüyorum.) Özellikle filmin hemen başındaki harika açılışı bu tercihi yapmam da önemli bir rol oynadı.

Prometheus, Yunan mitolojisine göre tanrılardan ateşi çalıp insanlığa verdi. Ancak bu kahramanca hareketi sonucunda tanrılar tarafından cezalandırıldı; kendisi bir kayaya zincirlenerek sonsuz işkenceye maruz bırakıldı.

“American Prometheus” adlı biyografi kitabını temel alan bir film olan Oppenheimer, insanlığa ateşi verdiği için cezalandırılan Titan Prometheus’un hikayesini anlatmak üzere, bu mitolojik figürün sembolizmiyle başlıyor.

Prometheus’un amacı, insanların ateşi kullanarak ısınmalarını, yiyecek pişirmelerini ve ateşin sağladığı aydınlıkla ilerlemelerini sağlamaktı. Ancak, insanlar ateşi sadece Prometheus’un hedeflediği şekilde kullanmadılar. Olympos tanrılarının Prometheus’u cezalandırmalarının altında yatan nedenler karmaşıktı. İnsanların elde ettikleri gücün kontrolü ve kendi sınırlarını aşma isteği gibi faktörler, tanrıların bu cezalandırmasının arkasındaki sebeplerden sadece birkaçıydı.

Benzer şekilde, Robert Oppenheimer da nükleer ateşi insanlığa getirerek büyük bir güce sahip bir silahın yapımına öncülük etti. Ancak Oppenheimer’ın amacı neydi? Bu sorunun yanıtı da karmaşıktır. Oppenheimer ve Manhattan Projesi ekibi, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya'sının nükleer silah geliştirme çabalarına karşılık verme amacıyla çalıştılar. Ancak bu süreç, dünyayı potansiyel olarak yok edebilecek bir silahın yaratılma tepkimesinin başlangıcı olmakla mümkündü.

Film, Prometheus hikayesi ile Oppenheimer’ın çalışmaları arasında paralellikler kurarak, güçlü bir silahın getirdiği sorumlulukları vurgulayarak başladı.

Teknolojinin hızla geliştiği ve dünyanın değiştiği bir dönemde, insanlar bu yeni güçle nasıl başa çıkacaklarını ve etik sorunları nasıl ele alacaklarını düşünmek zorunda kaldılar. Özellikle değişmeye başlayan insan bilinci ve değişen sosyal düzenle gelişen soğuk savaş dönemi, Oppenheimer’ın iç düşünceleri aracılığıyla izleyiciyle buluşmuş oldu. Bunu yaparken de hem ana karakterin bakış açısını kullanıp hem de zamanla oynayarak odağına değişim ve gelişimi ele almış bir film izledik.

Nolan ve Zaman, böyle bir dönemi anlatmak ve atom bombasının babası Oppenheimer gibi bir bilim insanı hakkında katmanlı bir hikaye ele almak için süphesiz olabilecek en iyi tercihti.

Protonları İnceleyip Patlattığımız Kısım Burası!

Bu kısımda filmde dikkatimi çeken bazı detaylara ve araştırdığım konuların üzerinden geçmeyi planlıyorum.

İyi okumalar.

Şimdi ben, ölüm oldum. Dünyaların yok edicisi…

Oppenheimer’ın gerçekte de söylediği sanat eseri kıvamında bu alıntıyı filmden öncede duymuşsunuzdur. Sanat eseri diyorum çünkü bana kalırsa sanat bir şeylere yaratıcı katmanlar eklemektir. Peki atom bombası yapan bir adamın bir sözü bu denli ustaca alıntılaması, sanat eseri değil de nedir?

Peki Oppenheimer’ın ağzından çıkan bu söz üzerine bütün bir filmini kurgulayan Nolan’ın yaptığı nedir?

Şimdi Nolan’ı az da olsa takip ediyorsanız yönetmenin zamana olan takıntısını biliyorsunuzdur. Aklınızdan filmdeki zamansal kurgudan dolayı bu konuyu açtığım geçiyor olabilir ama aksine tam olarak birkaç paragraf önce yer verdiğim alıntıyı daha derin ele almak istiyorum. Çünkü Oppenheimer filminden aldığım ve bizzat Oppenheimer’dan duyduğumuz bu söz ona ait değil. Kendisi bu cümleyi Bhagavad Gita’dan alıyor. Bhagavad Gita’da geçen cümle ise Oppenheimer’in söylediğinden biraz daha farklıdır. Cümlenin orijinali şu şekildeydi.

Şimdi ben, zaman oldum. Dünyaların yok edici…

Tam olarak bu sözden ötürü Nolan, Oppenheimer filmini çekme kararı verdi.

Bana kalırsa zaman yerine ölüm kelimesini kullanmak yanlış sayılmaz. Oppenheimer söylemiş olduğu alıntıda zamanı bir nedenden ötürü çıkardı. Belki de yaşadığı pişmanlığı aktarabilmenin daha iyi bir yolunu bulamamış olabilir. On binlerce insanın ölümüne neden olan bir insanın pişmanlığını bu alıntıyla aktarıyor olması manidar olsa da hikayeye daha derinden baktığımızda Oppenheimer’ın bize ne demek istediğinizi daha net anlarız.

Gita’da Arjuna adındaki bir prensin kendi kanından insanlarla savaşmak zorunda kalması ve bu yüzden savaşmakta tereddüt etmesi anlatılıyor. Arjuna’ya yardım eden Krishna isimli tanrı da ona bazı nasihatlerde bulunuyor. Savaşmak zorunda olduğunu ve savaşın sorumluluğunun askerlerde olmadığını söylüyor. Arjuna’ya savaştan çekilse bile bu savaşın gerçekleşeceğini öğütleyerek onu savaşa hazırlıyor. İşte Oppenheimer bu hikayeyi anlatan Sanskritçe alıntıyı sıklıkla kullandı . Gita’dan bombayı yapmanın kendi görevi olduğunu ve onu akıllıca kullanmanın da liderlerin görevi olduğunu öğrendi ve rasyonelleştirdi. Başka bir deyişle Oppenheimer, hükümet kararlarına uydu çünkü tüm bu olanlar onun sorumluluğunda değildi, siyasi karar almanın bilim adamlarının değil hükümet liderlerinin görevi olduğunu düşünüyordu.

Örneğin filmde bir ara Oppenheimer askeri bir üniforma giyiyordu. Daha sonra arkadaşının üniforma konusunda kendisini uyarmasıyla takım elbiseye geçti. Yönetmen Nolan, Oppenheimer’ın kendini savaşta yer alan bir asker olarak gördüğünü daha nasıl göstererek anlatabilirdi ki?

Oppenheimer gibi bir bilim insanının gözlem yeteneğinin kötü olması gibi bir durumun pek mümkün olmayacağını biliyoruz. Projeyi kabul ettiği ilk andan itibaren ileride tarihin onu yargılayacağını anlamıştı diye düşünüyorum. İşte tam olarak bu yüzden bu sözü söyledi zaten.

Nolan’ın Oppenheimer filmini çekmesindeki en büyük etken alıntıydı. Hatta öyle ki sadece bu alıntıya yer verip finalinde bombanın patladığı bir filme imza atabilirdi. Mesela ben öyle yapardım. Fakat Nolan tüm filmi bu alıntı üzerine kurmuş ki bu da iyi bir yönetmen olduğunu kanıtlar nitelikte bir etken olmuş.

Biraz da filmin diğer taraflarına bakalım. Birkaç yerde Oppenheimer’ın Nobel ödülü olmadığının bahsi geçiyor olması sizin de dikkatinizi çekti mi? Hatta gördüğümüz ilk yer General Leslie Groves’la Oppenheimer’ın tanışmasında yaşandı. Groves neden Nobel’i olmadığını sorduğunda Oppenheimer’da “Bakarsın verirler. Sonuçta Alfred Nobel’de dinamiti icat etmişti” diye bir cevap verdi. Bu kısımda küçük bir bilgilendirme verecek olursam; Tahmin edebileceğiniz üzere Nobel ödülleri ismini Alfred Nobel’den alır. Yani dinamit gibi en az enerji ile en fazla yıkımı sağlayabilecek bir silahı bulan adamın ismi verilmiştir ödüllere. Fakat her icatta olduğu gibi Alfred Nobel’in dinamiti icat etmesindeki amacı hayatlara son vermek değil aksine kurtarmaktır. O dönem dağları delmek ya da madencilik uygulamaları için Nitro-Gliserin kullanılıyordu. Bu madde aşırı tehlikeliydi çünkü kararsız yapısı nedeniyle küçük hareketlerde büyük ve istenmeyen patlamalara yol açıyordu. Döneminde bunu tren raylarıyla taşıdıklarını düşünürsek eğer Alfred Nobel’in dinamit gibi kontrollü bir patlayıcı yapma sebebini çok rahat kavramış oluruz diye düşünüyorum. Yaşadığı sırada icatları sayesinde dünya çapında üretim yapan 90’dan fazla fabrikaya sahip oldu. Ticaret imparatorluğu adına bir vakıf kurulmasını ve bu vakfın her yıl ödül vermesini vasiyet etti. Zaten bu sayede Nobel ödülleri ortaya çıkiyor. Filmde Oppenheimer’ın Alfred Nobel’in de ödülü yoktu demeyip o da dinamiti icat etmişti diye belirtmesi bu sebepten ötürü muhteşem bir detay olmuş.

Filmde dikkatimi çeken bir diğer noktada elmaya enjekte ettiği siyanür oldu. Araştırdığımda gerçekten de böyle bir şey yaptığını fakat daha sonra ailesinin sayesinde adli bir durum oluşmadan olaydan yırttığını okudum. Filmde yönetmenimiz Nolan, Oppenheimer’ın durumu kendinin kurtardığını gösterme kararı almış ve bu kararı çok ilginç bir yaklaşımla karaktere aldırmış. Değinmeden geçemeyeceğim film bir biyografi filmi gibi dursa da aslında bir kitap uyarlaması olduğundan bu tür sahne tercihlerinde özgür olması çok normal. Bu kısımda Oppenheimer’ı durduran şey; hocasının elmayı kendisinin yemesi yerine bir ata yedirecek olması oluyor. Anlayacağınız Oppenheimer yaptığından pişman olup durumu düzeltmeye çalışmıyor. Çocukluğundan beri süre gelen at sevgisinden dolayı yaptığı şeyin bir atın ölümüyle sonuçlanabileceğini düşündüğü için endişeleniyor. Bu sahne bana kalırsa Oppenheimer’ın çarpık zihnin mükemmel bir dışa vuruma diyebiliriz.

Boooomm!

Film hakkında görüşlerimin ve kurgusu ile ilgili bilgim doğrultusunda fikirlerimi aktardığım kısımda burası oluyor efenim.

İyi okumalar!

Christopher Nolan, zaman kurgularıyla oynamayı sevdiğini daha kaç kez yazmam gerek bilmiyorum ama bu yönetmenin filmlerindeki alameti farikasın da bu işte.

Yönetmen, “Oppenheimer” filminde de bu eğilimini devam ettiriyor. Filmde Oppenheimer’ın gençlik yılları, Los Alamos’ta bombanın yapım süreci, akademik yılları, aile hayatı, soruşturma süreci gibi farklı zaman dilimlerini öyle ustalıkla kurgulamış ki izlerken sıkılmak mümkün değil. Her bir sahne bir sonraki sahnenin merak unsurunu arttırıyor ve izlerken gördüğünüz şeyin daha büyük bir planın parçası olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bunu yaparken renkli ve siyah-beyaz sahneler arasında geçiş yapıyor. Nolan’ın tercih ettiği bu karmaşık kurgu, karakterlerin iniş çıkışlarını ve güvenilirliklerini sorgulamamızı sağlıyor. Özellikle Oppenheimer’ı oynayan Cillian Murphy’i karakteri o kadar ustalıkla oynuyor ki zaman geçişleri sırasında atom bombasının babasının düşüncelerindeki değişimden tut, duygusal değişimlerine kadar her şeyi jest ve mimikleriyle çok güzel aktarıyor.

Filmin bu karışık kurgusu sadece politik kısımlarda yapmasının bir sebebi de politika ve siyasetin yaşattığı o güvensizlik hissini vurgulamak ki bu da filmde çok sevdiğim tercihlerin başında geliyor.

Söylediğim üzere film, ABD tarihinin karmaşık siyasi dönemlerinden birinde geçtiği için politik süreci anlamamızı zorlaştırıyor ve karakterlerin samimiyetlerine tam olarak güvenmemizi engelliyor. Atom bombasının yaratım süreci ve bilimsel tartışmaların olduğu anlar, kurgunun en net olduğu zamanlar olarak karşımıza çıkıyor. Ancak askeri ve politik figürlerin devreye girdiği noktalarda, hikaye karmaşıklaşıyor ve izleyiciyi şüpheye düşürüyor. Nolan’ın bu karmaşık zaman kurgusu, politik belirsizliği vurgularken bilimsel kısımları daha net sunma amacını taşıyor.

Sonuç olarak, Nolan’ın imzası haline gelen bu zaman kurgusu, hikayeyi daha işlevsel hale getirmek ve Oppenheimer’ın gerçekte de süreç içinde değişen fikirlerini göstermek için mükemmel bir araç oluyor. Ayrıca bu kullanım Oppenheimer’ın zihninde yaşamı boyunca değişen fikir ve inançlara ışık tutuyor. Politik sahnelerde düşüncelerini insanlara nasıl aktardığına şüphe duymamızı sağlıyor. Filmi izlediğimde beni en çok etkileyen düşünce; Atom bombasının babasının belki de değişen bu düşüncelerine gerçekten inanıp inanmadığının kendisinin bile bilmeyişi oldu.

Belki de Oppenheimer yaptıklarının sonuçlarını görmezden gelen ve yalnızca tarihe geçmek isteyen bir bilim insanıydı o kadar.

Editör: Pozan

--

--

Alaz
Yazı Rehberi

You’d be surprised what you can pull off when your life depends on it.