Sarı Yağmurluğun Büyüsü

Bazen çok da düşünmemek lazım.

Ceyda
Yazı Rehberi
6 min readMay 12, 2023

--

Bazen çok da düşünmemek lazım.

Üniversite sınavına hazırlanıyorum, dertliyim; okulu kazandım, dertliyim; online oldu, dertliyim; yüz yüze oldu, dertliyim; online oldu, daha da dertliyim.

Sorunlarımın küçük olduğunu bilmek ve başkaları tarafından da defalarca bunun teyidini almak sinir bozucu olabiliyor. Tamam dertlerim küçük de dertliyim kardeşim! Dönüp dolaşıp hiç olumlu yönünden bakamadım birkaç yıldır hayatıma. Bomboş bir hayat, dopdolu bir kafayla hiç çekilmiyor. Bir de evin içine tıkılıp kalınca pencereden kanat takıp uçamıyor kafamdakiler. O küçücük sorunlar büyüyor da büyüyor, tahammülsüz bir insan haline geliyorum. (Sadece şikâyet etmeyi seviyorum diyelim.) Arada bir boşluk hissinden hiçbir şey yapamam, siz nasılsınız bilmem. Uyumak bile uğraş haline gelir, kendimi gözlerim açık tavana bakarken ve hiçbir şey düşünmezken yakalarım. Ne yapıyorum ben ya deyip artık ağrımış olan sağ tarafımdan soluma dönerim. Gece iki, üç, dört derken olduğumdan daha yorgun bir uykuya dalarım.

Bu hafta sınav haftam yani bu ne demek? Stresten kolumu bile kaldırıp yararlı hiçbir şey yapamadığım ama ders çalışmak dışında da her şeyi yaptığım bir hafta demek. Düzenli bir hayatları olduğu için sınav haftalarında, vicdanı rahat bir şekilde gezip tozan kimselere özeniyorum. Ben ucuz romantik webtoonlar okumaktan ileri gidemiyorum çünkü. Gezmeyi severim de günlük gezmeler bana göre değil. (Çaktırmayalım hala şikâyet etmeyi seviyorum.)

Yani, bu hafta sınav haftam ve bizim bir tarlamız var. Ne alaka demeyin geliyoruz asıl konuya. Annem de beni uyanmış görünce tuttu kolumdan dedi, kalk tarlaya gidiyoruz. Gece saat bilmem kaçta uyumuşum ve uykumu da alamamışım, tahammülsüz ben tam konuşmak üzereydim ki annem savunmasını yüzüme çarptı. “Dün gelirim dedin söz verdin. Ekeceğiz fare kulaklarını, yardım et.” Anne ayıkken yapmışım bir hata bırak beni gideyim diyemedim tabii ki. Boynum bükük bindim arabaya.

Vardık tarlaya. Kahvaltı yaptık; ben bulaşıklara baktım, onlar bana bakamadı. Neyse dedim çabuk bitireyim, birkaç video çekerim dışarıda, kendime eğlence çıkarırım. (Belki bir Wes Anderson olamam ama onun hayranı olabilirim.) Ben varana kadar annem zaten yarılamış işi, e dedim ben neden geldim o zaman? İçimden dedim. Anne mutluyken şikâyet edilmez çünkü.

Üstümü değiştirdim, lastikleri giydim, eldivenleri taktım. Sonra; ot yoldum, kas yaptım, bilmediğim çiçeklerin topraktan çıkmış ilk hallerini gördüm, hepsi birbirine benzediği için arada annemin çiçeklerini de yoldum ama hemen örtbas ettim suçu. Yağmur başladı, serpiştirdi geçti. Evsiz kalan salyangozlara üzüldüm, sonuçta otlarını yolduk hayvanların ama sonra aklıma yolunu gözlediğim çileklerimi yediklerini getirdim ve çok da üzülmedim. Zaten geçen sene üç tane çilek çıkmıştı. Onu da birisini annem, birisini yeğenim diğerini de salyangoz yemişti. (Kuşlar da yemiş olabilir ama hikâye anlatıyoruz burada kurguya destek olmak lazım.) Neyse “kış kış” yaptım ama hayvan zaten kendi yoluna gidiyordu. Anneme de salyangozu rahat bıraktığımı söylemedim, kova kova salyangoz toplayıp tarlasını korumaya çalıştığı için bir tanesine bile tahammülü yok.

Sonra sormayın ki bir yağmur bastırdı yıldırımlı, şimşekli. Ben otları el arabasına doldurana kadar fıskiye altına girmiş gibi ıslandım. Yağmurdan kaçıp içeriye girince çektiğim videolara baktım ve kendi beceriksizliğime güldüm. Bir insanın eline çapa bu kadar yakışmaz. Baktım baktım, bunlardan hiç güzel bir şey çıkmaz dedim. Yağmur diner gibi olunca annem istersen yağmurluk var dedi. O zaman benim kafamda bir ışık yandı. Yağmur, yağmurluk ve papatya dolu sürülmemiş çamurlu tarlalar. Dedim işte bu! Ne çekeceğimi biliyorum. Wes Anderson aşkımdan vazgeçip Henry Selick fandomuna katıldım.

Aldım sarı yağmurluğu geçirdim üstüme. Verandaya sandalyeli, saksılı bir düzenek kurup kameramı ayarladım.

Sahne 1: Evden Çıkış. Coraline (Koralayn) keşifte.

Evin arkasındaki kanal boyundan yürümeye başladım. Zaten burası klasik yürüyüş rotası. Otobüs bizim tarlanın ötesindeki fizan diyarından geçtiği için oradan buraya yürüyüş rotam. Aşinayım. Yolu seviyorum ama farklı ne görebilirim ki? Niyetim bir haftadır evden çıkmadığım için dış dünyayı unutan ayaklarıma bir fragman vermek. Bak böyle güzel şeyler var ama ben hiç yapmıyorum. HAHAHA.

Telefonu evin çitlerine yasladım, başladım yürümeye sonra tabii yolu geri geldim. Kendi kendime de ‘ne kadar saçma iş ya’ diyerek güldüm. Durup nasıl çıkmış diye kontrol ettim çünkü acemiyim ilk videom olacak bu. (Yani içinde bizzat benim olduğum ilk.) Neden ördek gibi yürümüşüm bilmiyorum ama videonun birkaç saniyesini kullanacağım için kendi kendime onay verdim. Yapıp beğenmediğim ve asla paylaşmadığım üç beş, on yirmi videomun yanında çürümeye bırakırım ne olacak. Tekrar diyorum maksat kendimi eğlendirmek.

Sahne 2: Çiçek, Böcek ve Çocuksu Hareketler.

Kanal yolu demiştim ya üstünden geçen insanlar düşsün diye yapılmış bir köprü var. Baya arabalar falan geçiyor aslında ama her geçişimde kendimi aşağı atarım diye korkuyorum. (Tahmini yükseklik 2 metre.) Bu hissi bildiğinize eminim. Kenardan bir taş buldum telefonu sabitledim ve yine aynı arkamı dönüp yürüdüm ama güvenlik önce diyerek sağıma soluma baktım. Zaten sarı ördek gibi dolaşıyorum görülmemem imkânsız. Taşı yanıma almadığıma da pişman oldum. Tripodum yok ki şöyle havalı havalı kurayım. Kanalı geçtim. Birkaç papatya birkaç sarı çiçek resmi çektim. Sonra, telefonu yere koydum. Zaten yol çok tatlı olduğundan ben yürümesem de olur. Yürürken dedim ki ne kadar sıkıcısın. Zikzaklar çizmeye başladım. Kameranın kadrajından çıkmışım ama olsun. Yollar bozuk olunca her yerde su birikintisi oluşmuş. Üstlerinden atladım. Çocuksu çocuksu hareketler işte. Bir de telefonu almaya geri dönünce kameranın önünde zıpladım. Hani şu ayak hareketi var ya başarısız bir denemeyle finali yaptım. Birisi görse pancar gibi kızarırdım.

Sahne 3: Salyangoz ve Çamur.

Kendi kendime yürürken dedim ki ben bu yolu hep yürüdüm biliyorum. Az şu tarafa gideyim, bakalım orada ne varmış. Gittim, belamı buldum. Öhöm. Daha dar bir köprü buldum ama her taraf diken olduğundan üstünden geçmedim. Her şey çamur. Daha fazla salyangoz buldum. ‘Bugün gördüğüm salyangozlar’ adlı bir albüm açarsam hepsini oraya koyarım tatlı olur diye düşündüm. Birkaç fotoğraf çektim. Ve çok Coralinesal bir olay yaşandı.

Elimi, boyu bir metre olmuş ısırgan otuna değirdim ve eve dönene kadar avucumu kaşıdım. Filmdeki gibi çamur sürmek aklıma gelmedi, şimdi geliyor. Sonra ayakkabılarımı çamurda kaydıra kaydıra eve döndüm. (Altı kalıp gibi katman olunca paten yapabilir hale geliyorsunuz.)

Sonra da oturdum videoyu editledim. Tabii ki de Exploration müziğini arkaya ekledim. İçimdeki atsam mı atmasam mı, insanlar ne düşünür, çocuk çocuk hareketler yaptım, hocalarım bile beni takip ediyor, akrabalar da var, Kurban bayramına dedikodusu hazır konu, bak bak ne yapmış, e kendini yürürken çektin ne oldu?

Gibi gibi kurtçuklar beni o bir saatte yedi ve bitirdi. Ama sarı yağmurluğa da nasıl içim gidiyor. Coraline gibi geçirdiğim bir günün tadı çok başka ve bunu hayal ettiğim için bile çok mutluyum. Ne olmuş su birikintilerin üzerinde zıplamış ve salyangozları dakikalarca izlemiş koskoca kızsam?

Paylaştım gitti.

Sonra mesaj kutuma bildirim düştü. “Videona bayıldım. Film gibi izledim.” İçimdeki Henry Selick fanı kalkıp dans etmeye başladı tabii ki. Sonra bir başka mesaj geldi. “Görünce çok özendim.” Yavaş gelin arkadaşlar ben ağlak bir insanım.

Videoyu paylaşmamın üzerinden iki gün geçti. Ve fark ediyorum ki, o akşam çok yorulmuş olmama rağmen enerjim yüksekti ve çok neşeliydim. Çok da rahat uyudum. Hem de sınav haftamda! Bomboş hayatım ve dopdolu kafam bir günlüğüne tatile çıkmış gibi hissettim ve aslında yaptığım tek şey kendimi çamur ve salyangozlarla eğlendirmekti. Bir de sarı yağmurluk büyüsü var tabii.

Şunu düşünmeye başladım. Bazen çok düşünmemek lazımmış. Küçük dertlerimizi küçük bırakmak için bir uğraş edinmemiz lazımmış. Otları yolmak, beceremesek de çapa yapmak, çamurda oynamak ve su birikintilerinde koskoca insanlar olarak zıplamak lazımmış. İnsanlar ne düşünecek, ne diyecek dertlerinden sıyrılıp küçücük hayatlarımızda kısa bir film çekmek lazımmış. En normalinden ve dışarıdan birisinin çok ağır ilerliyor dediği türden hem de.

Bu sıkıcı anımı tatlı bulduğum bir bilgiyle bitireyim o zaman. Tüm yazıyı Coraline-Exploration şarkısını dinleyerek yazdım, çok sevdiğim ve uzun zamandır hangi dilde olduğunu merak ettiğim bir şarkıydı. Öğrendim ki, öyle bir dil yokmuş. Fizancaymış yani. Şarkı yazarken bile çok düşünmesek oluyormuş diyorum ve sahneden iniyorum.

Yağmurlu günlerin tadını film edasıyla çıkartın! Unutmayın başrol sizsiniz bırakın yan karakterler salyangoz olsun!

Editör: Buse Özcan

--

--