Begüm Uğurlu
Yazı Rehberi
Published in
4 min readOct 10, 2023

--

Aşk, kıskançlık, saplantı

Siyah Gözler: Toplum Baskısının Sonucu

El âlem ne der?

1911 yılında bir Türk yazarı, Cemil Süleyman, Siyah Gözler adlı bir roman yayımladı. Bu roman; dönemi için şaşırtıcı bir bilinçle kötülüğü ters yüz ediyor, gelenekle ve geleneksel ahlakla ‘uğraşıyor’, değer yargılarını altüst ediyordu.

Beykoz çayırına bakan bir evde yaşayan yalnız ve genç bir dul kadın, kendisinden yaşça küçük bir delikanlıyla, delikanlının üstelemesi sonucu, binbir gizlilik içinde yaşamaya başlar ama delikanlı, ‘yaşı yaşına denk’ bir kızla evlenmeye karar verir sonunda. Bunu çok doğal karşılamakta, kendisiyle birlikte olmuş dul kadına karşı hiçbir insani sorumluluk duymamaktadır. Geleneksel ahlak da doğal görünen de delikanlıdan yana değil midir? Ama romancı, meseleye başka bir cepheden, madalyonun öteki yüzünden bakmış; yapayalnız dul kadının bakış açısını öne çıkarmıştı. (Kitabın Girişinden)

Bu kitabı, kitapçıda elime alana kadar ne yazık ki ne Cemil Süleyman’dan ne de Siyah Gözler’den haberim vardı. Okuduktan sonra böylesine iyi yazılmış güzel bir kitabın kıyıda köşede kalmış, hatırlanmıyor oluşu beni oldukça üzdü. Benim gibi birçok kişinin de yazarı daha öncesinde duymamış olduğunu düşünerek kısaca ondan bahsetmek istiyorum.

Fecr-i Ati döneminde öne çıkan isimlerdendir. Tam ismi Cemil Süleyman Alyanakoğlu’dur. İstanbul’da gözlerini hayata açar. Babası sürgün cezasına çarptırıldığı için çocukluğu ve gençliği Beyrut, Halep ve Sidon’da geçer. 1906 yılında ise İstanbul Mekteb-i Tıbbiye’de öğrenimini tamamlar. Balkan Savaşı sırasında cephede hekim olarak görev yapmış, Birinci Dünya savaşı bittiğinde Antalya Hastanesi’ne hekim olarak atanmıştır. Eşi Sadiye Hanım’dan bir kızı ve bir oğlu olur. Antalya, Samsun ve Çanakkale’de sağlık müdürlüğü yapar. Hakkında soruşturma açılıp görevden alınınca bir süre serbest hekimlik ve gazetecilik yapar. Yurt dışına çıkar ve üç yıl boyunca Hicaz kralının özel hekimi olur. İstanbul’a döndüğünde Vapurculuk Şirketi ve Denizyolları İşletmesinde çalışır. Gemide görevliyken kaza geçirip bacağını kaybeder. Kazadan sonra sık sık rahatsızlanır ve 1 Mayıs 1940’ta İstanbul’da ölür.

Kitap Hakkındaki Düşüncelerim

Siyah Gözler, az sayfada size çok yoğun hisler yaşatan muhteşem bir kitap. Otuzlarındaki bir kadının yirmili yaşlarda bir erkeğe olan saplantıya dönüşen aşkını okuyoruz. Onunla her buluşmasında, görüşmesinde etraftakilerin göreceğine dair olan endişelerine ve kuruntularına şahit oluyoruz. Kitabın 1911 yılında yayımlandığını hatırlatmak isterim; öyle bir zamanda dul bir kadının hayatı, yaptıkları, biriyle birlikte olması — hem de kendinden yaşça küçük bir erkekle — tüm komşularının dikkatini çeker ve hakkında dedikodu yapmalarına sebep olabilir. (Günümüz mahalle kültüründe de çok değiştiğini söyleyemeyiz ama o zaman için bunun büyük bir baskı oluşturduğunu unutmamak lazım.)

“Anlıyor musun, kıskanıyorum. Bir deli gibi, bir çılgın gibi kıskanıyorum. Bu gözleri, beni deli eden, çıldırtan bu güzel gözleri, bu siyah gözleri kıskanıyorum. Onlarda bir başka hissin, bir başka hayalin gölgelerini görmek istemem. Onlarda yalnız ben yaşamak, yalnız ben ölmek isterim…”

Kadın karakterin ruhsal tahlilleri büyük bir incelikle yazılmış. Okurken onu anlamamanız oldukça zor. Siz de onunla birlikte aşık oluyor, tedirgin oluyor, ‘namussuz’ olarak anılmaktan korkuyor ve kıskanıyorsunuz. Bu kadar kısa bir kitaba bu kadar yüklü hisleri yerleştirebilmek ve okuyucuya geçirmek ne kadar zor olursa olsun Cemil Süleyman büyük bir ustalıkla bunun üstesinden gelmiş. Aşık olduğu adamın ona olan aşkının zamanla değiştiğini, aynı kalmadığını fark eden kadın karakterimiz aşkından deliye dönmeye başlıyor. Sevdiğinin onu aldattığını, hayatına başka bir kadın girdiğini düşünmeye başlıyor ve kıskançlığını bir türlü bastıramaz hale geliyor.

‘‘Eğer sevmek bir kabahat ise bunun benden çok size ait olması gerekir. Niçin bu kadar büyüleyici oldunuz?’’

Spoiler!

Spoiler!

Spoiler!

Biz kitapta sadece kadın karakterimizin iç dünyasını görüyoruz bu yüzden erkeğin bakış açısından hiçbir şey görüp duymadığımız için başka bir kadına aşık olup olmadığının bilgisine sahip değiliz. Siz, bu konu hakkında ne düşünürsünüz bilmem ama ben bu detayı oldukça sevdim çünkü kitabı benim için daha da gerçekçi kıldı. Gerçek hayatta da bazen kuruntularımız olur, kafamızda sürekli dönüp duran düşünceler vardır ama bunların gerçek olup olmadığını öğrenmek her zaman mümkün değildir. Kitapta da bu şekilde olması daha önce de demiş olduğum gibi bana daha gerçekçi geldi çünkü böylece kendimi kadın karakterimizin yerine daha çok koyabiliyor ve ben de onunla birlikte sorgulayabiliyordum.

Bir gün onu bir kızla görür, kıskançlığının dozu iyice artar. Genç adam bu kıskançlığın normal olmadığını düşünür ve böyle devam edecekse ayrılmak istediğini belirtir. Kadın ona güveneceğine dair genç adamı ikna eder ama maalesef ki bu mümkün değildir. Genç adam bir gün onun dizlerine yatmışken kuruntuları ve kıskançlığı tekrar onu ele geçirir. Buradan o kadının yanına gideceğini düşünür fakat o sadece ve sadece ona ait olmasını istemektedir ve sevdiği adamı kendi elleriyle öldürür.

Onu delirten şey belki de sürekli etraftakilerin ne söyleyeceğini düşünmek zorunda kalmasıydı. İçinden geldiği gibi aşkını yaşayamayan kadının paranoyaları kuvvetlenmiş, sevdiği adamdan şüphelenmeye başlamıştı. Bu ikilinin aşkı belki de insanların birbirlerinin hayatlarıyla bu denli ilgilenmediği bir toplumda geçseydi sonu böyle olmazdı. Dul bir kadın olduğu için sevilmesinin zor olduğunu düşünmesi, kendini sevgiye layık görmemesi, mahalleliler tarafından ‘namussuz’ olarak yaftalanma korkusu onu delirtmişti.

Editör: Buse Özcan

--

--