Toplumun Okulsuzlaşması Mümkün Müdür?

‘’Okul, yaşadığınız topluma ihtiyacınız olduğuna sizi inandırmaya çalışan bir reklam ajansıdır.’’ (Illich, s. 130)

Rüya Yaşar
Yazı Rehberi
5 min readApr 17, 2023

--

Neredeyse ütopik olarak değerlendirilebilecek bir fikir olan toplumun okulsuzlaştırılması konusu özünde bireylerin örgün eğitim dışında, informal biçimde eğitilmesi, daha doğrusu, kendi kendisini eğitebilmeyi öğrenmesi tasarısıdır.

Avustralyalı toplum eleştirmeni olan yazarımız Ivan Illich, eğitimin devletten bağımsızlaşmasını, zorunlu eğitimin kaldırılmasını, diploma ve sertifika ile oluşturulan eğitim sisteminin değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Yani anlaşılacağı üzere kurumsallaşma karşıtı bir eğitim algısı doğurmayı amaçlıyor Illich.

Aslına bakılırsa dilimizde çok sık kullanılan ‘yaşam boyu öğrenme’ terimi, okullardan ziyade doğumdan başlayarak yaşanılan coğrafya, edinilen çevre hatta aile gibi etkenler çerçevesinde ilerleyen bir eylemdir fakat bizler çoğu zaman bunu görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Amacı herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadan kendi kendisinin öğretmeni olabilmeyi başarmış bireyler olan yaşam boyu öğrenme, bize neredeyse yüz yıllarca denilebilecek bir zaman diliminden itibaren dayatılmış olan ‘eğitim, okuldan ibarettir’ algısı ile büyük bir çatışma ve tezatlık oluşturarak epeyce bir kafa karışıklığına yol açıyor.

Peki, toplumun okulsuzlaştırılması gerçekten mümkün müdür?

Hepimizin kabullenip hemfikir olacağı üzere, bu dayatmalardan kurtulmamız çok uzun sürecektir fakat okulsuzlaştırmanın bireyin kendi yaşamı süresince mümkün hale getirilebileceği görüşündeyim. Peki, bu ne demek oluyor? Şöyle ki, okulu yaşamlarımızdan tek başımıza çıkarmaya kalkamayız ya da okul fikrini görmezden gelip yok sayamayız fakat eğitimimizin ve öğrenimimizin okuldan öncesinde de başladığını-örneğin ailemizde nezaket kuralları, hijyen eğitimi, ahlaki kurallar, toplumumuza ait gelenek ve göreneklerimiz- kabullenerek zorunlu sertifikayla son bulan eğitimimizi tamamladıktan sonra da yetenek ve ilgi alanlarımız doğrultusunda kendimizi geliştirmeye devam edebiliriz. Evet, kabul etmek gerekir ki bunu yaparken yine de sertifikalanmış eğitmenlerimiz olacak fakat en azından zorunlu eğitimden ziyade bireyin isteği doğrultusunda başvuruda bulunduğu bir seçenek olmuş olacak. Böylelikle hem yaşam boyu öğrenme eylemini hayatımıza entegre etmiş hem de devlet faktörünün dayatması sonucu eğitimin okulda olduğu yargısını kırmak amacıyla adım atmış olacağız.

Eğitim ve ekonomi arasında da önemli bağdaştırmalar yapan yazar, devletin eğitim adına büyük yatırımlar yaptığını fakat zengin ve fakir çocuklar arasındaki başarı oranının çoğu kişi tarafından dikkat çektiğini de ele almaktadır. Yani burada bahsi geçen asıl sorun; yapılan yatırımın okulun kendisine olduğudur. Elbette zengin ve fakir çocukların bir arada yaşıtlarıyla okuduğu bize eğitimde fırsat eşitliğinin olduğunu göstermemelidir çünkü her ne kadar aynı eğitimi alsa da gerekli materyaller açısından hep bir adım geride kalacak olan fakir aile çocuğu kendisini çoğu konuda yetersiz hissedecektir ve bu materyal eksikliği sebebi ile başarısız ilan edilecektir. Yani demek istediğim şey özetle aslında bu; devlet, yaptığı yatırımları ihtiyaç sahibi öğrencilerin bizzat kendilerine ve materyal eksikliğini gidermek adına yapmadığı sürece herhangi bir fırsat eşitliği olduğu görüşüne katılacağımı sanmıyorum.

Kendisini belli kalıplara sığdırmaya çalışan birey, zaman içinde sahip olduğu kabiliyetlerden de mahrum hale gelecektir. Bu durum ise tek tipleşmeye, birbirinin kopyası bireyler yetiştirilmesine sebebiyet vermektedir. Yani okullar artık bir nevi yalnızca ‘işçi’ yetiştiren birer kurum halini almaktadır. Haliyle birey ya da öğrenci, sorgulamaya başladığı anda aslında dört duvar etrafında çevrelenmiş ve dış dünyadan mahrum edilmiş olduğunu fark edebilir.

Illich’in okullaştırmanın yerini alabilecek yöntemi şu şekildedir; iş yerleri, kütüphaneler ve laboratuvarlar öğrenmek isteyen her bireyin hizmetine açık hale getirilmelidir.

Illich’e göre kişi kendisi ile aynı alanlara ilgili diğer kişileri bulup onlarla kolayca iletişim kurabilmeli ve diploma dayatması olmaksızın her an ve her yerde öğrenme sürdürülebilir bir olgu halini almalıdır.
Bu fikirler haklı olarak her okurun aklına okulların hizmet ettiği şeylerin neler olduğu ve eğitimde gerçekten özgür olup olmadığımız gibi soruları getiriyor.

Eğitim birey olarak herkese hak olan bir şey, bunu biliyoruz. Peki ama hakkımız olan eğitimden gerçekten payımıza düşeni alabiliyor muyuz? Örneğin müfredatlar belli başlı içeriklere sahip ve okullu olan herkes müfredatta yer alan derslerden geçer not almak zorunda ve uygulamadan ziyade teorik, ezbere dayalı olan o bilgileri bilmek zorunda. Aslolan eğitim bu mudur sizce? Konuyu irdeledikçe fark ettiğimiz üzere bambaşka soru başlıkları ortaya çıkarıyoruz.

Bildiğimiz üzere Kanada, Norveç ve Amerika eğitim sistemi okulsuzlaştırma modelini destekler nitelikte. Yani müfredatsız, yardımcı eğitmenler aracılığı ile ve hedefler tümüyle öğrenciye bırakılmış durumda. Bilgi tecrübeyle öğreniliyor ve dayatmalar yok. İstenilen kaynağa da ulaşım olanakları var.
Bu açıdan baktığımızda yazarın söyledikleri fazlasıyla uygulanabilir geliyor fakat gelişim ve değişime açık toplumlarda geçerli ne yazık ki. İçerisinde yaşamakta olduğumuz kendi toplumumuzu göz önünde bulundurduğumuzda öğrencilerimizin bunalmış ve isteksiz tavırları sistemin değişmesi için yeteri kadar sebebi veriyor aslında bize.
Örneğin liselerde yapılan mesleki yeterlilik testlerini ele alalım. Sizce bunlar ne ölçüde sağlıklı ve kesin sonuçlar doğuruyor? Birçok öğretmen, öğrencinin ilgi alanını sorduğu sorularla bulabileceği görüşünde fakat bana kalırsa bunlar soru sormaktan ziyade öğrenciye yapılacak işler halinde uygulamalı çeşitli seçenekler vasıtasıyla sunulmalıdır.

Gelelim toplumun okulsuzlaştırılmasının uygulanabilir olup olmadığına. Elbette her ne kadar zorunlulukları ele alsa da bu fikir, yukarıda da belirtmiş olduğum gibi uzun yıllardır bizimle olan okulları kolay kolay yok sayamayız. Ancak belli bir azınlık tarafından benimsenebilecek olan bu fikir, ülkemizde pek de olumlu karşılanacağa benzemiyor diyebiliriz.

Ele aldığımız birçok faktörden şikayetçiyiz fakat yalnızca sözde kalan ve değişimi yahut gelişimi açısından herhangi bir eylemde bulunulmayan bir konu olarak ne yazık ki ancak ve ancak hayalde kalabileceğini söylemek pek de yanlış olmaz sanıyorum ki.

Elbette ki fikir tamamıyla yanlış olarak değerlendirilmemelidir, doğru olan da pek çok noktası bulunmaktadır. Örneğin eğitimin okul dışında da sürdürülebileceği, müfredatların dayatmaları, materyal eksiği ve de okullara eğitim adı altında yapılan yardımların pek de bir fayda sağlamaması aksine durumu iyice kötüleştirerek bir eşitsizlik doğurması… Bunların hepsi ne yazık ki yaşadığımız ve hep de şikayetçi olduğumuz durumlar. Fakat bunların hiçbiri ne yazık ki metodun uygulanabilirliği açısından yeterli değildir. Çünkü, varsayalım ki okullar kapatıldı, diploma sistemi kaldırıldı ve artık herkes kendini tek başına eğitmeye başladı. Bu sefer alanında tecrübe ve bilgi birikimi olunduğuna ne şartlarda karar verilebilinecek? Herkes aynı bilgiye sahip olacak ve belli bir işi/eylemi yapan da yapamayan da o işe uygun olarak değerlendirilecek. Herkes öğrenebildiği ölçüde bir uygulama yapabilecek ve asla yeterlilik bilinemeyecek. Bu sebeptendir ki, okulsuzlaştırmadan ziyade okulda edinilen bilgilerin üzerine, istenildiği ölçüde ve şekilde yeni bilgilerin koyulması akla yatkındır.

Okulsuzlaştırma yöntemi olarak verilen seçenekler elbette ki yine halka açık ve ulaşılabilir olmalı ki hem eşitlik ilkesine uygun bir eğitim sisteminden söz edebilelim hem de edinilen bilgilerin eyleme dökülmesi için gerekli ortamlar sağlansın.

Bu sistemde gerçekçi olarak ele alınabilecek tek husus kanımca okulun eğitim eksiklikleri göz önüne alındığında çoğu zaman bir para tuzağından ibaret olduğudur. Yani, her aile çocuğu için her türlü fedakarlığı yapıyor, okullara yardım yapıldığı da sürekli olarak dillendiriliyor. Peki ya nasıl hala birçok konuda maddi yetersizlik olabiliyor? İşte bu konular özellikle incelenmelidir.

Dini inanca bağlı bir eğitim anlayışını savunan ve ilköğretimin öncüsü olan Pastelozzi’ye göre insan arzularını amaç edinmeli ve isteksiz olmamalıdır. O iş ve eğitimi birleştirmeyi amaç edinmiştir. Cumhuriyet sonrası köy okullarını da etkisi altına alan Pastellozi kuramı eğitimin evde, özellikle annede, başladığını ve de okulla ileri boyuta taşınması gerektiği görüşü üzerinde durmaktadır. Bireyin okul dışında eğitimini sürdürmesini savunan Illich ile evde eğitim anlayışı çerçevesinde bir benzerlik yakalamış olsalar da Pastelozzi’nin okulla devamını dileyen eğitim anlayışıyla özünde epey ters düşmektedir.

İçinde bulunduğumuz yüzyılın bize sunduğu eğitim sistemi ile okulsuzlaştırma metodu karşılaştırıldığında ne yazık ki Illich birkaç adım gerilemek zorunda kalıyor çünkü hem fazlasıyla ütopik olan bu metot hem de hayal ettiği eylemler tam olarak uygulanabilir nitelikte olmayabilir. Doğru olduğunu düşündüğüm tarafı ise uygulanabilir ve sürdürülebilir bir eğitim isteğidir. Yani modern eğitime de öncülük etmekte olan Pastelozzi, tüm bunlar karşısında en çok tercih edilen ve savunulan akım olma özelliğini kendisine layık görmektedir. Ki zaten derinlemesine bir karşılaştırma yapıldığı takdirde bizler de bunu gayet açık bir biçimde görebiliyoruz.

--

--

Rüya Yaşar
Yazı Rehberi

Yazmaya ve okumaya olan bağlılığımı paylaşan ve biriktirdiğim tüm bilgileri yaymaya çalışan yirmi bir yaşında sosyoloji ve yeni medya-gazetecilik öğrencisiyim.