Yazdığımız Hikayeler Gerçeğimiz Olur

Her birimizin yaşadığı, yazdığı, okuduğu, duyduğu veya gördüğü hikayeler vardır. Bu hikayeler, ölçütü değişmekle birlikte bizleri değiştirir, dönüştürür ve çoğumuz bu doğrultuda düşünür, bu fikre ortakçı oluruz.

Zeynep Karatay
Yazı Rehberi
5 min readMar 9, 2024

--

Photo by 🇸🇮 Janko Ferlič on Unsplash

Bu yazıda tartının bir kefesine gerçekliği diğer kefesine ise hikayeleri yerleştirelim. Ölçelim, tartalım. Bakalım sözlerin ağırlığı ne olacak?

Yazan kimseler olsun olmasın hepimiz, hikayelerin insan üzerine çeşitli vuruşlar yaptığını iddia edebiliriz. Bunu iddia ettiğimizde de bizi yalanlayan olur mu, merak ediyorum. Boyu büyük bir iddia gibi görünse de mevzunun boyunu aşacak kadar değil diye düşünüyorum. (Aksi iddiada bulunan birileri varsa güzel bir yazışma düellosu ile kanımızı kaynatsın.)

Vuruşlar… Vuruşlar demiştik. Yaşadığımız, yazdığımız, duyduğumuz ve okuduğumuz hikayeler bedenimize, beynimize, zihnimize, algımıza, bakış açımıza, dilimize, kalemimize, gözümüze, gönlümüze, nereye çarparsa oraya… Bazen ağır bazen hafif bazen acı bazen tatlı bazen de öyle olduğumuz yerde kalakalmalık… Nokta nokta vuruşlar yapar. Bu vuruşlar, doğrultabilir de yamultabilir de. Kalemimizin ucunu keskinleştirebilir de yazdıklarımızı çöp mahsulüne dönüştürebilir de.

Daha pek şey yapabilir. Yaptığından adımız kadar emin olduğumuz bir şey var ki bir hikâyeyi hazmettikten sonra artık, şu an olduğumuz halden önceki halimizin üzerine toprak atmışızdır. Gözümüz aynı yere aynı şekilde bakmaz. Dilimiz aynı sözleri aynı şekilde söylemez. Yüreğimiz aynı şeyler karşısında aynı şekilde hissetmez. Kalemimiz aynı şekilde yazmaz. Yazımız aynı şekilde istiflenmez.

Kısacası, artık biz eski biz değilizdir. Eminim ki her birimizin “Bunu okuduktan (izledikten, dinledikten, gördükten, duyduktan) sonra eski gibi olamam.” dediğimiz, bizi değiştirdiğini iliklerimize kadar hissettiğimiz bazı hikayeler olmuştur.

Bu kadar değişikliğe yol açan “hikaye” nedir?

Bazıları hikayeleri; yazarların kurmaca olarak yazdıkları, hayali dünyalarda gerçekleşen hayali karakterlerin yaşadıkları hayali yaşantılar olarak düşünürler. Bu doğrudur fakat aynı zamanda eksiktir de. Hikayeler bu kadar sığ bir tanıma tabi tutulamaz.

Hikaye dünyasının yedi kat göğü ile yedi kat yeri vardır.

Prof. Dr. Sinan Canan’ın hikaye üzerine muhabbet ettiği bir programındaki hikâye tanımını size şöyle yorumlayayım: “İnsanların yaşadıkları günlük hayatlarındaki olaylar, öğrendikleri toplumsal veya kişisel olgular, okudukları kitaplar, dinledikleri müzikler, hissettikleri duygular… Hepsi kişinin kendi yaşam hikayelerinin birer küçük hikayesidir.”

Hikayeyi bu açıdan düşünelim. Önce bir küçültme yaparak ölçek grubuna bu platformdaki yazan zatları alalım ve ortalama bir şekilde konuşalım. Yazan kimseler olarak bizler, bir gün içinde kaç tür hikâye yağmuruna tutuluyoruz. Bir tarafta yaşadığımız yaşantımız bir tarafta yazdığımız dünyalarımız bir tarafta okuduğumuz diğer hikayeler bir tarafta duyduğumuz/gördüğümüz hikayeler… Her birinin içinde de küçüklü büyüklü başka başka yan hikayeler vardır. Bu şekilde baktığımızda sonu gelmez, arkası kesilmez hikaye girdabı içinde dönüp duruyoruz. Bu girdap içinde de büküldükçe bükülüyor, sürekli değişiyoruz.

Tabii işin doğası ve usulün gereği; biz bu hikaye yağmuru içinden “yazdığımız hikayeler” damlasını yutkunacağız.

Photo by Jon Tyson on Unsplash

Yazdığımız hikayeler nasıl gerçekliğimiz oluyor?

“Her karakter yazarından bir iz taşır.”

“Bir romanı okuduğunuzda yazarı ile konuşursunuz.”

Bu cümleleri okurken bazılarınızın aklında daha cümleyi bitirmeden devamı belirmiştir. Bu sözlere, çoğumuz duymaktan ziyade deneyimleye deneyimleye aşina olmuşuzdur. Ama yazar, izlerini kalem ucuyla sadece karakterlerine bulaştırmaz. Yazdığı her şeyde yazarın her parçası görünmez bir şekilde vardır.

Başka bir deyişle…

Yazdığımız hikayeler zihinlerimizin mahremiyetini ferman ferman haykırırken, aklımızın ve kalbimizin gözümüzle birlikte olaylara nasıl baktığını da okuyucuya ifşa eder. Yani yazdığımız her hikaye, bizi okuyucunun karşısına çırılçıplak çıkarır. Bu çıplaklık, elbisesizlik gibi basit değildir. İliğimize, kemiğimize, kanımıza kadar görülürüz. En yakınımıza bile yansımayan halimizi okurumuz görür.

Hikayelerden öğrenilen şeyler, somut olarak fark edilmese bile bilinçaltında, kendine derin oyuklar oyuyor ve oraya yerleşiyor. Bizler fark etmesek bile öğrendiğimiz, etkilendiğimiz şeyler kayıtlı kalıyor ve zamanı gelince kendisini; yazdığınız bir karakterde bir kişilik özelliği, bir diyalog ya da kurguda bir fikir, bir ana düşünce gibi çeşitli yüzlerle canlandırıyor.

Ben her zaman bir kimsenin konuştuğumuz veya gördüğümüz kişi olmadığına inanırım. Kişi yazdıklarında daha çok vardır. Yaşadığı hikayeleri, düşündüğü fikirleri, hissettiği duyguları elekten geçirerek yazılarına, karakterlerine ve olay örgüsüne özenle yedirir. Yani yazarın zihnini, pek çok boyutuyla yazdıklarında görürüz. Gerçekliğini, gerçek kendisini pek çok yönden yazılarında bulabiliriz.

Yani şöyle diyebiliriz ki “Gördüğümüz kişi gerçek değildir. Gerçek olan, hikayelerin ardında durandır.”

Bu platformda da okuduğumuz bunca kişiliğin gerçekliği hakkında düşündüğümüzde bazılarınız daha realist iken bazılarınız daha duygusal. Yazılarınızı okumak için birkaç dakikalık bir okuma dilimi yetiyor. Aynı dakika ölçütünde birbirimizle yüz yüze sohbet ettiğimizi hayal edin. Bu oldukça kısa bir sohbet olacaktır. Duygusal birisiniz ve bunun üzerine konuşuyoruz. Bana birkaç dakikada duyguları baz alan yazılar yazdığınızı hatta hangi duygular üzerine nasıl yazdığınızı anlatıyorsunuz. Bu konuşma sonrasında benim bileceğim tek şey söyledikleriniz kadardır. Bana söylemiş olduğunuz aynı şeyleri işleyen bir yazınızı okuduğumda durum bundan çok daha farklı bir şekilde vuku bulur. Hatta yazdıklarınızı kelimesi kelimesine söyleseniz bile okuduğumdaki etki ile aynı etki meydana gelmeyebiliyor. Dinlediğim şeyler “Bu kişi duygusal ve şu şu şu duygular üzerine yazıyor” gibi bir matematik formülü ezberleme mantığında, madde madde kişisel özellikler listenize eklenir zihnimde. Fakat aynı şeyleri bir hikayenizde, şiirinizde ya da yazınızda okusam; hangi duyguların ne şiddette size cereyan ettiğini, o duyguları yaşatan olayların neler olduğunu, hislerinizin ardında yatan hikayeleri hissedebilirim.

Mesela; burada okuduğum bazı arkadaşların satırlarının aralarında öyle çağrışımlar, öyle hisler belirdiği oluyor ki okumayı bırakıp düşünceler içinde kalakalmışlığım olmuştur. Okumanın kesildiği, düşüncelerin ise birbirini kovaladığı bu anlarda yazarı anlayabildiğimi, hissettiği şeyleri hissedebildiğimi fark ediyorum. Hele bir de duygusal bir olay anlatıyor veya gerçekçi bir duygu tasviri yapıyorsa bittiğimin resmidir. Yazılan her hali yaşamış buluyorum kendimi ve sonra diyorum ki “Al işte, yok yere dert edindim, derdin yok gibi üzül de dur şimdi.” Bu, metnin gerçekliğinin göstergesidir ve tabii ki yazarın da.

Sözün özü; başımıza düşen her hikaye, düştüğü yerde iz bırakır. Darbe almış bir beyin sıradan şeyler düşünemez. Sıradan düşünmeyen insan, sıradan hissedemez. Haliyle, yazdığı hikayelerde sürüklenirken, okuyanları da peşinden sürükler.

Aklınızda bulunsun!

Hikayeler bize her zaman bir şeyler anlatırlar. Gerçek olan bir şeyler… Hikayeleri kurmaca ya da hayal ürünü diye nitelendiren insan yerine hikayelerde gerçek olanı görebilen insan olabilmek dileğiyle…

Gerçek insan olabilmek dileğiyle…

Yeni yazılarda görüşmek üzere… Hoşça Kalın.

editör: Pozan

--

--

Zeynep Karatay
Yazı Rehberi

Kelimelerin aralarındaki boşlukları anlamak, okumasını bilene mahsustur ve insan, kelimelerin boşluklarında kendini dinler.