Kasım Voleyi Nasıl Vurdu II

Kinyas Göğebakan
Yeni Şükran Oteli
3 min readJan 12, 2017

Kasım gözünü geniş bir somyada açtı. Yutkunmaya çalıştı, olmadı. Gırtlağında dikenler vardı sanki. Sağına soluna baktı, tavanda cılız bir ışık odayı aydınlatıyordu. Etrafını yavaş yavaş seçebilmeye başladı: Bir yatak odasındaydı. Ne zamandır orada yatıyordu, hatırlamaya çalıştı. Kıçından vurulduğunu hatırlayınca çocuksu bir hüzün çöktü Kasım’a. “Ulan, bok yoluna gidiyordum az daha amına koyayım.” diye mırıldandı. Canı kıçında atıyordu, daha yaratıcı küfürler geçiyordu zihninden. Nerede olduğunu daha çıkaramamıştı. Kırmızı kağıtlarla kaplı duvarlarda gözleriyle bir kapı aradı, bulamadı. Solunda boydan boya bordo saten perdeleri gördü. İçi bulanıyordu, o sırada duvardan içeri bir kapı açıldı. Takım elbiseli tıraşlı bir civanmertle tıknaz bir kadın girdi. Kasım korkuyla karışık doğrulmak için davrandığı gibi feryadı bastı. Kıçındaki ikinci deliği telaşla unutmuştu. “Uzan kardeş, korkma.” dedi bitirim ağzıyla civanmert. Tıknaz kadına da başıyla sen işine bak dercesine işaret etti. “Benim adım İlyas, kardeş. Verilmiş sadakan varmış, anladın mı? Süleyman Bey dedi ki bu oğlanı, senin için diyor, Allah gönderdi. Hele sen iyileş, anladın mı, gerisi kolay.” Bu arada kadın Kasım’ın yanında bitti, kolunu açtırdı, damarını buldu, iğneyi bastı. Kasım’ın ağzı kupkuruydu, su diyebildi. Kadın somyanın yanındaki komodine uzanırken İlyas devam etti: “Süleyman Bey büyük adamdır, kardeş. Canına kastettiler iki gece önce. Sen olmasan… Neyse ki temizledik köpeği. Eşin dostun var mıdır, kardeş, buralı mısın?..” Kasım’a bu sözler ninni gibi geldi. Tekrar uykuya daldı. Rüyasında Süleyman Bey’in kıçını gördü.

Süleyman Bey bir iş adamıydı. Her işin adamıydı. Aslen Ankaralıydı ancak “iş” icabı bir orada bir burada önemli kişilerle buluşur, iş bitirir, iş alır, iş verir, iş koyar, iş açardı. Asıl mesleği inşaat olmasına rağmen İzmir’de iki lokanta bir kumarhane işletirdi. Tahsilat işi de işlerinden biriydi. Tahsilat meşakkatli bir iş olduğundan yanında birçok civanmerde de iş verirdi. Bunlar Süleyman Bey’in her işini ister zorbalıkla ister güzellikle, ama bugün ama yarın, bir eksik bir fazla görürlerdi. Boş gezmediği gibi yanındakileri de boş gezdirmezdi, büyük başın derdi büyük olur diyerek. Kumara oturdu mu karşısındakinin donunu almadan masadan kalkmaz, borçlularının kaydını kuydunu maliye müfettişi titizliğiyle tutturur, boş zamanlarında kazandığı mülkleri avukatıyla gezer, buradan kazandığı parayı da fedai beslemek, borçlu dövdürmek, düşman vurdurmak, karı kapatmak gibi hayır işlerinde kullanırdı. Korkudan veya saygıdan, sözün kısası, halk içinde muteber, paralı puştlardan biriydi. Yine bir alacak verecek davasına şöyle bir uğramıştı İzmir’e. Şeytan bu ya, kumar borçlularından birinin de canına tak demiş olacak, adam gözünü karartmış, eline revolveri almış, aklınca pusu kurmuştu. Süleyman’ı göndereceği yeri kendisi boylamıştı sonunda da olan Kasım’ın postuna olmuştu. Kasım ve Süleyman’ın yolları da böylece kesişmişti işte. Kasım muradına ermiş gibi görünüyordu. Böyle bir adamın canını kurtarmak az buz bir başarı değildi ve muhakkak bir mükafatı olmalıydı.

Gel zaman git zaman Kasım kefeni yırttı, gerçi kıçından kurşunlanan adamın öldüğü vaki de değildi ya. Eline silahı tutuşturup Bornova’da bir tarlada talimlerini yaptırdılar. Fedailiğin inceliklerini öğrettiler. Tahsili olmayan Kasım bu bitirimlik üniversitesini iki ayda bitirdi, Süleyman Bey’in emriyle şoförlüğüne getirildi. Bu kadarını beklemiyordu, ayakkabı silmeye de razıydı ancak Kasım voliyi vurmuş gibi görünüyordu. Artık Süleyman Bey nereye giderse Kasım da oradaydı. Ne Basmane’deki kondu ne Mardinliye varan bacısı ne de Rasim geliyordu aklına. Kapağı İstanbul’a attığından beri Süleyman’ın konağının bahçesindeki müştemilatta diğer fedailerle birlikte kalıyor, gel denince geliyor, git denince gidiyordu. Tombala, kubar, tırnak, yankesicilik, boyacılık geride kalmıştı kalmasına. Son günlerde Kasım’ın ruhunda kanın kokusunu almış bir kurt dolaşıyordu. Ne olduğunu anlayamadığı, nefretle karışık bir açlıkla sallıyordu direksiyonu. Biti kanlandıkça, sıradanlıktan sıyrıldıkça, tabancanın soğuğunu belinde buldukça kanının köpürdüğünü hissetmeye başlamıştı. Böyle zamanlarda kendinden korkup Konak Meydanı’nda cıgara saran sidik kokulu Kasım’ı hatırlıyor, kıçını yokluyor, Süleyman’ın ona adını soran sesini işitiyordu.

Ağzına biber dolmasını tek lokmada tıktığı esnada müştemilat mutfağının kapısında fedailerden biri belirdi: “Kasım ağam, Bey seni istiyor, yolculuk varmış.” Kasım, “Homom hordöş.” diye cevapladı. Ceketini omzuna aldı, sağ eliyle tabancasını yoklarken sol eliyle de bir dolmayı daha ağzına tıktı, dışarı fırladı. Arabayı bey konağının kapısına çektiği anda Süleyman kapıda göründü. Aşağı atladı, beyin kapısını açtı.

“Ne haber koçum!”

“Evelallah sayende iyiyim, beyim.”

“Sür bakalım, Eskişehir’e! Yolumuz uzun.”

“Emredersin beyim.”

Dağ bayır, taş tarla, toz toprak… İstemeye istemeye de olsa bastıkça bastı gaza.

--

--