Piyango

Civanperçemi
Yeni Şükran Oteli
4 min readJul 23, 2017

duvar saatinin iki gündür 14.37’yi göstermesi dışında o pazar sabahında olağanüstü herhangi bir şey yoktu — ritmik bir şekilde lavabonun giderine damlayan suyun aniden sessizliğe bürünmesi sayılmazsa. evin yakınından geçen tren odayı şöyle bir omuzlarından sarstı. bir avuç ölgün toz zerresi kendini duvardaki fotoğraf çerçevesinin kıyısından koltuğun üstüne bıraktı. otuz iki yaşındaki ev, çevresindeki devasa binalara ve kendisini çürüten rutubete rağmen olgun göstermiyor, zamana meydan okuyordu.

yirmili yaşlarının sonuna varmış bir adam, evin arka odalarından birinde uykusundan uyandı. uyanmış olmasına rağmen gözlerini açmadı. az önce gördüğü rüyayı kapalı göz kapaklarının perdesine vurarak tekrardan canlandırmaya çalışsa da et-perde karanlıktan başka bir şey göstermiyordu. uzanıp ışığı açtı. gündüz vakti acı acı yanan ışık gözlerini kör etti. evin etrafındaki binalar gün ışığını paylaşmak konusunda pek cömert davranmıyordu. saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalıştı. duvardaki saatin durmuş olduğunu biliyordu, kurulalı bir haftayı geçmemiş ama yine de enerjisini tüketmiş mekanizmanın saati tekrar canlandırabileceği düşüncesi aklından geçti. evle beraber kendisine bırakılmış onlarca gereksiz şeyden biriydi bu saat. kilise çanlarını andıran zilleri, garip ahşap kokusu, ilginç tıkırtısı ve bakıma muhtaç bunak bir ihtiyar gibi sürekli kurulmak istemesiyle duvarın üstünden suçlar gibi bakıyordu. bir iki kere yerinden sökmeye çabaladıysa da başarılı olamamıştı adam.

adam nihayet yerinden doğruldu, elini yüzünü yıkamadan çayı koydu, radyonun kulağını büktü. ulusal radyo sabah 7 haberlerini geçiyordu. savaş tüm hızıyla devam ediyordu. ulusal radyo, savaşın son derece çetin geçtiğini, halkın yurttaşlık görevini yerine getirerek vergilerini ödemesi gerektiğini ve zaferin çok yakın olduğunu söylüyordu. zaferler için daha fazla tank, top, silah ve mermi gerekliydi, ülkenin ordusu da devletinin bekası için sıkı çalışan, fazladan mesai yapan ve vergilerini ödeyen halkın omuzlarında yükselerek zaferi taçlandıracaktı.

kahvaltısını bitiren adam tabakları lavaboya taşımaya koyuldu. musluğun önüne bir kova indirip suyu açtı, bir yandan da gözü lavabonun musluğun üzerindeki sayaçtaydı. devlet her gün belirli bir miktarda su kullanımına izin veriyordu, fazlasını kullanmak ekstra ve yüksek ücretlere tabiydi. savaşın su için çıktığı düşünülürse keyfi su kullanan insanların ölüm cezasına çarptırılması bile normal karşılanıyordu. “…ve bu haftaki piyango çekilişi tam 100 milyon jurya kazanma şansı veriyor! ayrıca talihliye general ile tanışma ve esirlerden birini öldürme hakkı tanıyor!” radyoda haberleri tekdüze biçimde anlatan sunucu birdenbire heyecanlı bir ses tonuna bürünmüştü. 100 milyon jurya. en çılgın hayalleri gerçekleştirmeye yetecekti bu para ve çok uzakta görünüyordu. piyango senede bir kez yapılırdı ve kazanan talihli şehir meydanında tur atar, radyolara demeç verir ve kazandığı para ile yapacaklarını anlatırdı, bir halk kahramanı gibi karşılanırdı. adam acı acı gülümsedi, inatçı bir yağ lekesi ile mücadele ediyordu ve ailesini bırakıp giden kişinin, yani babasının da bir talihli olduğunu hatırlıyordu.

her şey aniden gerçekleşti. adamın elindeki tabak köpüğe dayanamayıp ellerinin arasından kaydı, ahşap zemine çarparak binlerce parçaya ayrıldı.

yirmili yaşlarının sonuna varmış bir adam, evin arka odalarından birinde uykusundan uyandı. gözlerini açmak konusunda kararsız kaldı, rüyası uyanmaya değmeyecek kadar gerçekçi ve yaşamın getirdiği ızdıraptan yoksundu. uzanıp ışığın düğmesine dokundu. rüyasında bir kahvaltı sonrası tabağı yıkıyordu, radyo dinliyordu ve tabak elinden ayrılıp binlerce parçaya bölünüyordu. elini yüzünü yıkayıp mutfağa yöneldi, radyoyu açtı. kahvaltısını yaparken sabah bültenini dinliyordu. “zafer şah damarımızdan daha yakın” diyordu haber sunucusu. tabakları lavaboya yığarken de savaşı düşündü adam. sayacı ayarladı, suyu açtı. piyango haberlerini dinlerken yağ lekesi ile boğuşmaya başladı. tabak elinden kayıp binlerce parçaya ayrılırken adamın beyninin içindeki milyonlarca nörondan biri adamı uyardı — hala rüyadasın veya rüyanı yaşıyorsun.

soluk soluğa kanepeye yığıldı adam. yaşadıklarını gözden geçirdi. ışığı açmış, kahvaltı yapmış, radyo dinlemiş ve su sayacını ayarlamıştı. tabak kırılana kadar yaşananların çoğu günlük rutin hareketlerdi, rüyasında görmüş olması olasıydı. hala rüya görüyor olabilir miydi? bacağını çimdikledi, parmağını elinin içinden geçirmeye çalıştı, eski tarihli bir gazetenin başlığına göz attı, çünkü rüyada bunlar olduğundan farklı olabiliyordu. her şey normal görünüyordu, fakat aynı şeylerin yaşanması bir tesadüf müydü, gelecekten haber mi alıyordu yoksa?

adam kendi kendine güldü. milyonlarca bloktan oluşan devasa bir şehrin içinde böyle bir şeyin kendisini bulma ihtimaline ve buna heyecanlanmış olma ihtimaline güldü. hepsi bir tesadüftü, o kadar. bütün bunlar olağan şeylerdi. üstünü giyinip dışarı çıktı, ödenmesi gereken faturalar vardı ve mutfak için de bir şeyler alması gerekiyordu. bir postanede pul görevlisi olarak çalışıyordu adam, pulların üzerindeki küçük yazılardan hangi mektubun hangi kutuya konması gerektiğine karar vermek gibi sıkıcı bir işi vardı, ancak tek başına yaşadığı için maaşı az da olsa kendisine yetiyordu –ah şu vergiler de olmasa. aldığı 1500 juryanın 800 juryası vergi olarak kesiliyordu ve kalan 700 jurya ile geçinmeye çalışıyordu. kırık tabak parçalarını üstünkörü temizledi, üstünü aceleyle giyinip evden çıktı ve ödeme binasına yöneldi.

ödeme binasına vardığında kimselerin olmadığını gördü, normalde sıra beklemesi gerekirdi, insanlar su kullanmamaya başlamıştı artık, eski suları tekrar tekrar değerlendiriyorlardı çünkü. böylece fatura derdinden kurtuluyorlardı. kendisi şanslıydı, bu ay sadece 700 mililitre su kullanmıştı ve bu da 400 jurya yapıyordu. kendisine 300 jurya kalacaktı ve bu da hayatta kalmak için yeterliydi, belki de küçük bir şişe şarap bile alabilirdi kendisine. bu düşüncelerden sıyrılmak durumunda kaldı çünkü önündeki adam faturasını ödemişti ve sıra kendisine gelmişti, veznedar kendisine bakıyordu. “kayıt numaranız,” dedi adam sıkıcı ses tonuyla ve adam da üye numarasını söyledi. vezneci numarayı önündeki mekanik düzeneğe girdikten sonra gözleri büyüdü ve masadan uzaklaşacak kadar geriledi. “ beş.. beş yüz yirmi altı litre su kullanmışsınız ve bu da… yaklaşık… yaklaşık 70 milyon jurya yapar…”

adam sabah ahşapla çarpışıp binlerce parçaya ayrılan tabak gibi parça parça oldu. gözleri sabit bir noktaya daldı ve kendini binanın soğuk mermer zeminine bıraktı.

-BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU-

--

--

Civanperçemi
Yeni Şükran Oteli

çocukken zamanı durdurup sınıfta sevdiğim kızı öpmek istiyordum. zamanı durdurabileceğime olan inancım, kendimi sevdirebileceğime olan inancımdan daha fazlaydı.