terli sigara paketleri

Civanperçemi
Yeni Şükran Oteli
4 min readDec 30, 2016

çoğu insan sıradan olmayı kabullenemez. en az bir kişi için özel olmak zorundadır çünkü. bu yüzden sıradan olmak kötü bir şeymiş gibi davranır herkes. herhangi konuda bir heyecanın olmayışı çağın vebası gibidir. genelde insanların köşe bucak kaçtığı duygular bende ikamet eder. yakama yapışıp beni bırakmayan bu duygulardan biri de belirsizliktir. çünkü iki dakika sonrasını düşünmekten o anı yaşayamamanın verdiği mazoşizm, ertesi gün ciğerlerimi oksijenle doldurup yaşamımı sürdürebilmem için yeterlidir.

hayatımın büyük bir kısmını, öğle vakti uyanıp saatin kaç olduğunu kestirememe belirsizliği tadında yaşadım. zaman akıyordu ama içinde değildim. on dakika geç kalıyordum. sürekli dakikaların otobüslerinin arkasından bakıyordum. köpek gibi izini sürüyordum. arkasından koşuyordum, formasından tutuyordum. bir şekilde içinde bulunduğum çağın gereklerini yaşamam gerekiyordu çünkü. aynı belirsizliği üniversite birinci sınıfta yaşadım.

yarı feodal bir ailede evin tek erkek çocuğu olarak büyüdüm. annemi kaybettiğim sene kalemi kitabı bırakmış, evin kenarında bir biblo gibi yaşıyorken, birden sınavda ortalama bir puan alıp, ortalama bir üniversitenin ortalama bir bölümüne yerleştim. durumu hemen benimsedim. ortalama bir insan olduğum için üzerime tam oturan bir elbise gibiydi bu durum. o yaşıma kadar şehir dışına çıkmamış olduğum için prosedürü bilmiyordum. taşralı zihniyetimle ve babamın ısrarlarıyla, takım elbiseyle gittim kayıt günü. otobüste tavşan gibi tek gözle uyudum ve bütün molalarda inip sürekli telaşla etrafa bakan deliler gibi hızlı hızlı sigara içtim. sık sık otogarlara giderim ben, bu da üniversite birinci sınıftan kalan bir alışkanlıktır benim için. insanlar gelir, gider, duygulanır, sevinir, ağlar, üzülür, halay çeker, milliyetçi ve militarist duygularını davulla zurnayla ifade eder, uyuklar. yazar için bilmem de bir “yazan”ın ihtiyacı olan şeylerden biridir otogarlar. yalnız toplumun içindeki asıl irin, şehirler arası otobüs terminallerinin tuvaletlerinde daha rahat gözlemlenebilir. bunun için tuvaletlerin duvarlarını ve kapılarını okumanız yeterlidir, toplumun insan sevgisi hakkında bilgi edinmeniz için yegane yerdir burası.

otogardan inip kampüse vardığımda, eylül sıcağının altında ve takım elbisenin içinde terden sırılsıklam olmuştum. tıpkı o şehre yeni atanmış bir memur gibiydim, kampüsün içinde takım elbisemle oradan oraya seğirtiyordum. çok farklı insanlar, çok farklı elbiselerin içinde benim hiç duymadığım ve yine bana çok farklı gelen konularda konuşarak, çok farklı tonlarda kahkahalar atıyorlardı. burada minimum dört sene geçireceğim düşüncesi bende artçı bir huzursuzluk yarattı. yine çağımın adamı olamamıştım, zamanı yakalayayım derken 60 yaşındaki memurlar gibi geziyordum ortalıkta. yanlışlıkla oraya düşmüş bir emekli gibiydim resmen.

hilal’i ilk defa orada gördüm. aramızda bariz 5 yaş fark vardı, ses tonundan anlayabilirdiniz bunu. benden büyüktü anlayacağınız. güneşin altında ayakta durarak sıra bekleyen biz gerizekalıların aksine, üniversitelerin broşürlerdeki sembolü çimlerde oturuyordu. ben ne kadar oraya ait değilsem, o da tam tersine dibine kadar oraya aitti. kaç puan almış olursa olsun üniversiteli olmayı hak ediyordu. sinirli sinirli sigara içiyordu, yanındaki arkadaşlarıyla muhabbet ediyordu. o şekilde öğrendim adını da. önüme bakmaya çalışsam da gözlerimi alamıyordum. güzel değildi ama oturduğu yerden beni kendine bağlamayı başardı. birkaç kez bakışlarımı yakaladı, hırsızlık yaparken yakalanmış çocuklar gibi başımı öne eğdim her seferinde. sıra biraz ilerledikten sonra ayağa kalktı, önüme geçti. nefesimi tutuyordum. takım elbisenin içinde küçülüp yok olmayı, kaybolmayı diliyordum. ellerimi nereye koyacağımı şaşırmıştım. hemen bir sigara çıkarıp yaktım, ellerim titriyordu resmen. ayaklarım zaten özerkliğini ilan etmişti, bana ait değillermişçesine ikide bir gevşiyorlardı. saçları uzundu, hepsini bir araya toplayıp omzunun diğer yanından göğsüne doğru salmıştı. lamı cimi yoktu, aşık olmuştum. üstelik belki 10 sene sonra giyeceğim kıyafetlerin içinde aşık olmuştum. ensesindeki sarı ayva tüylerini izliyordum. ben ölürsem beni buraya gömsünler diye düşünüyordum, o ayva tüylerinin arasına. dakikalar salyangoz gibi ilerledi, sonunda sıra ona geldi. yapıştırıcı yardımıyla fotoğrafı zarfa yapıştırmamız gerekiyordu, işinin bitmesini bekledim. sıra bana gelince bir tüp yapıştırıcıyı olduğu gibi fotoğrafa boca ettim. yirmi sekiz yaşındaki kıyafetlerimle on dokuz yaşındaki fotoğrafımı berbat etmiştim. hilal gülümsedi, “yardım edeyim mi” dercesine baktı. kafamı salladım. el birliğiyle kaydı tamamlamayı başardık. hilal’e teşekkür ettim, “bir sigaranı alırım o halde” dedi. tanrım, ne kadar da rahattı. doğa ana gibiydi sanki, “arkadaşlarımın yanına gidiyorum, sen de gel istersen” dedi. “ben hilal bu arada” diye ekledi. gözümü karartıp peşine takıldım. kravatımı boynumdan çıkarınca bir rahatlama gelmişti bana. değişik insanlardı arkadaşları. dünyanın en bilge insanları kendileriymiş gibi davranıyorlardı. her şey ama her şey kendileri içindi. güneşin batması, yıldızların gözükmesi, evrenin bütün düzeni yalnız kendileri içindi. kendilerinden sıkılmak da, kendilerini özlemek de ancak kendileri karar verirse gerçekleşiyordu. acayip sıkılgandım, bir kül tablası bir masada ne kadar önemliyse o kadar önemliydim o sıra. izin isteyip dışarı çıktım. bir sigara yaktım. sigara bitmişti ama içeri girmek istemiyordum. nasıl müsaade isteyip otogara dönerim diye düşünüyordum. hilal geldi yanıma. havadan sudan konuştuk biraz. içeri gitmeyelim, hep burada oturalım havadan sudan konuşalım istiyordum. “yürüyelim mi biraz” teklifini sundum. ceketi de çıkarmak istiyordum ama lise öğrencisi gibi elimde taşımak istemiyordum siktiğimin ceketini. yürüyorduk, anlatıyordu, dinliyordum. hiç susmasın istiyordum. boş sigara paketini elimde sıkıyordum. o konuşurken birden elini tuttum. ses çıkarmadı ama konuşması bir saniyeliğine duraksadı. “o elindeki sigara paketini atsana” dedi. paketi atmaya giderken yarı yolda durup “peki döndüğümde elini tutmaya devam edebilir miyim?” dedim. gülümseyerek “tabi ki” dedi. çöp kutusuna yirmi adım kala gerilerek boş paketi basket atarcasına çöpe salladım. üç sayılık atışım isabetliydi. güneş batmak üzereydi. sıradan bir insandım, kravatımı çıkarmıştım ve en az bir kişi için bir günlüğüne de olsa özeldim. o gün ilk defa gülümsedim ve hilal’in elini tutarak yürümeye devam ettim.

--

--

Civanperçemi
Yeni Şükran Oteli

çocukken zamanı durdurup sınıfta sevdiğim kızı öpmek istiyordum. zamanı durdurabileceğime olan inancım, kendimi sevdirebileceğime olan inancımdan daha fazlaydı.