AŞK VE GERÇEKLİK HAKKINDA BİR HİKÂYE

Mehmet Ege Çal
Yetkin Yayın
Published in
6 min readJun 22, 2021

“Vapur rıhtımdan kalkıp tâ Marmara’ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar.” Aralarında onun da ailesi vardı. Yolda düşüncelere daldı. Yazı nasıl geçireceğini düşündü. Yazlığa gittiği için heyecanlıydı. Çünkü orası hep onun için sessiz, sakin, rahat kafa dinleme yeriydi. Emre; siyah saçlı, yaşına göre orta boylu, on altı yaşında bir çocuktu. Yazlık Tekirdağ’da bulunuyordu. Emre oraya her yıl vapurla giderdi. Yaz gelip okullar kapandığında ailesi onu yazlığa gönderirdi. Tüm yazı orada babaannesi ile dedesinin yanında geçirirdi. Yaz bittiğinde birlikte İstanbul’a dönerlerdi. Yazlıkta zamanının çoğunu dışarıda arkadaşlarıyla geçirirdi. Bu yazın da öyle geçeceğini tahmin ediyordu. Düşünce dünyasından vapurun düdüğüyle çıktı. Limanda indi. Babaannesiyle dedesi onu limanda karşıladı. Arabaya binip, yarım saatlik yazlık yoluna çıktılar. Babaannesi onu öpücük yağmuruna tuttu. Her gelişinde olurdu zaten… Yolculuk eğlenceli geçti. Vardıklarında arkadaşlarından bazılarının çoktan geldiğini fark etti. Yazlık çiçeklerle, ağaçlarla dolu bir siteydi. Bulutlar, her geldiğinde hoş geldin demek amacıyla gülümseyerek güneşin yolundan çekilirdi. Yakınında dar mı dar basketbol sahası bulunuyordu. Sitenin arkasında karanlıklar içinde ufak bir depo vardı. Sitenin çocukları bisikletlerini oraya koyardı. Yazlıkları, sitenin merkez noktalarında bir yerdeydi. Her yer gözüküyordu. Bavulunu üst kata taşıdı. Üstünü değiştirdi. Arkadaşlarının yanına gitti. Yazlığa yeni insanlar geldiğini öğrendi konuşurlarken. O andan itibaren hayatı farklı olacaktı fakat onun haberi yoktu.

Photo by Mateo Giraud on Unsplash

Aradan bir hafta geçmişti ki dedesinin sesiyle uyandı. Camdan aşağı baktı. Dedesi yeni gelen komşularla konuşuyordu. Onu ilk defa orada gördü. Kumral saçlı, kahverengi gözlü ve tatlı bir kızdı. İçinde ufak bir heyecan hissetti; daha fazla vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladı. Olabildiğince hızlı olmaya çalışsa da yetişemedi. Dedesine kim olduklarını anlamasına rağmen sordu. Adının Meltem olduğunu öğrendi. Dedesi, genellikle annesiyle babasından bahsetti ama Meltem’den bahsetmeyi bıraktığında istemeden de olsa dinlemeyi bıraktı. İlgisi sadece Meltem’in üzerindeydi. Günü onun gülüşünü düşünerek geçirdi. Akşam olduğunda arkadaşlarının yanına gitti. Onu orada tekrar gördü. Önce tanıştılar, o yaz yüz yüze konuştukları nadir anlardan biriydi, sonra grupça muhabbete başladılar. Aynı yaşta olduklarını, İstanbul’da yaşadığını öğrendi o gece. Yaz önceki yazlarından çok farklı değildi ama dışarı çıkarken özenle hazırlanıyordu, onu görünce heyecanlanıyordu fakat kimseye fark ettirmiyordu. Her ne kadar onu gördüğünde heyecanlansa da onun yanında kendisini rahat hissediyordu. Hep birlikte bisiklet sürdüler, denize gittiler ve yaz öyle sürüp bitti. Gelecek yazı geçmiş yazlardan daha farklı beklemeye başladı. O arada kitaplar okudu, okula gitti, ders çalıştı. Yine yaz gelip çatmıştı. Ailesi onu tekrar vapura bırakmıştı. Kafasında onu gördüğünde ne yapacağını düşündü. Onunla daha yakın arkadaş olması gerektiğini düşündü ama bunu yapamayacak kadar utangaçtı. Her ne kadar onun yanında rahat hissetse de konuşacağı zaman dili dolanıyor, kelimeleri unutuyordu. Babaannesiyle dedesi onu karşıladılar. Bu sefer kız ondan daha önce gelmişti. Emre’nin gözünde daha da güzel olmuştu. Bu sene karar verdi daha az utangaç olacaktı. Arkadaşlarının çoğu daha gelmemişti. Meltem sahildeydi kitap okumaya dalmıştı. O sırada Emre kendisini toplayıp yanına gitmek için cesaretini topluyordu. Sonunda yanına gitti fakat Meltem kitap okumaya daldığından onu fark etmedi. Emre, Meltem’in okuduğu kitabı gördü. Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiir kitabını okuyordu. Kendi kendine mırıldanmaya başladı.

*Bir sen, bir ben, sevgilim, bir de bu bahar

N’eyleyim sen güzelsin, bende gençlik var.

Ölüm gibi mukadder bir yol ki bu aşk,

Uca ta Leyla ile Mecnun’a çıkar…

- Efendim?

- He, yok bir şey ya. Nasılsın diye sormuştum. Hafif kızarmıştı.

- Özür dilerim okumaya dalmışım, iyiyim sen nasılsın?

- Yok, hiç önemli değil. Arada ben de dalarım öyle. İyiyim teşekkür ederim. Görüşürüz.

- Nasıl…

Meltem daha fazla bir şey söyleyemeden kaçarcasına siteye döndü. Sitede babaannesi ne oldu derken o koşarak eve kaçtı odasına çekildi. Soluk soluğa kalmıştı ama bu nefessizlik koşmaktan kaynaklanmıyordu, onunla konuşmaktandı. Birkaç gün evden pek fazla çıkmadı. Sonra internete bakmaya karar verdi. Kafasındaki düşünce belki telefonla konuşursa belki de artık o kadar da heyecanlanmayacaktı. Bu kötü bir fikir değildi aslında ama sonuçları iyi olmayacaktı. Meltem’in telefon numarasını arkadaşından aldı. Yaz akşamları grupça konuşmalarının yanı sıra telefonla da konuşuyorlardı. Edebiyat, sinema, derslerden konuşuyorlardı. Yaz gene bitmişti. Emre kendisiyle telefonla konuşabilecekleri için daha az üzülmüştü. İstanbul’a giderken yine aklında tek bir kişi vardı. O sene ikisinin de sınav senesiydi. Üniversite sınavlarına çalışacaklardı. Emre birkaç kez arasa da Meltem’le yazın olduğu kadar muhabbet etmiyorlardı. Bir süre sonra hiç dönmemeye başladı. Sıradan günü arada sırada ders çalışmakla geçiyordu. Genellikle kafasında onunla konuşuyordu. Başta iyi gelse de gerçeklikten kopmanın insanlar için asla iyi sonuçlar doğurmaz. Herkes hayal dünyasında yaşamak ister, fakat gerçekler insanları düşlerine ulaştırır. O yüzdendir ki güven çemberimizi kırmak için bazı şeylerden vazgeçmemizi ve gelecekte de vazgeçmek zorunda kalmamızı sağlar.

-Acaba?

-Yok yok hayır ya.

-Peki ama öyleyse?

- Ama belki. Bilemiyorum.

Sabah kalktığında, kahvaltıda, akşam konuşuyordu. Şunu yapalım mı, şu dersi ne yapacağız, bu kitap hakkında ne düşünüyorsun, denemelerin nasıl gibi konularda konuşuyordu onunla.

-Ne zaman geliyorsun yazlığa?

- …

- Anladım, ben de o zaman gelirim herhalde.

- …

- Sınavlar nasıl?

Photo by Shifaaz shamoon on Unsplash

Sevdiği şiirleri okuyordu ona. Bir müzik dinlerken *“Yazlık” şarkısına denk geldi. Şarkıyı kendi düşüncesinde ona söyledi. Yaz geldiğinde sınava girdi fakat sınav yüzünden yazlığa gidemedi. Babaannesine sordu yazlıkta olup olmadığını, gelmediğini öğrendi. Sonuçlar açıklandı. Emre iyi bir sonuç alamadı. Meltem’e sordu. Maalesef artık kafasında gerçeklik algısını kaybetmişti soruyu arayarak ya da sosyal medyadan sormak yerine kendi kafasında sordu. Muhabbet ederlerken hedefini kazandığını söyledi kafasında ve kendi kafasında Meltem’in ağzından kendini teselli etti. Ailesiyle konuştuktan sonra istemeye istemeye bir sene daha hazırlanmaya karar verdi. Sonuç farklı değildi. Yine iyi bir sonuç değildi ve bir sene daha kafasında hayal etmeye devam etmişti. Ailesinden izin istemişti yazlığa gitmek için. Büyük bir hevesle vapur yolunu tuttu, kafasında konuşarak yolu geçirdi. Yazlığa vardı. Bu sefer büyük bir hayal kırıklığı yaşadı çünkü uzun süre beklemesine rağmen Meltem o sene yazlığa gelmedi. Ailesiyle büyük bir tartışması yaşamasına rağmen bir sene hazırlanmak için ailesini ikna etti. Kafasını oldukça toparlamıştı yazlıktayken.

-Yeter artık bekleme gelmeyeceğini sen de biliyorsun.

- Hayır! Gelecek görürsün.

- Artık sınavlarımıza odaklanmamız lazım.

- Başka bir şeye odaklanamıyorum ki.

- Bunu çözmemiz lazım. Senin umut etmemelisin. Kabullen artık!

- Önce O’nu unutmam lazım…

Photo by Birger Strahl on Unsplash

Bir iki ay etkisinden çıkamamasına rağmen artık gerçekle yüzleşmişti. Onun için çok zorlu bir süreçti. Hem ailesiyle tartışmış hem de gerçekliğe dönmeye çalışıyordu. Bir gece odasında bağırışlar gelmişti. Sen sahtesin! Yeter artık! Beni kandırmayı bırak n’olur yalvarırım sana. Tam olarak düzelemese de- ki bir kere daha görse sanki bir daha gerçekliğe dönmeyecek gibiydi (kendisi de bunun farkındaydı)- kafasını toparladı. Sınava geçen iki seneye göre daha iyi hazırlandı ve edebiyat öğretmenliği bölümünü kazandı. O’nu üç beş sene daha görmedi. Yıllar sonra yazlıkta gördüğünde dudaklarından sadece şu cümle çıktı:

*Ben sana mecburum bilemezsin

Ondan sonra yazlığa gelmemeye başladı, son gelişi o zamandı…

Var olmak ile olmamak arasında incecik çizgi olsa da var olduğunu düşünmek ve düşünmemek arasında dağlar kadar fark vardır. İki seçenekte bireylerin psikolojik açıdan zorlar. Yani bu durumlarda yapılması gereken en iyi şeylerden ikisi “Vazgeçmek” ve “Affetmek” tir.

Hikâyeye dair notlar:

*1: Refik Halit Karay, Eskici, 1940

*2: Cahit Sıtkı Tarancı, Aşk Şarkısı, Varlık, 1935

*3: Deniz, kum, güneş içinde/ Herkes mutlu ve tatilde/ Sakin dalgalar üstünde/ Bir yaz daha yine Ah, ne kadar özledim seni/Ah, ne kadar özledin beni? (X4) (Lin Pesto grubunun şarkısı)

*4: Attila İlhan, Ben Sana Mecburum, 1960

--

--