Covid-19 Bir Değişim Fırsatı Olabilir mi?

Rumeysa Balcılar
Yetkin Yayın
Published in
3 min readApr 19, 2020

Bundan 2–3 ay önce Wuhan‘da salgın hastalık diye önümüze düşen haberlere kayıtsız kalıyorduk. Bazılarımız okuma ihtiyacı bile hissetmiyordu. Sadece, çekik birini gördüğümüzde yolumuzu değiştiriyorduk. Çok uzun sürmedi ki dünyanın kocaman bir köy olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Kendim de dahil birçoğumuz ilk başta Covid-19’u pek ciddiye almadık.

Ama şimdi evde kalmanın, hijyenin önemini anladık ve bütün dünya gibi bu salgın hastalık ile mücadele içindeyiz. Ne kadar evden çıkmamaya gayret göstersek de sosyal yaşamımız sıfırlansa da hayat devam ediyor. Eğitim, hizmet, bankacılık sektörlerinde asgari düzeyde de olsa çalışmaya devam etmek durumundayız.

İzolasyonu arttırarak nasıl aynı işi yapabiliriz kısmını düşünürken hepimiz farklı bir çalışma planının içine düştük. Bazılarımız evden çalışmanın rahatlığını, bazılarımız da zorluğunu tattı. Çocuklar çevrim içi eğitimi, ebeveynler ise her gün etkinlik yapmanın zorluğunu deneyimlediler. Hepimiz ayrı bir alemde başka bir düzen kurma telaşındayız.

Bu süreçte çalışan insanlar mümkün olduğunca evlerinden işlerini yürütmeye başladılar. İşverenler tarafından mecburi home-office çalışma planları oluşturuldu. Şimdi bir sorgulama zamanı. Eğer işlerimizi evden de halledebiliyorsak her gün 8:30–17:00 arası ofise gitmenin mantığını anlayalım. Trafikte ölen zamanlar, uykusuz kalmalar, kahvaltısız sabahlar, nefes nefese kalınan koşuşturmacalar insana eziyetten başka nedir?

Her sektör için bu mümkün olmayabilir ama bir kişi normalde akşama kadar yaptığı işi şimdi yarı zamanlı çalışma stiliyle 3 saatte yapıyorsa o zaman verimlilik denen şeyi tekrardan düşünmeliyiz. Ya da donanımı yani beyin gücü için işe aldığımız insanları mesai kavramına dahil etmenin saçmalığını görmeliyiz.

Kurumların, kişinin beden gücünü kiralıyor gibi şu saatler arası ofistesin, iş yoksa da fotokopi çekersin stratejilerinin iş verimliliğinden çok uzak olduğu gerçeği, artık daha da gözümüze çarpıyor. Yapılan iş aynı ise o kişileri bedenen kiralama tavrının gereksizliğini fark ettik. Çalışan, orada olsa da olmasa da aynı işi ve değeri üretiyorsa ofis ve mesai kavramlarını tekrardan tanımlamamız gerekiyor demektir.

Bir de özel hayatlarımıza bakalım. Sosyalleşmek, özellikle biz doğu toplumları gibi aile ve arkadaş bağları kuvvetli gruplar için çok önemli bir ihtiyaç. Bizim, dostlarımızla geyik muhabbetine, ailemizle çay saatine, mahalleden arkadaşlarla halı saha maçlarına olan gereksinimiz ekmek-su belki de luppo-kola ikilisinden önemsiz değil.

Hal böyle olunca evde kalmak Çin işkencesi gibi gelmeye başladı. Alışkanlıkları değiştirmek zordur ama yaşadığımız sancının insanların kendilerine tahammül edebilme yeteneklerinin az olmasına bağlıyorum. Evet, yalnız kalmamız gerekiyor. Bu, hayatımızın herhangi bir döneminde maruz kalabileceğimiz bir durum. Böyle zamanların melankoliye neden olmaması için insanın kendi kendine vakit geçirebilmeyi, düşünceleriyle konuşabilmeyi ve anlaşabilmeyi öğrenmesi gerekiyor.

Zaten biz kalabalıklar içinde de yalnız hissetmiyor muyduk? Aslında kendimizle kavgalıyız. Benliğimizle iyi arkadaşlık kuramıyoruz. Bu yüzden ondan kaçma eğilimdeyiz. Ve oluşan boşluğu doldurmaya çalışıyoruz, oyalanıyoruz. Demek ki yalnızlığı çevremizdeki kişi sayısı ile tanımlayamayacağız. Oysaki en yakınımız olan kendimizle anlaşabilmeyi başarsak tüm yalnızlıklar kaliteli zamanlara dönüşecek.

Aslına bakarsanız karşılaştığımız bu durum her neslin tanık olabileceği bir şey değil. İşleyen, ilerleyen, arada bir sekteye uğrasa da devam eden sistemlerimiz duraksamaya başladı. Başka çözümler, başka stratejiler geliştirmek durumunda kalıyoruz. İlginç olanı kimsenin bundan sonraki süreçte ne olacağına dair bir fikri yok.

Herkes değişim bekliyor ama ne değişecek, nasıl değişecek? Uzman dediğimiz hiç kimse buna yanıt veremiyor. Aslında bu dönem sorgulanmayan ya da değiştirilemeyen yapıları yeniden hayal etmek için bir fırsat. Yavaşlayan çarklarımızın zincirlerini değiştirme, tamir etme şansını elde edebiliriz. Şikayet ettiğimiz, her gün dert yandığımız koşulları değiştirme fırsatı bulabiliriz.

Gerçekten önemli olanı destekleyen bir finansal yapı ve insanları önceleyen bir sistem kurmak için daha çok düşünmeliyiz. Şimdi ise oluşan güvensizlikleri, belirsizlikleri bir kenara bırakıp asıl odaklanacağımız yerin bu durumu kendi toplumsal çıkarlarımıza uygun nasıl değerlendirebiliriz olmalıdır diye düşünüyorum.

--

--