Hayal Gecesi

Dilara Taşkıran
Yetkin Yayın

--

Gene yağmurlu bir kış akşamı gece yatağında uzanmış düşünüyordu Semyon. Dünden farklı olmayan bir gün daha geçmişti işte. Gece lambasının aydınlattığı boş tavanı izliyor, söndürdüğü izmaritlerin is kokusuyla bütünleşmiş düşlerini serbest bırakmaya hazırlanıyordu. Geçen haftadan bıraktığı işler yığınla birikmiş, masanın üzerinde onlarca dosya yığını ona bakarken, o bir o yana bir bu yana savrulan düşüncelerini yakalamaya çalışıyordu.

Uzun zaman önce kaybettiği benliğini bulmayı kafaya takmış, yılların ondan alıp götürdüğü her bir duyguyu geri kazanmayı yeğlemişti. Ancak şimdi yattığı şu kırık yatağa, lambasının aydınlattığı rutubetli tavana, boyasının rengi soluş çalışma masasına bakınca bir kez daha boş ver dedi kendine. Değecek miydi sahi ? Aldırış etmediği bir dünyada nefes almak daha mantıklı değil miydi ? Kolayı varken neden zoru seçsindi ? Neden her şeyin yarım yamalak bırakıldığı, bir hevesle başlanılan işlerin yerini düş kırıklıklarına bıraktığı bir yaşamdan medet umsundu ? Her sabah ışıltısıyla doğan güneşin insan gürültüsünün karanlığıyla kaplandığı bir alemde ne diye böyle bir işe başkoysun? O gene bildiğini yapacak, taşkın sularda yüzmek yerine ıssız sahillerin sakin deniz kıyısına atacaktı kendini. Denizin vurduğu çarpıcı dalga sesini işitecek, uzun zamandır ihmal ettiği ruhunu beslemeyi başaracaktı belki. Loş ışığının aydınlattığı odasına bunları düşünürken derinden bir ses geliyordu şimdi kulağına. Onu tam olarak işitememekle birlikte, anlamlandıramıyordu da. Zaten neyi bütünüyle kavrayabilmişti ki. Hangi ışık, hangi ses ,hangi mana hayata bağlayabilmişti onu. Var olmanın verdiği çetrefilli bıkkınlık külfet gibi çöküvermişti üzerine. Zihin bulanıklığının bıraktığı serin mayhoşluk da uyuşturuyordu beynini yavaş yavaş. İçinde bir anda kendini sokaklara atmak hissi belirdi. Ahşap boyasının rengi solmuş askılıktan hızlıca paltosunu aldı ve dışarı çıktı. Şimdi en iyi bildiği şeyi yapacak, karış karış sokakları gezip gecenin karanlığında kaybolacaktı. Bunun verdiği o anlık huzuru da tatmamış olsaydı ne olurdu acaba diye düşündü. Uzun uzun hayallere dalmasa, içinde doldurup da taşırdığı rüya havuzuna girmese ya da yazdığı oyunun akışına kendini kaptırmasa burası yaşanacak yer değildi diye geçirdi içinden. Bazen aklında milyon tane olasılık beliriyor, çeşit çeşit senaryolar kurmaya itiyordu kendini. Kendi dünyasında yarattığı ahenk gerçeğin aksine çok derin, anlamlı ve ışıl ışıldı. Burada bazen kendini çelik mavisi denizlerde yüzerken buluyorken, iki saniye geçmeden göğe yükselebiliyor, sapsarı güneşin aydınlattığı gökyüzünün parlaklığında yavaş yavaş süzülebiliyordu. Alelacele koşuşturmalardan uzak, istediği vakit istediğini yapabileceği kaygısız bir alemdi burası. Ne zaman algısının onda bıraktığı o boğucu his, ne de o soğuk realizmin yüzüne yüzüne estiği sert rüzgârlardan eser yoktu. Sadece kendi aleminde yarattığı o huşunun haz verici tadını alabiliyor , ruhunu ağır bedeninden çıkarıp maviliklerde dolaştırabiliyordu . Kafasından aşağı dökülürmüşçesine içine işleyen o aydınlık havayı iliklerine kadar hissediyor, gerçeklikle örtüşen karanlığından arınıyordu. Bazen burası öylesine naif, göz alıcı ve parlak geliyordu ki ona ne bulunduğu yeri ve zamanı hatırlıyor, ne de içinde biriktirdiklerinin bıraktığı o yoğun duyguyu hissedebiliyordu. Adeta duyuları uyuşmuş, zaman kavramını yitirmiş bir şahsiyete dönüşüveriyordu. İnsanın tutunacak bir dalı olması ne güzel diye düşündü. Bu bir arkadaş, sevgili ya da ailenin yanında, gerçekleşmesi uzak ihtimal olan bir düş bile olabilirdi. Mühim olan onun gerçeklikle kavuşup kavuşamayacağı değil, ruhuna bahşettiği huzurdu. Hayat düzeninden bütünüyle uzak, kalabalıklar arasından yankılanan o. boğucu sesin var olmadığı bir düş …

Ancak şimdi tekrar başladığı yerdeydi. Gözlerini bir hevesle açtığı, sıcak bir yuva, samimi bir ortamın vaat ettiği ve sonrasında riyakarlığın üzerinin ustaca örtüldüğü yeryüzünde. Uçtuğu, yüzdüğü, özgürce gezdiği alemden buraya düşünce ne yapacağını bilemiyordu haliyle. Pembe beyaz bedeninin sıcacık, kabarık yorganlarla sarıldığı, yüzünü tatlı seher yellerinin yumuşattığı, kulağına en dingin ve ferah senfonilerin fısıldadığı bir gökyüzünden buraya düşünce sert bir kayaya çarpmaktan çok daha beter bir his kaplıyordu yüreğini. Burada bıraktığı her bir iz, hissiyat, keder gene ağırlaştırıyordu bedenini. O parlak, berrak, canlı nostalji, yerini soğuk, boğuk ve çelik gibi sert olan gerçekliğin kasvetli havasına bırakınca ,eli ayağına dolanıyor, sudan çıkmış balığa dönüyordu. Yüzünü aydınlatan güneş, kıvılcımlanarak alev topuna dönüp de dudaklarını mühürleyince söyleyecek bir şeyi kalmıyordu zaten. Ne de zor geliyordu sonrasında içinde bulunduğu şu durumu tasvir etmek. Kelimeler boğazında düğüm düğüm tıkanıyor, nefes alamayacağı bir noktaya taşıyordu onu. Geriye ise sokağa fırlamak ,uğultulu caddelerin sarsıcı karmaşasında bir kez daha hayrete düşmek kalıyordu. Kayda değer bir vakit de geçmişti oysa ki doğumundan bu yana. Bu sokaklardan belki bin defa geçmiş, insanların dünyevi telaşelerle yanıp tutuştuğu muhabbetlere kulak misafiri olmuş, sokak çalgıcılarının söylediği şarkıları işitmişti. Nasıl oldu da bu kadar aykırı kalmayı başarabilmişti? Tüm bu gürültünün dışında kalmak istemesi, yalnızlığın payından kendine fazla fazla alması, kapalı bir kutuya koyup da üzerine yüzlerce kilit vurduğu kimliğini mahzenlerde saklaması onun için olması gerekendi. Şimdi sokağın bir köşesine sinip oturmuş, yoldan geçenleri seyre dalmıştı. Kiminin yüzünde belli belirsiz bir ifade , kimininkinde ise kasvete bürünmüş bir iz vardı. Çoğunluğu telaşla dört bir yana koşuştururken, bazıları ağır ağır ilerliyordu sokak aralarında. Ona her zaman garip gelmişti bu olan biten her şey. Şu mavi gökyüzü, her sabah doğan güneş, kayan bir yıldız ve insanı her gün içine girdap gibi çeken şu apansız evren! ‘Çöplük’ diye adlandardığı yeryüzünde burnunun direğini sızlatan acıyı hissetmek , buranın ne kadar da adaletsiz bir yer olduğunu ona hatırlatıyordu. Kimileri yeni aldığı bir elbisenin bedenine tam oturmadığıyla şikayet ederken, kimileri bir kenarda iki büklüm bedeniyle kaskatı kesilmiş, dört bir yanını kalabalıklar arasında gelen o is kaplamış halde buluyor, bu dünyanın yaratılışının arkasında ne gibi planların olduğunu sorgulamaya itiyordu kendini. ‘Saçmalık’ diye geçirdi bir kez daha içinden. O kitaplarla, resimlerle, müziklerle dolu, insanların muhabbetlerinin temiz ve anlaşılır olduğu bir havayı solumak isterken, konuşmanın hiç bir şeye değmeyeceği bu dünyada nefes dahi almak istemediğini idrak ettiği vakit, kendini hırçın denizlere atarak içindeki yangını söndürmek istiyordu. Bunu tabii yoluyla yapamayacağından, başka yollara başvuracak, içindeki yangını beyaz sayfalarla buluşturacaktı. Zamanın ters, ışığın loş, konuşmanın faydasız, her kafadan manasız sesler çıktığı bir devirde en mantıklısı, her gün içindeki düğümleri çözebilmesi için haykırdığı sayfalara ağlamaktı. Belki de bu sefer gözyaşlarına gecelerin birdenbire bastırdığı şiddetli sağanak da eklenecek, yüreğindeki ateşleri az da olsa hafifletebilecekti. Büyük bir hengamenin arasında kalıp da insanların koşuşturmasına ayak uydurmaya çalıştığı caddelerden zor da olsa geri dönmeyi başarmış, 2 göz odasında masasının başına oturmuştu. Önce içinde bir pişmanlık hissetti. Uzun zaman olmuştu bir şeyler karalamayalı. Ancak şimdi bunun acısını çıkarmalı, dilediği gibi kavuşmalıydı beyaz yapraklarla. Saat biri beş geçiyordu. Gecenin karanlığı zifiri, sağanak yağmurları şiddetliydi. ‘Gece’ dedi. Geceyi anlamalıyım önce. Üzerimde yağmalanan, kasırga gibi gelip geçen duyguları akıtmalıyım. Bitmiş kalemini mürekkep ile doldurarak yazmaya başladı:

Geceleri beni bir keder alır

Kalbimde misafir olur kalır

Zihnim bir gün gidecek sanır

Derdim aslında kendimdendir

Garip bir his kaplar yüreğimi

Yazdırır satırları, büker bileğimi

İlişir sözcüklere, saklar dileğimi

Derdim aslında kendimdendir

Kafamda sert bir kasırga eser

Hücremle bir olur benliğimi ezer

Tek bir çizikle hesabını keser

Derdim aslında kendimdendir

Çekip gitme fikri aklıma yatar

Kaybolma arzusu kalbimde atar

Ruhumu deli bir bedevi kapar

Derdim aslında kendimdendir

Yaratmanın bıraktığı o tarifsiz duyguyu şimdi iliklerinde hissedebiliyor, yüreğine serpilen su ile biraz da olsa rahatlamış hissediyordu.

--

--