Somniator / Bölüm 1

Mehmet Ege Çal
Yetkin Yayın
Published in
4 min readOct 2, 2021

Yazarın önsözü:

Yazarlık hayatımda başladığım ilk seri: Somniator. Birinci bölüme özel önsöz yazma fikrine karşı koyamayarak yazmaya karar verdim. İlk bölümün yayınlanmasına çok yakın bir sürede yazılan bu önsöz, size serinin nasıl olacağına ve nasıl ilerleyeceği konusunda bilgi vermekten öteye gidemeyecektir. Belirli aralıklarla, bölümlere ayrılmış şekilde, tek bir hikaye anlatılacaktır. Oldukça amatör biçimde yazılmış olan bu seri, sizlere büyük bir heyecan ile sunulmaktadır. Bundan dolayı siz değerli okuyucularımın görüşlerini dinlemekten keyif alacağıma her zaman emin olabilirsiniz. İster yorumlar kısmından, ister kişisel hesaplarımdan, isterseniz de e-mail adresimden ulaşabilirsiniz. Değerli okuyucularımla aylarca sürecek serüvene çıktığımdan ötürü müteşekkirim. Tek başıma asla ulaşamayacağım kitlelere ulaşmamı sağlayan Yetkin Yayın’a şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum. İleriki bölümlere de önsöz yazma gibi bir düşüncem var. Belki sadece ben değil, bu konuda güven duyduğum kişilerden önsöz yazmalarını rica edebilirim. Fakat şu anlık sadece benimlesiniz. İyi okumalar dilerim.

27 Eylül 2021

Telefonundan gelen bildirim sesiyle motoru kenara çekti. Gecenin geç saatleriydi. Bırakması gereken teslimatın konumu şehrin öbür ucunda olarak gözüküyordu. Depoda yükleme yapıldıktan sonra saatler gecenin birini göstermekteydi. Kaskı taktı ve yola çıktı. Koca caddede, koca semtte, koca şehirde sanki çıkan tek ses onun motorunun sesiydi. Kimseyle karşılaşmamıştı. Yarım saat geçmişti ya geçmemişti teslimat noktasına ulaştı. Katları tek tek çıkarak zili çaldı. Bir grup öğrenci parti düzenliyorlardı. O’nu da ısrarla içeri davet ettiler. O’nun için eşine rastlanmamış bir şeydi. Kimseden davet gelmezdi. Normalde depoda çalışırdı ama bu sefer teslimatı yapacak sürücü izinli olunca görev O’na kalmıştı. Hafif hoşuna giderek içeri girdi. Bir anlığına diğer insanlarla olmak için, geç gitmeyi göze aldı. Zaten ara verme saati gelmişti. Evde bulunduğu sırada salonun dekorasyonuna dönüşmüştü, heykel gibiydi. Kanepeye oturdu ve yarım saat boyunca hiç kimseyle konuşmadan, bir şeyler içmeden etrafı gözledi. Yine de keyif alır bir hali vardı. Kim bilir belki de kendini gençlerin yerine koyarak hayal ediyordu. Artık konuşmadan var olmayı alışkanlık haline getirmişti. Hiçbir zaman sosyal becerileri iyi olmamıştı. İnsanlara selam veremezdi, iki çift laf konuşamazdı, göz teması kuramazdı, yaptığı tüm konuşmalar kısa olurdu. Uzun zamandır başka bir eve girmemişti. Mola zamanı tekrardan depoya doğru çıktı yola. Tüm geceyi depoda yüklemelerle geçirdi. Güneşin ilk saatlerinde sahile indi. Banka oturdu, soğuğa aldırmadan sadece mavilikleri izledi. *“O an hayattan ve kimseden hiçbir şey beklemeden yaşadı” ve maviliklere daldı.

Photo by Adelin Preda on Unsplash

İşlerine gitmeye çalışan insanların etrafta çoğalmasıyla bisikletine atlayarak evin yoluna koyuldu. Oturduğu apartmanın kapısından girerken ilk gördüğü ev sahibiydi. Kira günüydü. Cebinde olan tek parayı adama verdi ve yukarı çıktı. Yatağına yattı. İnsanların O’na ihtiyaç duyacağı zamana kadar bekledi. Tavanı seyretti. Tavan fazla küflenmişti, fakat O’na göre hala idare eder durumdaydı. Tek kişilik yatağın yanında ufak, çift çekmeceli komodin vardı. Sahip olduğu tüm kıyafetler bu komodinin içindeydi. Yatağın karşısında eski püskü, en az yirmi beş yıllık olan tüplü televizyon bulunuyordu. Ve tabii üstündeki bantlanmış anteniyle birlikte. İkisini de hurdalıktan alıp getirmişti. Pek konuşmadan vakit geçirmesine rağmen bu dairede sessizliğin karanlığa hapsolmuş bir şekilde yaşamıyordu. Masanın üstünde daime birkaç kitap bulundururdu. Kütüphaneden alınmış eski kitaplar. Genelde aşk ve dostluk üzerine kurulmuş kitapları tercih ederdi. Okur, hayal ederdi. Masanın üstünde bir de kaset çalar vardı. İşe başlarken avans olarak kaset çaları istemişti. Kafasındaki düşüncelerden kurtulmaya çalışırdı. Zaten yalnızlığın ortasına düşmüş bu adamın bunun yanında sessizlikte yaşaması, O’nu acımasız ve aç olan arenadaki aslanların ortasına atmaktan farksızdı. Bir kişinin yalnız kalması kendisiyle hesaplaşmasının önünü açar. Bu yüzden beynini olabildiğince boş hem de kalabalık tutma adına uğraşırdı. Sorun şuydu ki son zamanlarda bu formül işe yaramıyordu. Zor zamanlar geçiriyordu. Kendisinin cevaplayamayacağı ve de dünyanın geri kalanındaki insanların kesin olarak cevaplayamayacağı sorular…

*“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,

Nasıl korku verir sessizlik insana;

İnsan nasıl konuşur kendisiyle;

Nasıl koşar aynalara,

Bir cana hasret,

Bilmezler.”

Oyalayamıyordu kendini. Daracık odada saatlerini geçiriyordu. Dışarıdayken tüm şehir O’na aitti. Kocaman, sesli, kalabalık, enerjik ve dinamik. Hareketsizliği kaldıramayan. Sessizliği ezen. Eve döndüğünde tam tersiyle karşılaşıyordu. Dar, insanı delirtecek derecede sessiz, yüzyıllardır oradaymışçasına sabit, *Atlas gibi dünyayı taşırmışçasına yorgun…

O’nun yalnızlığından haberdar olan kimse yoktu. Odasıyla sırdaştı. Korkuyordu çünkü son yakındı. Kendini izlemeye başlamıştı, televizyonun siyah ekranı ayna görevi görüyordu. Hesaplaşma git gide daha acımasız, zor, yorucu ve yıkıcı olmaya başlamıştı. Daha önce tecrübe ettiği şeylerdi tabii bunlar fakat bu düzeyde değil. Gözleri daha sıklıkla insan, arkadaş, sırdaş aramaya başlamıştı. Giderek zayıflıyordu sadece fiziksel anlamda değildi.

İLK BÖLÜMÜN SONU

DEVAM EDECEK…

İlk Bölüm Üzerine Notlar:

1.* : Nazım Hikmet Ran’ın Yaşamaya Dair şiirine atıfta bulunuluyor.

2.* : Orhan Veli Kanık/ Yalnızlık Şiiri

3.* : Zeus tarafından gök kubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırılmış mitolojik karakter.

Mehmet Ege Çal

Yazılış Tarihi: 15–16 Ağustos 2021

--

--