The Intern
Saat gece 02.40.Kafamın biraz dağılması için karantina günlerinde en yakın arkadaşım olan, dostlarımı içinde barındıran Netflix ile bir görüşme ayarladım. Önceden listeme eklediğim ama izlemediğim “The Intern” filmi gözüme çarptı. Ve günün şanslısı o oldu.
Filmin başrolünde Robert De Niro ve Anne Hathaway bulunuyor. IMDB’ den 7,1 almış. Ve film 2015 senesinde vizyona girmiş. Açıkçası buna biraz şaşırdım, gerçekten bu kadar uzun süredir listemde mi bekletmişim ?
Filmin afişinden edindiğim beklentilerim ile, filmin bana verdiği tamamen ayrı şeylerdi. Filmin Türkçe karşılığı ise “stajyer”. Filmin afişinden beklediğim ile farklı şeyler verdi dedim çünkü filmde stajyer olan adayımız Benjamin (Robert De Niro). Sık rastladığımız bir şey değil lakin Start-Up fikrini hayata geçiren ve bunda gerçekten başarılı olan iş kadınımız Jules’un (Anne Hathaway) şirketinde kıdemli stajyer olarak işe alınıyor.
Bunu gördüğümde ilk olarak düşündüğüm ise şuydu ; biz staj arayan gençler olarak bazı ilanlarda ‘tecrübeli stajyer’ kriteri görürüz. Sanırım bizden istekleri bir Benjamin olmamız ama lütfen, bunun için çok genciz.
Hikaye Ben’in işe alımı ve Jules’un özel stajyeri olması ile başlıyor. Benjamin 70 yaşında, dul ve emekli olduğu için her şeyi denemiş lakin işe yaramıyormuş hissini aşamayan biri. Ve yıllarca çalıştığı için emekli olduktan sonra da alışkanlıklarını özlüyor. Bunun için ‘kıdemli stajyer’ ilanına başvuruyor. Başvurduğu şirket bir kadının Start-Up fikri iken harika bir moda şirketine dönüşen ve oldukça genç bir dinamiğe sahip olan bir şirket.
Ben ise bu şirket için oldukça ‘eski kafalı’ gibi duruyor.Evrak çantası, serbest kıyafetin hakim olduğu şirkette takım elbise ile gelmesi, hesap makinesi ve geri kalan her şeyi. En hayran olunun eşyası ise cep mendili çünkü kendisinin dediğine göre ‘bir kadının ne zaman duygusallaşacağı belli olmaz’. İlerleyen zaman içerisinde öyle bir şey oluyor ki şirketin Bay Sempatik’i oluyor.
Jules ise hayallerini gerçekleştirirken bir yandan da hayatını yönetmek zorunda olan başarılı bir kadın. Feminist ve bir anne. Kocası ile toplumun dayattığı rolleri değiştirmişler. Bu, kimisi için harika iken kimisi için korkutucu ve sonu kötü bağlanacak bir durum olabilir. Bunun kolay yanlarını ve sarsan yanlarını filmimiz içerisinde izleyeceğiz.
Filmi izlerken yüzünüzde bir gülümseme en azından bir tebessüm oluşacağına eminim. Jules ve Ben’in ilişkisi, şirketteki diğer çalışanlar gibi sizi de mutlu edecektir. Benim gibi ‘ böyle bir ofiste olsam tabii ki çalışmak harika gelir!’ diyebilirsiniz.
İzlerken ister istemez YetGen ailesinden bir kadın olarak kendimi Jules yerine koydum. Kendim, bir gün inandığım bir Start-Up fikrim olduğunda Jules gibi başarılı olabilir miydim ? Çünkü bunu film boyunca istedim.
Film, komedi-drama türünde. Komediye daha yakın olsa dahi bir bana kalırsa dramatikti. Evet, ben biraz sulu gözüm.
Filmin ana konusu benim için ; “Sana herkes bir şey öğretebilir, ön yargılı olma ve tecrübelere kulak as.”
Benim için diyorum çünkü her film herkese göre farklı anlamlar içerebilir, sınırlandırmak ve ya sınırlamak filmler, diziler , şarkılar için mümkün değildir.
Uzun lafın kısası şu ki sabaha karşı beni gerçekten mutlu eden bir dost edindim. Daha önce izlemediğim için pişmanım. Ve umarım çalışacağım yerde seni bulabilirim Ben!
Sevgilerimle,
Sude.