Yükseköğrenime Koronavirüs Darbesi
Sağlık Bakanının ülkemizde ilk koronavirüs vakasını duyurmasından bir gün sonra birkaç üniversite eğitime ara verdiğini, bazıları da çevrimiçi eğitime geçtiğini duyurdu. Arkasından YÖK bazı rektörler ile bir toplantı yaptı ve üniversitelere kendi kendilerine tatil veya çevrimiçi kararı veremeyeceklerini hatırlattı. Bir gün sonra ise Beştepe’de yapılan bir toplantının sonucu olarak üniversiteler 3 hafta tatil edildi. Fakat YÖK üniversitelerin örgün eğitim programlarında çevrimiçi eğitim uygulamalarına izin vermemeyi sürdürdü. Kanımca koronavirüs küçük bir dokunuş ile yükseköğrenim sistemimizin zaaflarını gözler önüne serdi.
Fırsat eşitliği ve maliyetler
Görebildiğim kadarıyla üniversitelerin çevrimiçi eğitime geçmelerinin engellenmesini destekleyen iki argüman var: fırsat eşitliği ve maliyetler. Çevrimiçi eğitim için öğrenci tarafında iki şeye gerek var: İnternet bağlantısı ve bir cihaz (masaüstü veya dizüstü bilgisayar, tablet veya akıllı telefon). Ülkemizdeki hanelerin neredeyse %90’ının geniş bant Internete sahip olduğunu bir yana bırakalım, derslerin tatil edilmesi üniversitelerde yaşamın durması anlamına gelmiyor. Evinden çevrimiçine ulaşamayacak az sayıda öğrenci üniversite yurtlarında karantinaya alınabilir, üniversitenin teknolojik olanaklarından yararlanabilirdi.
Diğer bir çözüm ise, cihazı olmayan öğrencilere cihaz dağıtılması ve tüm öğrencilere ücretsiz İnternet bağlantısı verilmesi olabilirdi. Bunun pahalı bir çözüm olduğunu düşünenlere Fatih projesinde sokağa atılan milyarları hatırlatmak isterim. Sadece devlet üniversitelerinin yıllık bütçesi 33 Milyar TL. Yılı 240 günden (11 ay) hesap edersek, günlüğü 137,5 Milyona gelir. Dolayısıyla 3 haftalık bir üniversite tatilinin fırsat maliyeti 2 Milyarı geçer. Bu kaynak ile rahatça tüm devlet üniversitelerine çevrimiçi program satın alınabilir, cihazı olmayan tüm öğrencilere ödünç cihaz verilebilir ve tüm öğrencilere ücretsiz İnternet sağlanabilirdi. Yani çevrimiçi eğitime geçilmesini engelleyen şey ne fırsat eşitsizliği ne de yüksek maliyetler.
Neden çevrimiçi eğitime geçilmedi?
İlk neden üniversitelerimizin bir kısmının bu altyapıya sahip olmaması. Bu altyapı hızla (birkaç günde) kurulabilirdi. Bence esas sorun öğretim üyelerinin çevrimiçi eğitime hazır olmaması. Bu zayıflığa rağmen cesur bir karar ile birkaç gün içinde çevrimiçine geçilebilir ve öğretim üyelerinin yaparak öğrenmeleri istenebilirdi. Kalifiye öğretim üyelerimizin çok kısa bir sürede çevrimiçi eğitim becerilerini geliştirebileceklerine inancım tam. Bunu başarabilirdik! Peki neden denemedik? Bazı üniversiteler denedi. Fakat ülkemizde üniversiteler maalesef otonom değiller. Eğitimi nasıl vereceğimize merkezi regülatör karar veriyor. Bence YÖK’ün bu kararının altında; eğitim aktarma sistemleri konusundaki kafa karışıklığı yatıyor.
Uzaktan eğitim nedir, ne değildir?
Öğreten ile öğrenenin aynı yerde olmadığı eğitime “uzaktan eğitim” deniliyor. Bildiğimiz en eski uzaktan eğitim modeli (1840) öğrenciye ders malzemelerinin posta ile gönderilmesi ve öğrencinin kendi evinde öğrenmeye çalışması idi. Şu anda çağdışı kalan bu “mektupla öğretim” model ile bile milyonlarca insan İnternet öncesi dönemde yeni şeyler öğrenme fırsat buldu. Bundan sonra 1930’larda önce radyo, sonra televizyon ile uzaktan eğitim denendi. Hedeflenen kitle eğitimine ulaşılamamış olsa da, özellikle okul öncesi eğitimde televizyonun tarihteki rolü yadsınamaz — Susam Sokağı’nı izlemeyen var mı? 1900’lerde sadece uzaktan eğitim veren üniversiteler kuruldu (Londra’daki Open University, Kanada’daki Athabasca University gibi). 1990’lı yıllarda internetin gelişmesi ile üniversiteler internet üzerinden ders vermeye başladılar. İlk tümüyle çevrimiçi ders 1984’de verildi, ilk tümüyle çevrimiçi üniversite 1994’de açıldı. Su anda dünyanın önde gelen üniversitelerinin tümünde çevrimiçi eğitim kapasitesi var.
Maalesef ülkemizde birçok kişi uzaktan eğitim denildiğinde; hocanın dersinin videoya kaydedilip yıllarca aynı videonun öğrencilere servis edildiği bir sistem düşünüyorlar. Buna eğitim demiyoruz — olsa olsa arşivleme olur. Bazıları ise, uzaktan eğitimi YouTube üzerinden ders vermek ile kısıtlı zannediyor. Bu ise (zamanı çoktan geçmiş olan) bilenden bilmeyene nakil sisteminin teknoloji kullanımı ile daha büyük kitlelere ulaştırılması çabasıdır. Ancak bilimsel veya mesleki konferanslarda veya TED gibi popüler etkinliklerde kabul edilebilir bir yöntemdir. Çağdaş uzaktan eğitimde ise, öğrenciyi merkeze alan ve aktif öğrenmeyi destekleyen öğeler kullanılmaktadır. Çevrimiçi eğitimin birçok programda yüz yüze eğitimden daha etkili olma potansiyeli vardır. Bu konuda daha detaylı bir yazı hazırlıyorum — pek yakında…
Ne yapmalıyız?
Üniversitenin tüm programlarında %100 çevrimiçi eğitime geçilmesi mümkün değildir. Fakat her programda çevrimiçi eğitime (farklı oranlarda) yer vardır. YÖK’ün zamanı geçmiş “örgün eğitim — uzaktan eğitim” sınıflandırmasını bir kenara koyması ve üniversiteleri, hangi programı nasıl en iyi şekilde verebilecekleri konusunda serbest bırakması gerekmektedir.
Koronavirüs yükseköğrenim sistemimizin zaafını net bir şekilde ortaya koydu. Bırakın yasaklamayı, şu anda hem çağı yakalayabilmek için hem de önümüzdeki kriz ile başedebilmek için YÖK’ün çevrimiçi eğitimi kucaklaması gerekir. Dünyada salgının yayılış hızına ve süresine baktığımda, üniversitelerin sadece 3 hafta tatil edilmesinin yeterli olmayabileceğini görüyorum. Öğrencilerin dönem kaybetme ve ülkenin milyarlarca lira zarara uğratılma riskleri çok net. Yapılması gereken 3 hafta tatil yerine tüm üniversitelerde çok hızlı bir şekilde çevrimiçi eğitime geçiş çalışmalarının başlamasıdır. Bu konuda gönüllü destek verecek çok sayıda uzman tanıyorum. Ülkece kriz yönetiyoruz. Tüm kaynakları kullanma zamanıdır!
Erhan Erkut (erkute@mef.edu.tr, erhanerkut.com, @ErhanErkut)
(Bu yazı Gazete Pencere’nin 14 Mart 2020 sayısında yayınlandı.)