Iwo Jima’dan Mektuplar ve Bir Çanakkale Günlüğü

Bekir Arslan
Yol Yemek SSK
Published in
7 min readFeb 28, 2015

--

Çanakkale’de 21 yaşında şehit düşen Teğmen İbrahim Naci’nin cephe gerisinde tuttuğu ve bulunursa evine gönderilmesini vasiyet ettiği günlükleri yaklaşık yüz yıl sonra gün yüzüne çıktı.

General Tadamichi Kuribayashi’nin Mektupları

Iwo Jima ismiyle bilinen, Japonya ana karasının 1200 km güneyinde yer alan küçük ada, 16 Şubat 1945–26 Mart 1945 tarihleri arasında İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği bir dönemde tarihî bir savaşa şahitlik etmiştir. Adanın Pasifik Okyanusu’nda bulunması ve Japonya’ya yakın olmasından dolayı Amerika Birleşik Devletleri’nin adayı üs olarak kullanmak istemesi adanın önemini daha da arttırmış. Adanın işgal edilmeye başlanması ile birlikte İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan zaiyatının Japon zaiyatını geçtiği tek cephe Iwo Jima cephesi olmuş. Bu kanlı kara savaşı, Amerikan Deniz Kuvvetleri’ne karşı dayanamayan Japon kuvvetlerinin yenilgisi ile sonuçlanmış. Iwo Jima adasının ve savaşının tarihî açıdan sembol olabilecek bir durumda olduğunu ve savaşın gidişatını etkileyen bir konumda olduğunu söyleyebiliriz.

Tarihi ile birlikte yaklaşık yarım asır sonra bile adanın temsil ettiği ideolojinin halen yaşadığını, adanın 2006 yılında iki ayrı filme konu edilmesi ile görebiliyoruz. Letters from Iwo Jima (Iwo Jima’dan Mektuplar) ve Flags of Our Fathers, (Atalarımızın Bayrakları) Amerikalı yönetmen Clint Eastwood tarafından aynı yılda hazırlanan, aynı tarihi dönemi ve adayı anlatan iki ayrı sinema filmi.

Letters from Iwo Jima, temel olarak savaşı anlatan ama odak noktasında insanın olduğu bir yapım. Film, Amerika’da yetişmiş ve ülkesine geri dönmüş Japon subay General Tadamichi Kuribayashi’nin ve çevresindeki askerlerin mektuplarının adada uzun zaman sonra arkeolojik kazılar esnasında toprağa gömülü vaziyetteki bir çuval içinde bulunması ile başlıyor. Savaşa hazırlanan, savunmasını güçlendirmeye çalışan Japonya ile teknoloji bakımından güçlenmiş Amerika’nın genel durumlarının bir özeti adeta bu ada içine hapsolmuş Japon askerlerinin gözünden anlatılıyor. Bu filmin en önemli özelliği ise sıklıkla sıcak çatışmalar yaşanan savaşın cephe ve çarpışma boyutunu değil de ağırlık olarak geride kalan askerlerin savaş sırasındaki psikolojilerini anlatması. Mağara içlerinde savunma taktikleri hazırlayan, emrindeki askerlerin umutsuzca bekleyişlerine karşı elinden çok fazla bir şey gelmeyen komutanın notları da bir devrin anatomisinin çıkartılmasına yardımcı oluyor.

Bir Clint Eastwood filmi: Letters from Iwo Jima

Filmin yönetmeninin aynı yılda hazırladığı bir diğer film olan “Flags of Our Fathers” ise “Letters from Iwo Jima” ile anlatım tarzı olarak taban tabana zıt bir konumda bulunuyor. Amerikan savaş tarihinde önemli bir öneme sahip olan “bir tepeye bayrak diken askerler” fotoğrafı bu ikinci filmin genel çerçevesinin ne gibi duygularla çizildiği hakkında bize fikir veriyor. Birinci filmin odak noktası “insan” iken ikinci filmin odak noktası ise “kahramanlık”. Bu açıdan ikinci filmin bir zaferi anlatması hasebiyle sınırlı bir kesime hitap ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kahramanlıkların hamasi duygularla süslenerek anlatılması daha çok milliyetçilik fikrini besleyen bir yöntemdir. Fakat insanın temel alındığı anlatılar, olaylara bir adım geriye çıkarak bakmayı ve büyük fotoğrafı görebilmemizi sağlayabiliyor. Aynı yönetmenin, aynı yıl hazırladığı bu iki filmden Flags of Our Fathers, Amerika’da çeşitli ödüllere layık görülürken, Letter from Iwo Jima’nın göz ardı edilmesi, bu anlatımların ne gibi etkileri olduğu veya neye hizmet ettikleri hakkında bize ufak bir ipucu verebilir.

Aynı yönetmenin diğer filmi Flags of Our Fathers

Bu ve bunun gibi yapımların varlığı ise zihnimize ister istemez, ‘yaşadığımız topraklarda geçmişte meydana gelen bazı hadiseleri biz de çeşitli projelerle anlatamaz mıyız’ sorusunu akla getiriyor. Çok fazla geriye gitmemekle birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda bulunduğumuz cephelerdeki olaylar ve İstiklâl Savaşı, gayet tabi farklı anlatımlar ile sunulabilir. Burada önemli olan ise bu projelerin ne şekilde sunulacağına karar vermektir. Letters from Iwo Jima filmini diğerinden daha önemli hale getiren hiç şüphesiz bir komutanın tutmuş olduğu notlar temel alınarak hazırlanmasıydı. Mektuplardan veya günlüklerden yola çıkılarak hazırlanan projelerin en büyük avantajı ise anlatılan hadiseler hakkındaki birçok ipucunun kurgu olmamasıdır. Günlüklerdeki gerçek tarih kurgusal tarihten daima bir adım öndedir.

Teğmen İbrahim Naci’nin Çanakkale Günlüğü

Şehit Teğmen İbrahim Naci

Ülkemizde son zamanlarda tarihe olan ilginin artması ile birlikte tarihimizle alakalı notlar, mektuplar, günlükler gibi kaynakların gün yüzüne çıkması artmış durumda. Bunların içinde savaşlara ait cephe notları olduğu gibi sistemli bir şekilde savaşla birlikte dönemin insanını ve çevreyi daha iyi algılamamıza yardımcı olacak günlükler de mevcuttur. Bunlardan şüphesiz en önemlilerinden biri Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale cephesinde, 21 yaşındayken şehit düşmüş Teğmen İbrahim Naci’nin günlüğüdür. Çanakkale tarihçisi ve koleksiyoneri Seyit Ahmet Sılay’ın vesilesi ile ortaya çıkan bu günlük, İbrahim Naci’nin akrabası Pelin Örnek Hanımefendi tarafından bu güne kadar korunmuş. 2012 yılında Sılay’a ulaştırılan günlüğün Osmanlıca’dan Latin harflere çevirisi Dr.Lokman Erdemir tarafından gerçekleştirilmiş.

İbrahim Naci’nin “Gelibolu Muhaberâtı Hâtırâtı” olarak başlığını attığı bu günlük, İstanbul’dan 24 Mayıs 1915 tarihinde yola çıkması ile başlayan, 21 Haziran 1915 Gelibolu’da şehit düştüğü tarihi içine alan 29 güne ait notları kapsıyor. Defterin kapağına ailesinin ikametgâh adresini yazan İbrahim Naci, defterin kim tarafından bulunursa bu adrese postalanması da not olarak düşmüş.

Genel olarak günlüğün anlatım tarzına baktığımızda İbrahim Naci, savaştaki hadiseleri aktarmaktan çok, kendi duygularını ve düşüncelerini kaydetmeyi tercih etmiştir diyebiliriz. Kronolojik olarak hangi tarihte nerede bulunduğunu da yazması araştırmacılar için yazılan tarihte o sıralarda neler olduğunu da tespit edebilmek açısından önemlidir. Günlüğü de diğer bazı günlüklerden önemli hale getiren en önemli unsur da hiç şüphesiz cephe arkasında yaşananlar kayıt altına almasıdır. Öyle ki satır aralarında bir tepeden hüzünlü ve İstanbul’u özleyen gözler ile Gelibolu’ya bakan Naci’nin yanında, yolda karşılaştığı çeşitli kasabaları gezen, pazardan alışveriş yapan bir Naci ile de karşılaşabiliyoruz. İlk günlerde yol, yemek, çevre ile ilgili notları okurken şehit olduğu gün yaklaştıkça vazifesini yapmak için cepheye gitmeye sabırsızlanan bir teğmenin psikolojisinin yansımalarını okuyoruz.

Yolda yaşadığı hadiseler yanında en dikkat çekici konunun başında ise yemek geliyor. Sadece komutanların değil askerlerin de yemek durumlarının iyi olduğunu çeşitli yerlerde belirten Naci bu durumu kısaca şu şekilde özetliyor: “İaşe ise pek mükemmeldi. Asker bazen günde üç defa yemek yiyordu.” Cephedeki asker-komutan ilişkisini iyi gözlemleyen Naci, İstanbul’dan çıktıktan sonra Çanakkale yolunda savaş durumundaki bir devletin halkını da gözlemlemeyi ihmal etmemiştir. Kamçı gibi çarpan şiddetli bir yağmur altında kırık taşla, çamur dolu sokaklardan geçerken dar pencerelerden uzanan irili ufaklı pek az insanda üzüntü belirtileri gördüğünü söyleyen teğmen, artık güçten düşmüş, savaştan yorulmuş halkın askerlere olan genelleme yapmamak şartıyla kayıtsızlıklarını da içine sindirememiştir. İstanbul’un 6–7 saat mesafesindeki bir şehre bile günlük gazete gönderemediği örneğinden memleketin acizliğini anlatan İbrahim Naci’nun umutsuzluğu ile birlikte vatan sevgisini de içine alan cepheye gitme istediği artık son günlere doğru artmış durumdadır. Bunu şu duygu dolu ifadeler ile anlatır: “Ben ki, kalbimde senelerden beri vatanım, memleketim için büyük bir aşk beslemiş, fikrimde onun yükselmesi için senelerce neler düşünmüştüm. Kalbimi yokladım. Acaba bu aşk, bu sevgi sönmüş müydü? Hayır!.. Ona daha büyük bir muhabbet ile coşmuş bir halde buldum. Fakat bu korku neydi? Anladım! Bu düşmanı görmeden onunla boğuşmadan memleket için, millet için didinmeden ölmekten korkuyordum.” Hüznü ve unutulma korkusu vefat edeceği tarihe yaklaştıkça artmış, bir taraftan da ailesini ve sevdiklerini düşünmeye, özlemle yâd etmeye başlamıştır.

29 Haziran 1915 tarihi geldiğinde, günlüğünün yirmi dokuzuncu gününe ait kayıtları tutmaya başlayan İbrahim Naci sabah saat 7’de şu notu yazar: “Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz. Allah hayreylesin…” Bundan sonraki son notunda ise “İ.Naci” imzasını günlüğünün girişinde ailesinin adresini belirttiği sayfalar haricinde hiç kullanmayan teğmen, girdiği muhaberede şehit olacağını adeta hissetmiş, veda eder gibi imzasını atmıştır:

Saat 11.00.

Muhabereye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor… Şimdi birinci onbaşım yaralandı.

Allah’a ısmarladık.

11.15… İ.Naci

Şehit Teğmen İbrahim Naci’nin notundan sonra, onun şehit olması üzerine muhtemelen geride kalan eşyası arasındaki günlüğü bulup okuyan bölük yüzbaşısı Bedri Efendi’nin, kendi el yazısı ile Naci hakkındaki duygularını yazdığı “hamiş”i virgül ile bitmiş ve tamamlanamadan yarıda kalmıştır. Bölüğün yüzbaşısı da hamişi virgüle kadar yazarak 1 Temmuz 1915 tarihinde şehit düşmüştür. Bedri Efendi’nin şehadeti anlatan son kısa notu tabur imamı ve kâtibi yazmış, beraberce imzalamış, günlükteki ikinci şehidi de bu şekilde haber vermişlerdir.

Duyguları ile birlikte hüznü bırakmadan not tutan İbrahim Naci’nin bu günlüğünün Seyit Ahmet Sılay’ın vesilesi ile elimize ulaşması, kitap halinde sunulması bizim için ayrıca mutluluk ve iyi bir fırsattır. Tarih bilinci oluşturmak maksadıyla en başta okullarımızdaki öğrencilerin ve ilgililerin bu kitabı incelemesi ve okuması gerektiğini düşünüyorum.

Temenni

Özellikle son yıllarda ülkemizdeki tarih ilmi ile ilgili çalışmaları göz önüne aldığımızda ve özelde savaş günlüklerinin yeni yeni ortaya çıktığı düşünülürse, yaşadığımız topraklarda meydana gelen hadiseleri hali hazırdaki ve gelecekteki nesle anlatmayı denemekte gecikildiğini söyleyebiliriz. İbrahim Naci’nin bu günlüğü ile birlikte bu topraklarda geçmişte ne gibi badireler atlatılarak bu günlere gelindiğine dair “insan” hikâyelerinin, modern toplumun tarihe olan bakış açısına büyük katkı sağlayacağı inancını taşıyorum. Elbette bu temenni, sinema vasıtasıyla daha geniş kitlelere ulaşabilecek bir konumda olabilir. Kaldı ki en başta “Letters from Iwo Jima” örneğinde de belirttiğim üzere savaşların arka planlarında yaşananları anlatmanın daha iyi hizmet edebileceği düşüncesindeyim. Tarihi gerçekleri insaf dairesinde değerlendirmek ve ideolojik kutuplaşmaya mahkûm bırakmamak şartı ile günümüz teknolojisi ve kaynakları ile bu daha mümkün hale gelebilir. Bu vesile ile vatan uğruna hizmet eden tüm gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle yâd ediyorum.

Bu yazı Ayraç dergisinin Ağustos 2013 tarihli 46.sayısında yayımlanmıştır.

--

--

Bekir Arslan
Yol Yemek SSK

I’m a data and analytics professional who help product teams to use data science to drive better insights and growth.