Cinayet: Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki

Oğulcan Bildik
Zeitgeist Dergi
Published in
5 min readOct 13, 2019
Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki’nin cenaze töreni, 27 Mart 2008

Toplumumuzu derinden sarsmış ve toplumsal hafızamızdan uzun müddet silinmemiş, belki de hiçbir zaman silinmeyecek cinayetleri, arkaplanlarını ve işleniş biçimlerini araştırarak sizlerle paylaştığım serimin ilk bölümünde Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki’nin, kızı Başak Aydıntuğ tarafından öldürülüşünü işleyeceğim. Cinayet dediğimiz zaman genellikle toplumumuzun gözünde oluşan katil tiplemesi her insanda benzerlik gösterir. Sosyokültürel olarak belirli bir seviyenin altında, ekseriyetinin eğitim seviyesi düşük ve ekonomik sınıf olarak düşük-orta gelirli bir profil oluşuverir. Ancak 24 Mart 2008 tarihinde, Ankara Beysukent’te işlenen bir cinayet toplumumuzun bu algısını yerle yeksan ettiği gibi büyük bir şoka sebebiyet vermişti. Bu şokun bir çok sebebi vardı. Birincisi, katilin, maktulün öz kızı olması. İkincisi, katilin Bilkent gibi prestijli bir üniversitede hukuk bölümü okuyor olması. Üçüncüsü ise profesör bir anne-babanın üstüne titrenerek yetiştirilmiş bir kızı olmasıydı. Klasik “töre cinayeti”, “eski koca vahşeti” tarzı cinayetlere maalesef ki alışmış hale gelen toplumumuzun atmayı oldukça sevdiği “eğitim şart! cehaletten oluyor bunlar!” sloganlarını sürekli dillendirenler, bu cinayette sus pus olmuşlardı. Pek tabii olayın hemen ardından gazetelerimizin ve haber ajanslarımızın pek sevdiği “Satanist kız annesini kesti”, “Şizofren dehşet saçtı” minvalindeki manşetlerini esirgememişler, katil Başak Aydıntuğ’un bu cinayeti neden ve hangi psikolojiyle işlediğini göz ardı ederek topluma taşlatmışlardı. Cinayetin üzerinden on yıldan uzun bir süre geçmişken bu cinayeti bütün yönleri, geçmişi ve geri plandaki hikayesinin araştırılıp toplumla paylaşılması gerçekten zaruri bir durumdu.

Başak Aydıntuğ, Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki ve Prof. Dr. Semih Aydıntuğ çiftinin tek çocuğuydu. Olcay hanım, oldukça disiplinli bir akademisyen ve hırslı bir insan olmakla beraber katı kurallara sahip bir insandı. Eşi Semih Aydıntuğ, onun “kara bir öfke” sahibi olduğunu belirterek öfkelendiğinde gözünün hiçbir şey görmediğini, onu durdurmanın imkansız olduğunu belirtmişti. Başak henüz dört yaşındayken ciddi bir psikiyatrik problem olan uyku bozukluğundan muzdaripti. Her ikisi de doktor olan çift, bunun psikiyatrik yardım gerektiren bir durum olduğunu biliyor olmalarına rağmen Başak’ı psikiyatrik tedaviden yoksun bırakmışlardı. Semih Aydıntuğ, bunun nedeninin Olcay Hanım’ın kara öfkesi olduğunu söyler. Zamanında psikiyatri kliniğinde asistanlık yapmış olan Olcay Hanım, Semih Aydıntuğ’un bütün ısrarlarına rağmen “Sen kızımı damgalamak istiyorsun” diyerek karşı çıkar ve Başak’ın tedavi görmesine engel olur. Bu şekilde Başak, son derece yoğun bir çiftin çocuğu, aşırı katı ve kuralcı, öfkeli bir annenin kızı olarak yaşamına devam eder. Zamanının büyük çoğunluğunu öğretmen emeklisi olan babaanne ve büyükbabasının yanında geçirir. Pek tabii, bunun da Başak’ın profilinin şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. Çünkü büyükbaba ve babaanneler torunlarını çok sevseler de onlara bir anne-baba olarak yaklaşamaz ve gerektiği şekilde kural koyamazlar.

Başak Aydıntuğ’un cinayetin ardından çekilmiş bir fotoğrafı, boynunda kesi izleri görünüyor.

Başak, lise çağına eriştiğinde anne-babası ardı arkası kesilmeyen kavgalar eder, Başak’ın deyimiyle Olcay Hanım o esnada eline ne geçirirse fırlatırmış. Ancak pek de uzun olmayan bir sürenin sonunda Semih Aydıntuğ, eşini aldatınca çift sancılı bir boşanma süreci geçirir. Bu süreçte başarılı bir avukat tutan Olcay Hanım, Semih Aydıntuğ’dan yüklü bir tazminat alır ve Semih Aydıntuğ mal varlığının neredeyse tamamını kaybeder. Bu, çiftin birbirine telafisiz bir kin tutmasına sebep olur ve çift tek ortak noktaları olan Başak’la ilgilenemez. Bu dönemde Başak, anne-babasını birbirine karşı kullanmayı çok iyi öğrenir, TED kolejinde, dersleri oldukça iyi bir lise ikinci sınıf öğrencisiyken derslerini ikinci plana atmaya başlar. Çünkü aile kutuplara bölünmüştür ve Başak bu kutupların arasında sıkışmıştır. Babannesi, Olcay Hanım’ın çok meşgul olmasından dolayı “kızına annelik etmeyi becerememesinden” yakınır. Emekli bir avukat olan anneanne Lütfiye Hanım ise, Başak’ın baba evinde annesine ve kendisine karşı doldurulduğunu düşünür, bu yüzden Başak’a “torun” değil, “eski damadının kızı” gözüyle bakmayı tercih eder. Katı ve kuralcı bir kadın olan Olcay Hanım, Başak’a “seni adam edeceğim” diyerek dayattığı kurallarla nefes aldırmaz. Bütün bunların üzerine Semih Aydıntuğ’un başka bir kadınla ilişkiye başlaması ve Başak’ın “Baban yeni eşinden çocuk sahibi olacak ve sen ortada kalacaksın” minvalindeki dedikodulardan etkilenmesi, onun baba evinde de huzursuz olmasına yol açar. Yani Başak annesinin, anneannesinin, babasının ve babaannesinin evinde kalabiliyor olmasına rağmen, hiçbir evde huzuru bulamaz ve bir tanesine bile “evim” diyemez. Bu hengamede Bilkent Üniversitesi’nin Hukuk bölümünü kazanan Başak, derslerini tamamen boşlar. Pek tabii bu, çok katı ve hırslı bir kadın olan annesiyle iyice arasının açılmasına sebep olur. Halihazırda Semih Bey’e olan nefretini kısmen Başak’tan çıkaran Olcay Hanım ve kızı arasındaki ilişki kavgalar ve tartışmalardan öteye gidemez hale gelir. Başak bu dönemde çeşitli psikiyatristlere gitse de hiçbirinden verim alamaz ve kendisine reçete edilen ilaçları oldukça düzensiz bir şekilde kullanmaya başlar. Günde maksimum iki doz kadar alınması gereken Paroksetin etkin maddeli ilacını günde sekiz-dokuz doz aldığı veya hiç almadığı olur ve bu kontrolsüz davranışlara, saldırganlığa ve öfke krizlerine yol açar. Olayın vuku bulduğu gece eve geldiğinde annesi ona “Yine kimin koynundan geliyorsun?” minvalinde sorularla hakaret eder, “Otur da ders çalış, gerizekalı, böyle hukuk fakültesi değil, açıköğretim bile bitmez” diyerek hakaretlerine devam eder ve tartışma böylece sürer. Daha sonra Olcay Hanım, uyumak için odasına çekilirken, Başak mutfaktan bir bıçak alır, henüz uyumamış olan Olcay Hanım’a saldırır, kısa bir boğuşma esnasında her ikisi de ellerinden yaralanırken Olcay Hanım’ın yatağa düşmesiyle Başak, bıçağı annesinin boynuna sürmeye başlar ve onu bu şekilde öldürür. Hemen ardından bıçağı kendi boğazına sürse de, kendi deyimiyle “annesinin soyunun tükenmemesi” için kendisini öldürmekten vazgeçer. Cesedi bir süre izledikten sonra bıçağı balkondan atar ve kanlı elbiseleriyle komşusunun kapısını çalarak evlerine hırsız girdiğini, annesini öldürdüğünü söyler. Evde inceleme yapan Jandarma, kapı veya pencerelerde bir zorlamaya rastlamaz, bunun üzerine Başak gözaltına alınır ve sorgusunda cinayeti itiraf eder. Türk Ceza Kanununun 82/1 (d) maddesi uyarınca, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına” çarptırılır.

Başak Aydıntuğ, cezaevine sevk ediliyor.

Cezaevine sevk edilirkenki görüntülerinde objektiflere makyajlı yakalanmasından ötürü gazetelere “psikopat”, “ruh hastası” manşetleri atılır. Başak ise cezaevinin ona “cennet” gibi geldiğini, sanki zincirlerinden kurtulduğunu söyler. Olcay hanımın her ne kadar “kendi katilini doğurduğu” söylense de, Olcay hanım her bebek kadar masum bir kız çocuğu dünyaya getirmiş, ancak bu kız çocuğunun kendi katili olarak şekillenmesinin en büyük psikolojik nedenlerinden birisi haline gelmişti .Esasında, ailesi Başak’a hayatı öyle bir cehenneme çevirmiş ki, cezaevi bile ona cennet gibi gelmiş. Gerçekten, bu trajik olaydan pedagojik olarak çıkarılacak bir çok ders var. Tek ve yegane sevgi kaynağı olan aileden beklenen sevgiyi ve mutluluğu göremeyen çocuklar, ya kendisini mutsuz edenlerden intikam alıyor, ya da mutlu olabilecekleri düşündüğü yanlış yollara bir şekilde sapıyorlar. Başak’ın böyle bir durum yaşadığı, üstüne bütün aile fertlerinden ağır sözler işitip hakaretlere maruz kaldığını düşünürsek, bu cinayetin ani bir cinnetle oluşan veya birtakım gazetelerin iddia ettiği gibi “satanist, şizofren, psikopat” kızın haz alarak gerçekleştirdiği anlık bir cinayet değil, Başak’ın dört yaşından itibaren ailesi tarafından sıkıştırıldığı bu psikolojik burhanın kaçınılmaz neticesinin vuku bulmasıdır yalnızca. Sonuç olarak işinde kusursuz bir profesör hayatını kaybetmiş, belki ileride başarılı bir hakim, savcı veya avukat olacak Başak ömrünün tamamını hapiste geçirmek üzere Sincan Cezaevine gönderilmiş, geriye ise toplumumuzun hafızasından asla silinemeyecek, ancak bir çok ders çıkrabileceğimiz bu acı olay kalmıştır.

--

--