Doğu Roma’da Ortodoks Hristiyanlığın Tarihsel Gelişimi

Oğulcan Bildik
Zeitgeist Dergi
Published in
18 min readSep 10, 2019
  1. Hristiyanlaşan Roma İmparatorluğu

Ortodoksluğun zeminleri M.S 4. yüzyıla dayanmaktadır. Büyük kan kaybetmiş, iç ve dış savaşlar, çift başlı yönetim, rüşvet, toplumsal yozlaşma ve dinsel kargaşa Roma İmparatorluğu’nu güçsüz bir hale sokmuştur. Büyük Konstantin, (I. Konstantin) bir dizi iç savaştan sonra doğu ve batı olarak bölünmüş Imperium Romanum’un mutlak hakimi haline gelmiştir. Fakat bu mutlak hakimiyeti sağlamak için savaşları kazanması yeterli olmayacaktır. Çünkü Roma köhnemiş, yozlaşmış bir şehir haline gelmiş, rüşvet, ahlaksızlık, gıda sorunu, hastalıklar gibi birçok unsurla sarılı bir şehir haline gelmiştir. Romalılar arasında barbar nüfuzunun artmış olması, Roma ordusunda Cermen, Galyalı ve Illyrialılar başta olmak üzere birçok barbar Roma ordusunda ve devlet hiyerarşisinde önemli yerlere gelmişler, ve yine bu kavimlere mensup olan paralı askerler Roma ordusunda çok büyük güç sahibi olmakla beraber Roma hazinesine büyük bir yük oluşturmaktadırlar. Aynı zamanda yıllar önce çarmıha gerilmiş olan Nasıralı İsa’nın havarileri tarafından yayılmış öğretiler Imperium’un her köşesinde hatrı sayılır kitleler tarafından kabul edilmeye başlanmıştı. Fakat bu topluluklar Romalılar tarafından sürekli takibat altına alınarak katlediliyor, çarmıha geriliyor veya dövülerek dinlerinden dönmeye zorlanıyorlardı. Bunun en meşhur örneklerinden birisi, muhtemelen katledilenler arasında Aziz Paulus’un da bulunduğu, Nero’nun M.S 64 yılındaki Hristiyan takibatıdır. Bütün bu karışıklıkları bitirmek isteyen Konstantin’in yaptığı icraatler gayet isabetli kararlardır. Sasaniler ile olan mücadeleler, Tuna üzerinden akın akın gelen barbar kavimler, Nasıralı İsa’nın öğretilerine iman edenlerin özellikle Yahudiye Eyaleti ve Anadolu’da çoğunlukta olmaları, Imperium’un doğu bölgesindeki iktisadi gücün giderek artması ve Imperium’un bölündüğü zamanlarda Doğu’nun büyük güç elde edip barbarlar tarafından daha az baskı altında olması Imperium’un eksenini ister istemez doğuya kaydırmıştır. Daha önceden bölünen Imperium Romanum’un doğusuna hükmedenler Nikomedeia (İzmit) şehrine hüküm sürseler de Konstantin bu düzeni kökünden değiştirecek bir hamlede bulunarak Boğaziçi kenarındaki eski Grek kolonisi Byzntion’u büyüterek devletin başşehirliğine yükseltmek suretiyle Imperium’a doğuda kuvvetli bir devlet merkezi vermiş oldu. Şehrin inşaası, Konstantin’in iktidar sahasını doğuya teşmil eden Licinius’a karşı kazanılan zaferden sonra, 324 yılı kasım ayında başladı ve kısa zaman sonra, 11 mayıs 330 tarihinde yeni başşehir törenle açıldı. Ancak pek az bir şehir tesisi dünya üzerinde buna benzer bir önem taşımıştır. Yer dahiyane ve keskin bir görüşle seçilmiştir. İki kıtanın sınırında, kıyıları doğuda Boğaziçi, kuzeyde Haliç, güneyde Marmara denizinin sularıyla yıkanan, kara cihetinden sadece bir tarafından ulaşılabilmesi kabil bu yeni şehir başşehir emsalsiz bir stratejik ve ticari mevkiye sahip bulunuyordu. İleride Konstantin’in adıyla Konstantinapolis olarak anılacak olan bu şehir Roma’nın sahip olduğu bütün yetkilerle donatıldı, kendine ait bir senatosu dahi oldu. Roma’nın önemi ve nüfusu gittikçe gerilerken yeni başkent önüne geçilemez bir şekilde büyüdü. Kuruluşunun üzerinden daha yüz yıl dahi geçmeden Roma’dan fazla bir nüfusa sahip oldu. Konstantinapolis zeki bir adamdı, Imperium üzerinde gittikçe artan Hristiyan nüfuzunu kabullendi. Yeni başkentin inşaat halindeyken dahi bir Hristiyanlık havasına girdiği anlaşılmaktaydı. Ahalisinin büyük kısmının ana dili de Pagan Romalılar’ın dili olan Latince değil, Hristiyanlığı büyük ölçüde benimsemiş olan Yunanların dili, Grekçe idi. Nüfusun büyük kısmını da Grekler oluşturuyordu. Konstantin’in din ile olan ilişkisi halen karmaşasını korumaktadır. Bazılarına göre Konstantin, hristiyan değildir, fakat zeki bir adam olmasından dolayı hristiyanlığı sadece siyasi nedenlerle himaye etmiştir. Bazılarına göre Konstantin, hristiyanlığı kabul etmiş imanlı birisidir. Bazıların göre ise Konstantin ölüm döşeğinde vaftiz edilmiştir. Konstantin’in pagan mı yoksa hristiyan mı olduğu konusunda kesin bir delilimiz yok, çünkü kendisi yeni başkentini hem pagan unsurlarla süslerken hem de Ayasofya Kilisesi’ni inşaa ettirmiş ve topraklardaki Hristiyanların can ve mal güvencesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra 379 yılına kadar Konstantin ve onun halefleri, Pontifex Maximus ünvanını bırakmamışlardır. Kurduğu şehir ise halen Ortodoksluğun başşehridir. Aynı zamanda kendisi “İlk Hristiyan İmparator” sıfatına sahiptir. Ortodokslar, Katolik ve Protestanların aziz olarak kabul etmediği birçok kişiyi aziz ilan ederler, bunların birçoğu Basileia ton Rhomaion’un Basileus’larıdır. Ortodoksların aziz olarak kabul ettiği kişilerden birisi de Büyük Konstantin’dir.

2. Devlet-Kilise İttifakı, Dini Problemler

Bir Ortodoks kilisesinin tavanı

Konstantin’in temeline ilk taşı koyduğu devlet ile kilisenin ittifakı her iki tarafa da büyük kazanç sağlamıştır. Fakat her iki tarafı da aynı zamanda tamamiyle yeni güçlükler ile karşı karşıya bıraktı. Imperium Romanum hristiyan dininde kuvvetli bir ruhi birleştirici kuvvet ve imparatorluk mutlakiyeti güçlü manevi bir destek buldu. Kilise ise devletten zengin maddi araçlar elde etti. Gerek misyonerlik faaliyetinde ve gerekse kilise aleyhindeki akımlarla mücadelede devlet tarafından desteklendi, fakat bu sebeple de onun vesayeti altına girmiş oldu. Kilise ile kaderini birleştirmiş olan devlet ise kilise partilerinin sonsuz anlaşmazlıkları içine çekilmiş oldu. İnanç mücadeleleri kilisenin iç işleri olmaktan çıktı, politik motiflerle çapraşıklaşan bu mücadeleler sadece kilisenin değil aynı zamanda devletin gelişmesinin de önemli bir parçası halini aldı. Bu arada devlet halefleri her zaman kilisenin gayeleri ile uygun düşmemekteydi. Kilise ile devletin işbirliği çoğu zaman bu iki kuvvet arasında rekabet ve münaferet doğurmaktaydı. Bütün bu tür durumlar devletin kilise mücadelelerine katılması, siyasi ve dini gayretlerin birbiri içine girmesi, kilise ve devlet arasında işbirliği ve aynı zamanda rekabet ve münaferet daha Konstantin zamanında belirdi. İznik konsilinin kararı ile arianismus, dünya üzerinden kaldırılmış değildi; muhalif partinin gücünü önce iyice takdir edilmemiş görünen imparator, taktiğini değiştirerek Arius’un kilise cemaatine kabul edilmesini zorla sağladı. Ancak bu yüden ortodoks ruhani sınıfla herşeyden önce, 328 yılından beri İskenderiye psikoposluk makamına sahip olan ve sürgünden sürgüne atılarak hayatının sonuna kadar (373) ortodoksluk mücadelesinde ısrar eden büyük Athanasios ile ihtilafa düşmüş oldu. İnanç sorunu yüzünden Konstantin’in oğulları arasındaki anlaşılmazlık sertleştiği gibi devletin iki yarısı arasındaki ayrılık uçurumu da derinleşti. Devletin doğu yarısında hüküm süren Konstantios aryanizmi kabul etti. Batıda hüküm sürmekte olup çok erken öldürülen Konstantinos ile genç Konstans ise İznik inancını desteklediler. 343 yılı sonbaharında devletin iki yarısının sınırındaki Serdica’da toplanan konsil bir barış sağlayamadı. Ağabeyi öldüğü için şimdi batının bütününe hakim olan küçük kardeşin üstün kudreti Konstantios’u uzlaşmaya ve kovulmuş olan ortodoks psikoposları makamlarına iadeye zorladı. Bunun üzerine siyasi bakımdan mağlup olmuş bulunan aryanilik iki fırkaya ayrıldı: kendilerine semiarianistler denilen grup, baba ile oğul arasında mahiyet aynılığı olmasa da mahiyet benzerliği kabul ederken, aryanilerin cezri grubu Eunomios etrafında toplanarak eskisi gibi baba ve oğul’un mahiyet bakımından tamamen birbirinden ayrı olduğu inancını temsil ediyordu. Bu sırada Konstans putperest zorba (tyrann) Magnus Magnentius ile yaptığı bir mücadelere maktul düşüp (350) Konstantios aynı zorbayı çok kanlı bir savaş sonunda mağlıp edince (351) durum tersine döndü. Doğu imparatorunun zaferi devletin doğu yarısının önemini yeniden belirtmişti. Babasını örnek alarak Konstantios, Konstantinapolisin Roma ile kanunlar bakımından eşitliğini tesise gayret etti ki bu fiilen eski ve yarı putperest Roma’nın yeni hristiyan başşehir tarafından geriye itilmesi anlamına gelmekteydi. Konstantios’un Roma’ya yaptığı bir ziyaret eski dünyanın inkırazını sembolize eden bir eyleme sahne olmuştur: İmparator Roma senatosunun toplantı salonundan Victoria mezbahını kaldırtmıştı. Konstantios’un zaferi aynı zamanda aryaniliğin zaferi anlamını taşımaktaydı. İmparatorun iradesi devlete olduğu gibi kiliseye de kayıtsız şartsız hakim olacaktı. Başında İskenderiye psikoposu Athanasios’un bulunduğu muhalefeti ezerek Sirmium ve Rimini synod’larında aryaniliği devlet inancı olarak ilan ettirdi (359). Bunun üzerine semiaryanistler arasında da bir bölünme oldu. Bunların arasındaki ılımlılar muhalefete geçerek zamanla İznik taraftarlarına yaklaştılar; diğerleri ise Eunomios taraftarları ile birleşerek imparatorun başkanlığında hakim olan dini parti haline geldiler. Aryaniliğin Roma-Bizans devleti içinde bu geçici zaferlerinden daha büyük bir önemi ise Gotların hristiyanlığa kazanılmaya başlamalarının aryani inancın üstünlüğü zamanına tesadüf etmesi ve bu sebeple Germen kabilelerinin bu yeni inancı aryani şekliyle benimsemiş olmalarıdır. İncil’i germenceye tercüme eden Ulfila 343 yılında İzmit’in aryani psikoposu Eusebios tarafından takdis edilmiş olup, Bizans’da aryaniliğin çökmesinden çok daha sonraları da Germen kabilelerin çoğu aryani bağlılıkta ısrar etmişlerdir. Konstantinos devrindeki dini kaynaşmanın yerini Iulianos (361–63) idresinde putperestlik reaksiyonu aldı. Bu suretle Basileia ton Rhomaion kültür gelişmesinin en özlü sorunlarından biri olan eski kültürün yeni inanç ile bir arada yaşaması problemi en şiddetli kriz devresine girmiş bulunuyordu. Kaybolup gitmekte olan dünyanın sihri, bu dünyanın sanatı, aydınlığı ve hikmetine karşı duyduğu ihtiraslı sevgi Konstantinos hanedanının bu son temsilcisine karşı savaş açtırdı. Hristiyan kilise fırkalarının tatsız mücadeleleri onun teşebbüsüne başarı vaadeder gibi idi. Putperestler sayı bakımından özellikle devletin batı yarısında bilhassa Roma’da hala kuvvetli oldukları gibi, geniş ölçüde barbarlaşmış ordunun büyük kısmı da putperest idi. Bu durumda hristiyanlığa ihanet edenlerin sayısı da az değildi. Fakat Iulianus’un hristiyan düşmanlığı güçlü bir hareket doğurmaya muvaffak olamadı. Yeni inanca karşı mücadelesinde imparator bizzat mensup olduğu neoplatonik filozof ve hatipler zümresinin putperest yüksek tabakasının sözcüsü olmakla kaldı. Devletin doğu yarısında ve özellikle kendisine merkez seçtiği Antakya’da devletin doğu yarısında ve özellikle kendisine merkez seçtiği Antakya’da imparator sadece hayal sukutlarına uğradı. Harekete geçirdiği reaksiyon teşebbüsünün dermansızlığı, onun yeni putperest ruhani sınıfı organize etmeye çalışırken Hristiyan kilise teşkilatını kopya etmesinde, özellikle belirtmektedir. Eski putperest kült ayinlerini tekrar canlandırmak için sarfettiği gayretler ve ilahlara şahsen kurban takdim etmesi sadece hristiyanlar arasında müstehzi bakışlar yaratmakla kalmıyordu. Eskiye eski olduğu için tapınırcasına düşkünlük gösteren, yeni ile yeni olduğu için mücadele eden her reaksiyon gibi onun teşebbüsü de akim kalmakta mahkumdu. İran’a karşı giriştiği cesurca bir zafer sırasında bir mızrak darbesiyle ölüm derecesinde yaralanıp ordugahında ruhunu teslim eder etmez eseri de kendisiyle beraber mezara gömüldü. Onun bu çabuk başarısızlığı sadece, Hristiyanlığın zaferinde tarihi bir zorunluluk yattığını ispat etmekten başka fayda sağlayamadı. 378 tarihinde Valens’in ölümü aryaniliğin kesin bir şekilde çökmesine sebep oldu. Doğru inanç anlamına gelen ortodoksluğun zaferini, İznik krarlrını tasdik ve itimam ederek hristiyan inanç formülüne kesin ve en son şeklini veren İstanbul ökumenik konsili (381) damgaladı. İznik iman formülünün ateşli bir taraftarı olan I. Theodosios, ortodoks inancı bütün kudreti ile takviye ederek gerek putperestliği ve gerekse ayrı itikatta olan hristiyan mezheplerini acımasız bir takibata uğrattı. Ancak onun hükümeti devresinde devletin hristiyanlaşması oluşumunu tamamlamıştır. Ortodoks hristiyanlık devletin resmi dini olarak tek başına kaldı. Bütün diğer din ve inançların yaşama hakları ellerinden alındı. I. Theodosios, ortodokslar tarafından aziz olarak kabul edilmektedir.

3. Roma Kilisesi İle İlk Çekişmeler, Kristolojik Mücadeleler

Batı Roma imparatorluğunu yutan karışıklıklar içinden, barbar milletlerin oyun haline gelmiş olan eski imparatorluk başkentini yeniden ve bu sefer ruhani bir dünya merkezi haline getirecek bir kudret fışkırdı: Roma kilisesi. Hun saldırıları ve Roma’nın Vandallar tarafından korkunç bir şekilde yağmalanması devresinde en unutulmaz karışıklıklar ve devletin en korkunç sukutu olayları arasında papa Büyük Leo (440–61) Roma kilisesinin diğer bütün kiliseler muvacehesinde üstünlüğünü iddiasında kendisinden önce gelenlerin yapamadığı bir ölçüde vurgulamaya muvaffak olmuştu. Aynı zamanda kilise merkezlerinin bir üstünlük mücadelesi olan 5. yüzyılın dogmatik anlaşmazlıklarında Roma çok önemli bir rol oynadı. Aryani mücadeleleri devrinde olduğundan daha büyük ölçüde 5. yüzyılın dini ihtilafları Basileia ton Rhomaion’un gelişmesinde etkili oldular. Aryaniliğe karşı yapılan mücadelelerde oğul’un tanrılığının tamlığı ve onun baba ile mahiyet aynılığının kabul edilmesine mukabil şimdi İsa’nın içindeki tanrısal ve beşeri prensiplerin birbiriyle ilişkisi sorunu ortaya çıktı. Antakya teoloji mektebinin doktrinine göre Khristos’da birbiri yanında birbirinden ayrı iki tabiat bulunuyordu: Uluhiyyet, Meryem’in doğurduğu insan Khristos’u kendisine zarf olarak seçmişti. Meryem’in tanrı doğuran değil sadece Khristos’u doğuran olarak adlandırılması gerektiği iddiası buradan çıkmıştır. İskenderiye’nin içinde tanrısal ve insani tabiatın birleştiği Tanrı-İnsan olarak kabul eden mistik doktrini ise bu rasyonalist görüşe taban tabana zıt idi. 428 yılında Antakya’da mektebi temsilcilerinden Nestorios, Konstantinapolis psikoposluk tahtına çıkarak bu yüksek makamdan Antakya kristolojisini propagandaya başladı. Ancak İskenderiye patriği Kyrillos’un şahsında karşısına büyük ve gerek teolog ve gerekse siyasetçi olarak kendisinden üstün bir muhalif çıktı. Kyrillos’un arkasında, güçlü bir kudret teşkil eden, kendisine sadakatla bağlı Mısır keşişlik müessesesi bulunduğu gibi, Roma da İskenderiye’nin tarafını tuttu. Nestorios imparatorluk hükumeti tarafından desteklenmesine rağmen ökumenik Efes Konsilinde (481) mağlup ve rafizi olarak mahkum oldu. Kyrillos muazzam bir zafer kazanmıştı. Başkent patriğini ve onun arkasında duran imparatorluk hükumetini yenmişti. Doğu kilisesinin reisi durumuna yükseldi ve Mısır’da dünyevi iktidarını da mahalli imparatorluk temsilcilerinin üstünde tutmayı başardı. Büyük Athanasios devrinden beri itibarı durmadan yükselmekte olan İskenderiye patrikliği Kyrillos zamanında kudretinin zirvesine yükseldi. Kyrillos’un halefi Dioskoros zamanında İskenderiye önceleri aynı kudretli mevkiini korudu. İmparatorluk hükumeti mağlubiyeti kabul etmiş olup tamamen İskenderiye’nin rotasına uygun yelken açmıştı. İskenderiye partisinin Konstantinapolis temsilcisi olan arkhimandrit Eutyches sarayda pek büyük bir nüfuza sahipti. Ancak gerektiğinden fazla kuvvetlenmiş olan İskenderiye’ye karşı İstanbul ve Roma kilise makamları birleştiler. Kilise siyaseti bakımından Dioskoros ve Eutyches, Kyrillos’un en sadık havarileri idiler. Ancak dogmatik bakımdan Eutyches, Khristos’un iki tabiatının insan olduktan sonra tek ve tanrısal bir tabiat haline gelmiş olduğu iddiası ile Kyrillos doktrinini sivriltmişti. Nasıl Nestorios’da tanrısal prensip önemini kaybetmiş idiyse, şimdi de Eutyches’in iddiasında beşeri prensip haksızlığa uğramış oluyordu: Nasturiliğe karşı mücadeleden monofizit sapıklık meydana gelmişti. Konstantinapolis’de toplanan patriklik synod’unda Eutyches sapık ilan edildi ve papa Leo 1. neşrettiği meşhur tomus’unda Khristos’un tek olan vücudunda insan oluşundan sonra da tam teşekküllü iki tabiatın birbirinden ayrı tutulması gerektiği ilkesini belirtmek suretiyle, Konstantinapolis patriği ile aynı görüşte olduğunu ilan etti. Böylece İskenderiye’ye karşı üstünlük mücadelesinde Roma, Konstantinapolis ile birleşmiş oluyordu. İskenderiye partisi her ne kadar bir daha maruf Efes şekaveti synod’unda (449) Dioskoros’un başkanlığında muhalefeti zorla sindirerek monofizitlik inancını kabul ettirdi ise de, bundan sonra durum ani olarak değişti. Durumun bu değişmesiyle Theodosios II.’un ölümünden sonra (450) becerikli bir subay olan Markianos’un ölen imparatorun enerjik ablası Augusta Pulkheria ile evlenmek sureti ile idareyi ele almasında hatrı sayılır bir rol oynamıştır. Yeni imparator Markianos (450–57) 451 yılında Kadıköy’de yeni bir konsil topladı ve hristiyan kilisesinin 4. ökumenik toplantısı olan bu konsil Khristos’un iki tam teşekkül etmiş, birbirinden ayrılmaz, fakat birbirine de karıştırılamaz tabiatı dogmasını formüle etti. Monofizitlik ve nasturiliğin her ikisi de mahkum edildi. Kadıköy dogmatik formülü bir bakıma bu iki zıt doktrin arasında ortalama bir yer alıyordu çünkü Khristos hem tam bir tanrı hem de tam bir insan olduğu taktirde mümkün görünüyordu. Konstantinapolis’in kilise siyaseti bakımından kazandığı zafer dogmatik bakımdan kazandığından hiç de az değildi. Konstantinapolis’in doğu kilisesinde en yüksek mevkiye sahip bulunmak iddiası daha 381 yılındaki ikinci ökumenik konsülde formüle edilmişti çünkü bu konsil mukarreratının üçüncüsüne göre hristiyan kilisesi en yüksek derecesi Roma’daki papa yanında Konstantinapolis’deki psikoposa aittir. Roma ile müttefik olarak İskenderiye üzerinde kazanılan zaferden sonra Konstantinapolis kilisesinin iddiası kanıtlanmış oluyordu. Bu arada Konstantinapolis ve Roma kilisesinin ittifakının müşterek zaferden duyduğu sevinci kursağında bırakan bir gelişme yaşandı. Kadıköy Konsilinin meşhur 28. maddesi her ne kadar papaya birinci şeref derecesi sağlamakta ise de, aynı zamanda Konstantinapolis ve Roma psikoposlarının tamamen birbiriyle eşit olduğunu belirtiyordu. Bununla, iki kilise merkezi arasında başlamak üzere olan rekabet müjdelenmiş oluyordu. Ancak Kadıköy konsilinin aldığı kararların doğrudan doğruya ortaya çıkardığı sonuç, Basileia ton Rhomaion merkezi ile devletin doğu eyaletleri arasındaki uçurumun derinleşmesi idi. Sadece Mısır değil, Nasturi sapkınlığın bir zamanki yuvası olan Suriye de monofizitliğe katılarak Kadıköy dogmasını reddetti. Diyofizit Bizans kilisesi ile hristiyan doğunun monofizit kiliseleri arasındaki zıddıyet bu andan itibaren erken Bizans devletinin en önemli sorunlarından birisi oldu. Monofizitlik Mısır ile Suriye’nin bağımsızlık gayretlerinin bir ifadesi halini aldı ve Mısır’daki Kıptiler ile Suriyelilerin ayrılıkçı gayretlerinde Bizans hakimiyetine karşı mücadelenin sloganı oldu. Bir süre sonra Kadıköy konsilinde mahkum edilmiş olan monofizitlik doğu bölgelerinde gittikçe artan bir nüfuza sahip oldu ve bu sebeple devletin çekirdek arazisi ile doğu eyaletleri arasındaki ayrılık da arttıkça arttı. Uzun boylu düşünmeden Basiliskos kendisini monofizitlerin kollarına atmış ve kişisel iktidar kudretine dayanarak umuma hitab eden bir imparatorluk bildirisi ile Kadıköy konsili kararlarını lanetlemişti. Ancak onun ortodokslara olan kzıgınlığına sebep olan bu hreketi sadece mahvolmasını çabuklaştırmıştı. İmparator Zenon, doğunun monofizitleri ile diyofizit Bizans halkı arasındaki dengeyi taviz yoluyla sağlamaya çalıştı. 482 yılında Konstantinapolis patriği Akakios ile anlaşmazlık konusu olan soruna iki tabiat ve bir tabiat deyimlerinden kaçınmak suretiyle dokunmamaya çalışan bir birlik fermanı maruf tabiri ile Henotikon’u neşretti. Fakat çok kısa bir sürede dinsel zeminde tavize dayanan bir anlaşmanın imkansızlığı ortaya çıktı; çünkü anlaşılabileceği üzere Henotikon ne Kadıköy Konsili taraftarlarını ne de monofizitleri tatmin etmemişti. Açıktan açığa monofizit, açıktan açığa diyofizit olanlarla imparatorluk iman formülüne uyan her iki tarafın ılımlı kimseleri. Papa da Henotikon’u kesin olarak reddederek Konstantinapolis patriğini aforoz etti. Bunun üzerine Konstantinapolis patriği de Papa’nın adını Diptychon’lardan sildi ve aforoz etti. Daha sonra tahtı devralacak olan Anastasios I, monofizit bir politika izleyerek monofizitler ile diyofizitler arasındaki bu gerginliği arttırdı. Bu, onun döneminde birçok isyanın çıkmasına sebep oldu.

4. Justinianus Restorasyonu, “Renovatio Imperii Romanii”

Justinianus’un hükmü altında, Doğu Roma’nın ulaştığı en geniş sınırlar.

Bir süre sonra bu dini tartışmaları büyük ölçüde sonlandıran, bir olay yaşandı, imparatorluk tahtına Justinianus oturdu. Büyük Justinianus, 11. Konstantin ile birlikte Ortodokslar arasında en çok sevilen aziz-imparatorlardandır. Justinianus aynı zamanda Basileia ton Rhomaion tahtına oturmuş son Roma kökenli imparatordur. Bizanslılar, cihanşumul imparatorluklarını geri istiyorlardı. Doğuda İranlılar, Batıda barbar kavimler tarafından baskı altındaydılar. Batı Roma çoktan yıkılmış, Roma barbarlar tarafından ele geçirilmişti. Justinianus büyük mefkureyi gerçekleştirmek adına vergileri olabildiğince arttırdı. Bunun üzerine büyük bir isyan (Nika İsyanı) patlak verdi. Bu isyan çok kanlı bir şekilde bastırıldı ve şehirde büyük hasarlara yol açtı. Justinianus büyük ölçüde şehri ve imparatorluğun birçok köşesini imar ettirdi. Bu isyan sırasında yakılarak yok edilmiş olan, Konstantin tarafından yaptırılmış Ayasofya yıkıldı. Bunun üzerine Justinianus, dünya üzerindeki en görkemli ve en büyük mabedi inşa edeceğini söyleyerek mimarlarına Ayasofyanın olduğu yere yeni bir Ayasofya yapmalarını emretti. O dönemde dünyanın en büyük mabedi Kudüs’teki Süleyman Tapınağı idi. Justinianus bu eser için imparatorluğun dört bir köşesindeki tapınaklardan değerli eşyalar, süsler getirtti, hiçbir masraftan kaçınmadı ve günümüzdeki Ayasofya’yı inşaa ettirdi. Justinianus’un Ayasofya’ya ilk girişinde “Ey Süleyman, işte, seni geçtim!” diye bağırdığı rivayet edilir. Justinianus, doğuda Sasanilere, batıda ise barbarlara karşı zaferler kazandı. Roma’yı yeniden alarak bütün İtalya’yı hakimiyeti altına aldı ve Gotları İtalya’dan sürdü. Kartaca’yı, Tunus’u geri fethetti. İspanya’nın güney bölgesini ve Cebelitarığı hükmü altına aldı. Hristiyan kilisesi Justinianus’un kişiliğinde sadece gayretli bir hami değil aynı zamnda efendisini buldu. Çünkü hristiyan sıfatıyla Justinianus bir Romalı olarak kalmış olup dinsel çevrenin muhtariyeti düşüncesi ona tamamen yabancı idi. Papa ve patrikleri hizmetkarları sayıyor ve onlara buna göre muamelede bulunuyordu. Devleti idare ettiği gibi, aynı şekilde kilise kanunlarının her ayrıntısına şahsen müdahale ederek kilise hayatını da idare ediyordu. İnanç ve dini adetler sornlarında bile kesin karar hakkını muhafaza, kilise toplantılarını idare ediyor, teolojik makaleler ve kilise ilahileri kaleme alıyordu. Kilise-devlet münasebetlerini tarihinde Justinianus devri, kilise hayatının üzerinde imparatorluk etkisinin zirvede olduğu dönemdir. Böylesine kayıtsız şartsız ne kendisinden önce ne de kendisinden sonra hiçbir Basileus böylesine bir şekilde kiliseye hükmedememiştir. Dini siyaset bakımından en güncel sorun hala monofizitliğe karşı takınılacak tavır idi. Batıda izlenen fütuhat siyaseti Roma ile anlaşma halinde bulunmayı yani monofizitlik aleyhine bir tutum gerektiriyordu. Bu ise Mısır ve Suriye’nin Bizansa karşı eski nefretini derinleştirmekte ve separatist Kıpti ve Süryani güçlere yeni gıda sağlamakta idi. Amma nasıl batı kilisesi ile barış sadece doğu ile tezada düşmek pahasına mümkün idiyse de Mısır ve Suriye’nin monofizit kiliselerine yaklaşmak da ancak gerek batı gerekse Bizans çekirdek bölgeleriyle bozuşmak karşılığında mümkündü. Justinianus dengeyi sağlayacak bir yöntem bulmaya çalıştı. Onun maruf olmuş terimiyle üç bab’ı Misis psikoposu, Kurus psikoposu, Urfa psikoposu olan kişilerin nasturi eğitimli yazıları Konstantinapolis’de toplanan 5. ökumenik konsilde (553) mahkum ettirilmesi yeni münazaalara sebep olmuş, fakat monofizitleri tatmin etmemişti. Onun monofizitlere bundan sonra yaptığı yaklaşma gayretleri de devlet içindeki anlaşmazlıkları sadece arttırmaya yaramıştır. Bunun yanı sıra Justinianus, halen pagan gelenekleri sürdüren ve birçok filozofa ev sahipliği yapan Atina Akademisi’ni de kapattırmıştır. Bir süre sonra imparatorluk üzerinde başlayan ve Justinianus Vebası olarak adlandırılan veba salgını imparatorluğun çok büyük bir güç kaybetmesine sebep oldu. Justinianus öldükten sonra onun ardılları kazanılan toprakları kaybettiler ve Renovatio Imperii Romanii hayali bir daha gündeme gelmemek üzere suya düştü. Artık Basileia ton Rhomaion ve Ortodokslar, cihanşumul imparatorluklarını yeniden kurmak için değil, hayatta kalmak için mücadele edeceklerdi.

5. Tasvir Kırıcılık

Günümüz Ortodoks Hristiyanlığı’ndaki kilise duvarlarının bir tarafı yalnızca ikonalara ayrılır, bu duvara ikonostas adı verilir.

Ortodokslukta tasvir ve ikonlar mühim yer tutar. Bunu ileride ayrı bir şekilde işleyeceğim fakat bu kısımda tarihsel gelişimini, ortodoksluğun tasvir kırıcılık dönemi dediğimiz çekişmelerini inceleyeceğiz. Tasvir kırıcılık devri Arap istilasının başladığı, III. Leon’un imparatorluk dönemine denk gelir. Tasvirlere karşı mücadele, Bizans tarihinde yeni ve kendine özgü bir fasıl açar. Leon’un tasvirlere karşı vaziyet alması, bu devreye damgasını basan ve devleti yüzyıldan fazla süreyle iç mücadelelerle uğraşmak zorunda bırakan ağır bir darbeydi. Bir telakkisine göre resmin haiz olduğu hususi sembolik önlemle sıkı sıkıya bağlıdır. Grek kilise çevresinde aziz tasvirlerine tapınmak son asırlar içerisinde, özellikle Justinianus sonrası devrede gittikçe yayılmış ve Bizans dindarlığının en önemli tezahür şekillerinden birisi haline gelmiştir. Diğer taraftansa, fikirlerince saf ruhani bir din olmak sıfatiyle hristiyanlığın tasvirler kültünü reddetmesi gerektiğini düşünen tasvir düşmanı mülahazalar da hiç eksik değildi. Bu tür ruh haleti özellikle dini kaynaşmaların ocağı olup monofizit bakiyelerin varlıklarının sürdüregeldikleri ve her türlü kilise kültüne düşman olan Pavlikyan mezhebi saliklerinin gittikçe artmakta bulunduğu devletin doğu arazisinde yankılanmaktaydı. Fakat Arap dünyası ile vuku bulan temas için için yanmakta olan tasvir düşmanlığını alevlendirdi. İslamiyet ve Yahudilikteki tasvir anlayışının günah olması Bizansı da etkiledi. Böylece tasvirler aleyhindeki fırtına arttı. 726 yılında Leon, ilk defa olarak tasvirlere karşı açıkça yer aldı. Buna ise kısa zaman önce başkentte uzun süre kalmış olan Anadolulu tasvir düşmani psikoposların tesiri sebep olmuştu. Fakat imparator için bardağı taşıran son damlayı; zamanının gerçek çocuğu olarak, resimlere ibadetten dolayı tanrısal bir gazap işareti saydığı şiddetli bir deprem vermiş gibi görünüyor. İmparator önce tebaasını tasvirler kültünün yakışıksızlığına ikna etmek gayesiyle vaazlarda bulundu. Bu vaazlarda Leon’un ona tanrının yüklediği hükümdarlık makamı hakkındaki görüşü tezahür etmekte idi. Sonradan papaya da yazmış olduğu gibi Leon kendisini sadece imparator değil, başrahip olarak da görmekteydi. İmparator bu görüşlerini fiiliyata dökerek sarayın bronz kapısının üzerinde bulunan İsa tasvirini söktürerek işe başladı. Halk ise bu duruma öfkelenerek memuru linç etti. İmparatorun bu davranışı üzerine Yunanistan başına mukabil bir imparator geçirerek donanmayla Konstantinapolise yürüyerek isyan etti. İmparator bu isyanı bastırdı fakat bu dahi işin ne kadar ciddi olduğunun göstergesiydi. Tasvir kırıcı doktrine taassup derecesinde inanmasına rağmen Leon önceleri çok ihtiyatlı davrandı; ancak birkaç yıl sonra yeniden harekete geçerek Patrik ve Papa ile görüşmeler yaptı. Her ikisinden de destek bulmadı. O dönemin en büyük din bilgini olan Dimaşk’lı Ioannes’in de Üç Nutuk isimli, tasvirleri müdafaa eden eseri imparatora zor kullanmaktan başka seçenek bırakmadı. Bütün azizlerin tasvirlerinin imhasını emreden bir ferman yayınladı. Patrik bu fermanı imzalamayı reddedince görevden azledilip imparatorun emirlerine asla itiraz etmeyen Anastasios çıkarıldı. Bu fermanın onaylanmasıyla tasvir kırıcı hareket tam manası ile başladı. Buna ikonoklast denir. Uzakta bulunan İtalya’da imparator tasvir kırıcılığı zor kullanarak uygulamadı. Fakat Papa Bizans’daki tasvir kırıcı cereyandan hiç hoşnut değildi ve topladığı bir konsilde tel’in ve mahkum etmek zorunda kaldı. Bu sebepten dolayı Bizans’ın İtalya’daki nüfuzu hissedilir derecede sarsıldı. Leon’un ölümünden sonra tahta geçen oğlu Konstantinos V. devrinde tasvir kırıcılık en yüksek seviyesine ulaştı. Tamamı tasvir kırıcı psikoposlardan oluşan bir konsil toplanarak dini resimlerin resmedilmesini yasakladı. Her yerde aziz tasvirleri yok edilerek yerlerine profan, yani dünyevi resimler konuldu. Gerek kiliseler gerekse diğer binalar süsler, hayvan ve çiçek motifleri, imparator tasvirleri, tiyatro ve at yarışı sahneleri, savaş sahnelerine ait resimler ile süslendi. Tasvir yanlısı muhalefet yanına halkın her tabakasından birçok taraftarların gittikçe koşuştuğu Auxentios dağı manastırı başrahibi Stephanos’un etrafında toplandı. İmparatorun bu muhalefet reisini mukavemetten vazgeçirmek için yaptığı bütün girişimler akim kaldı. Stephanos 767 yılında Konstantinapolis sokaklarında halk tarafından linç edilip öldürülse de muhalefet sindirilemedi. Baskı ve şiddet arttıkça arttı, tasvirlere ibadet ettiği düşülen keşişlerin gözlerine mil çekilerek işkence edildi. Konstantinos’un ölümünden sonra yerine geçen Leon IV mücadeleci birisi değildi. Meryem kültüne karşı girişilen takibat durduğu gibi, Konstantinos V’un saltanatının ikinci yarısında benimsemiş olduğu düşmanlıktan vazgeçti. Fakat yine de tasvirlere ibdet eden birçok saray memurunu alelen kırbaçlattı. Bu Konstantinos’un cezalandırmalarından çok daha hafif bir ceza idi. Leon IV aniden ölünce yerine geçen imparatoriçe Irene, bütün halkı Magnaura saryında toplayarak yeni patriği halk seçimi ile belirledi ve tasvirlere yeniden tapılmasını ihya etmek üzere bir konsil hazırlıklarına girişildi. 787 tarihinde İznik’de toplanan konsil tasvir düşmanlığını sapkınlık ilan etti, tasvir aleyhdarı bütün yazıları imha edip tasvirlere iman etmeyi yeniden ihya etti. Bu tasvir kırıcı hareket adını verdiğimiz buhran dönemi, ortodoksluk içerisindeki büyük çekişmelerin sonuncusudur.

6. Haçlı Seferleri

Bir haçlı kronikçisi olan Willermus Tyrensis, Haçlı seferlerinin başlama sebeplerini şu şekilde özetler; “Kutsal kabir kilisesi kafirler tarafından yıkıldı. Dini günlerde mümin biraderlerimiz evlerine kilitlenip ortalıkta görünmüyorlar, çünkü o günlerde dışarıda görünen biraderlerimizi kafirler alçakça hançerleyerek şehid ediyorlar. Fakat evlerinde de emniyette olamıyorlar. Evlerine atılan taşlara, meşalelere ve çamurlara katlanmak zorunda kalıyorlar. Kardeşlerimiz mükemmel bir kovuşturma ile işkenceye ve ölüme sürükleniyor, malları, eşyaları, kızları, oğlanları ellerinden alınıyor. Döverek dinlerinden dönmeye zorluyor, mukavemet edenleri herkesin önünde parçalıyorlar. Hristiyan ailelerin kız çocukları kafirler tarafından alıkonulup ailelerinin önünde tecavüze uğruyor, ardından sığır gibi boğazlanarak bu vahşice görüntüler onlara izletiliyor. Papazlar sakallarından tutularak sokaklarda sürükleniyor, boyunlarına zincirler takılıyor. Çünkü ona yaptıkları şeylerin halkı yürekten bir şekilde yaraladığını biliyorlar. Halkımız mesih aşkına onlara yapılan adaletsizliğe nefret duyup İncilin hükmüne uyarak birbirlerine karşılıklı sevgi ile tesellide bulundular. Bizimkileri amansız bir nefretle takip eden kafirlerden birisi bütün şehrin temizliğinden sorumlu olduğu tapınağın salonuna köpek cesedi indirdi ve sabahleyin çevreden tapınağa dua için gelenler kokuşmuş leşi görünce öfke ile karışık çığlıkları tüm şehri doldurdu. Neredeyse bütün halk bunu hristiyanların yaptığını iddia etti. Kısa bir süre içinde böyle bir suçun kefaretinin sadece ölüm olduğunu haykırdılar. Kendi masumiyetlerine güvenen müminler Mesih aşkına ölmeye hazırdılar. Ve şimdi halkı katletmek için kılıcını çekmiş kafirler ayakta dururken bir genç ayağa kalkıp şöyle söyledi; Kardeşlerim eğer bütün kilise imha edilecekse bu çok kötü olur. Bütün suçu bizzat üstleneceğim.” dedi ve dediğini halkımızın ağlayışları arasında dediğini gerçekleştirip şehadete erdi.” Her ne kadar haçlı seferleri bu sebeple başlamış olsa da Ortodokslar ile Katolikler arasındaki en derin nefretlerin sebeplerinden birisi Haçlı seferleridir. Haçlı kaynakları, birinci haçlı seferleri esnasında Basileus olan I. Aleksios Komnenos’a şu şekilde hitap eder; “Bu sapkın, akılsız ve onurdan, şereften yoksun Grek imparatoru…” Kitleler halinde gelen devasa sayılardaki haçlı orduları, her zaman geçiş için Konstantinapolis’i kullanmışlardır. Fakat imparator olan Aleksios Komnenos, Haçlıların bu kalabalık sayısından ürkerek her zaman ihtiyatlı davranmıştır. Haçlı ordularını şehre almadan önce dük ve kontları huzuruna çıkararak onlara vasallık yemini ettirmiştir. Aynı zamanda Haçlılar, eskiden Bizans’a ait topraklar fethedildiği zaman onlara vermeye söz vermişlerdir, bunun karşılığında ise imparator kendi ordusuyla Haçlılara katılacaktır. Böyle olmasına rağmen birçok kez aralarında gerginlikler yaşanmış ve hatta bu gerginliklerden bazıları ancak kan dökülmesiyle yatışmıştır. Anadolu’nun büyük kısmı o dönemde büyük çoğunluğu göçebe hayat sürdüren Müslüman Türkler’in elinde olsa dahi hatrı sayılır bir kısım ortodoks Rumlardan oluşuyordu. Haçlılar anadoluya geçtikleri zaman Selçukluların izlediği strateji gereği geçiş güzergahları boyunca hiçbir türlü erzak temin edemiyorlardı. Bunun üzerine Haçlılar yerleşik hayat süren Ortodoksların kasaba ve köylerini yağmalamaya, onların mallarını gaspetmeye ve kafir olarak gördükleri Ortodoksları öldürmeye başladılar. Bu durumdan dolayı Haçlılara güvenmeyen imparator verdiği sözü tutmadı, Haçlılar ise Antakya, Urfa ve Kudüs gibi toprakları fethettikleri zaman Bizans’a teslim etmek yerine kendi hükümdarlıklarını kurdular. Katolik ile Ortodoksların arasındaki ilişkiye en büyük darbeyi vuran unsur ise, dördüncü haçlı seferi olmuştur. Dördüncü haçlı seferi Kudüs’ü kurtarmak amacıyla başlatıldı. Kurulan Venedik donanması Haçlıları bir ücret karşılığı Mısır’a götürecekti. Fakat ücreti karşılayamadılar. Bizans İmparatoru 2. Isaakios’un oğlu Aleksios imparator olmak istiyordu. Bunu sağlamak için Haçlılarla anlaşarak taşıma ücretini karşılamak karşılığında onu tahta geçirmelerini istedi. Bunun üzerine Haçlılar İstanbul’a geldiler. Şehri kuşatıp aldılar ve 2. Isaakos ve Aleksios’u imparator ilan ettiler. Böylelikle Bizans’da çift başlı bir yönetim meydana geldi. Fakat Aleksios verdiği sözü tutamayarak ücreti karşılayamadı. Bunun üzerine Haçlılar yönetim işlerine karışmaya başladılar. Haçlıların herşeye karışmasından bıkan Konstantinapolis halkı ayaklandı. Haçlıların imparator ilan ettikleri IV. Aleksios’u öldürdüler. Bir komplo ile V Aleksios Dukas imparator ilan edildi. Galata’da olan Haçlı ordusu şehre hücum ederek yağmaladı. Ayasofya’yı bile harap etti. Kuşatma sırasında zaten çok tahrip edilen şehir tamamıyla yakılıp yıkıldı. Barbar sürüsü Haçlılar ele geçirdikleri eserleri ya Avrupa’ya götürdü ya da yok ettiler. Halen bu eserlerin büyük bir kısmı Venedik’te bulunmaktadır. Ortodoks olan Bizans İmparatorluğu yıkılarak yerine Katolik bir Latin devleti kuruldu. Frank hükümdarlar tarafından yönetildi. 1261'de İznik Rum İmparatorluğu tarafından yıkıldı. Böylelikle Bizans İmparatorluğu tekrar bütünleşti. Fakat bu haçlı seferi, Bizans’ın yani Ortodoks dünyasının Rus Çarlığı’nın yükselişine kadar olan süreye kadar çöküşünü sağladı.

--

--