Karl Marks, Bir Marksist Midir?

MEHMET BEYAZIT METE
Zeitgeist Dergi
Published in
7 min readSep 16, 2019

İlk bakıldığında “doğru bildiğimiz yanlışlar” türünden bir klişe başlık olarak zihinlerinizde bir ön yargı oluşturabilecek bu makale esasında hiç de zannedileceği türden bir makale değil; bunun da böyle olmadığına aslında yazının yayınlanacak ikinci kısmında değinecek olmama rağmen küçük bir nakil yaparak başlayayım;

Engels’in 21 Eylül 1890'da Bloch’a yazdığı mektup, başlığımızın doğruluğunu gayet açık bir şekilde bizlere göstermektedir : “Gençlerin bazen gereğinden fazla ekonomik alana ağırlık vermelerinin sorumluluğu Marks’a ve bana ait. Ekonominin belirleyiciliği ilkesini yadsıyan düşmanlarımıza karşı bu meselenin altını çizmemiz gerekmişti ve o zaman, etkileşim içinde olan diğer faktörlere ağırlık vermeye vakit, yer ve fırsat bulamamıştık…”(1)

Başlığımızdaki soruyu sormaya başlamadan evvel yapmamız gereken “conceptualising” dediğimiz “ıstılahlaştırma”, “kavramsallaştırma”yı yapmamız gerekmektedir; pek tabii kavramımız da Karl Marks olamayacağına göre “Marksizm”’i tanımlamaktan başlayabiliriz;

Klasik Marksizm: Marks’ın Marksizmi olarak da adlandırılan Marksizm’in ilk ortaya çıkan -tabiri caizse- bu “mezhebi”, “Marksizm”’in bir özeti mahiyetindedir. “Klasik Marksizm’in özü Engels’in de tanımladığı üzere “tarihin materyalist yönde kavramsallaştırılması” veya tarihî materyalizmdir. İnsanların taht-ı hükmünde (sisteminin kontrolü altında) üretimlerini veya harcama ilişkilerinin yeniden oluşturulmasını (2), üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlayan iktisadî hayata ışık tutan bir görüştür; bu iktisadî hayat ki insanların fikrî (ideolojik) ve siyasî üst yapısını oluşturur.”(3)

Bu mukaddime (önsöz) mahiyetindeki tanımı serdettikten sonra Marksizm “mezheplerini”(4) ayırt etmek için Marksizm’i oluşturan, daha doğrusu Marksizm’in ideasını/müfekkiresini tecelli ettirdiği fenomenler olan Marksist kavramları açıklamak ve bu kavramlar üzerinden “Marksistlerin” nasıl tefrika edip bir mezhepsel ayrıma düştüklerini göstermek klasik yazım usulünden kanaatimce çok daha sağlıklı bir açıklama olacaktır.

1-) Üstyapı-Altyapı: Marksist okumalar esnasında sürekli rastladığımız İngilizce’de kendisini “superstructure” ve “substructure” olarak ifade ettiğimiz bu kavramları tanımlamadan önce “yapı”yı tanımlayalım; “yapı” hem belirlenen hem belirleyen insan tabiatının temellerini oluşturan ağlar bütünüdür. Ben bu kavramlar üzerinde Marksistler’in nasıl ayrıldığını göstermek için özellikle “Siyaset-Ekonomi” ilişkisini incelemeyi yerinde buluyorum. Şimdi Marks ve Engels’in iki ifadesini vereceğiz ve yorumlamaların “mezhepleri” nasıl farklı yerlere ittiğini göreceğiz.

Marks “Ekonomi Politiğin Eleştirisi” adlı kitabının önsözünde diyor ki “Hukukî ilişkilerin ve devlet biçimlerinin kendi başlarına izah edilmesi mümkün değildir. Bunlar insanoğlunun zihninin, düşüncesinin genel değişimiyle de izah edilemez. Hukukî ilişkilerin ve devlet biçimlerinin kökenini hayatın maddî koşullarında aramak gerekmektedir. Bu maddî koşullar ki, 18.yy Fransız ve İngilizlerinden sonra da Hegel ‘sivil toplum’ adı altında tanımlıyordu, sivil toplumun anatomisini ekonomi politikte aramak gerekmektedir.”

Engels, yukarıda verdiğimiz Bloch’a mektubunun devamında ve Schmidt’e 27 Ekim 1880 tarihinde yazdığı mektupta şöyle demektedir:

“Tarihî maddeciliğe göre, tarihi belirleyen öge son kertede gerçek hayatın yeniden üretimidir. Ne Marks ne de ben bunun ötesinde bir şey söylemedik. O hâlde biri çıkıp da ekonomik ögenin tek belirleyici olduğunu söylerse, bunu saçma, soyut ve anlamsız bir cümle hâline getirmiş olur. Ekonomik durum temeldir, ama üstyapının çeşitli ögelerinin de tarihî çatışmaların gelişiminde etkisi vardır ve birçok durumda da bu çatışmaların biçimlerini belirlemekte önemli yerleri vardır.” (Bloch’a mektuptan)

“Bana kalırsa ideolojik görüş dediğimiz şeyin de ekonomik taban üzerinde etkisi vardır ve belirli ölçülerde, bunu değiştirebilmektedir de.” (Schmidt)

İşte bu ifadelerin yorumlanması üzerinden temelde iki Marksist ayrım göreceğiz; Gramsci’ci ve Klasik Marksizm ayrımı buradan doğacaktır.

a-) Klasik Marksizm’e göre “siyaset”, üretim ilişkileri altyapısı tarafından belirlenen bir üstyapıdır. Buna göre siyasetçiler, esasında siyaset yaparken siyasetin kendi içerisinde oluşturduğu şartlar ve muhitte değil, iktisadî yapının kendisine sunduğu sınırlar içerisinde hareket etmektedirler. Ve şöyle diyeceklerdir; üretim güçleri büyüdükçe, nüfus yoğunlaştıkça, yeni çıkar birlikleri oluştukça, toplumsal işbölümü (division of labour) giderek farklılaştıkça yeni oluşan çıkar birliklerinin savunmasını yapacak yeni organlar da meydana gelmektedir. Bu sürecin sonunda, toplum içinde egemenlik kazanmış kişiler birleşerek egemen bir sınıf meydana getirmektedirler. Demek ki, siyasî egemenliğin temelinde toplumsal fonksiyon yer almaktadır. Ve siyasî egemenlik toplumsal fonksiyonları ifa edebildiği sürece siyasetçiler kendini idame ettirebilecektir.

b-) Gramsci’ci teori ise Marks’ın Napeleon’un 18 Brumaire’ine atıf yaparak üstyapının altyapıyı -gerçek anlamıyla dahi- değiştirme imkânı olduğunu söyleyecektir. Zira Marks, III.Napoleon’un seçilmesi ve iktidarı ele geçirmesi olayını ekonomik-dışı nedenlere bağlamış, zamanın Fransız köylülüğünün psikolojik koşullanmasına ve Napolyon efsanesinin bir ideolojiye dönüşüp canlılığını koruduğuna yormuştur.

Demek oluyor ki, bir üstyapı unsuru olan siyasetin Marksist yaklaşıma göre de mutlak, otomatik bir biçimde bağımlılığı söz konusu olmayabilmektedir. Bunu böyle anlamayanların, gerçekte, “ekonomizm” yanılgısına düştüğünü söylemek mümkündür. Ne var ki, önceleri Kautsky ve Plehanov gibi ideologlar, sonra da Politzer gibi propagandacı felsefeciler tarafından on yıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılagelen avami Marksizm bu ekonomist saplantının zihinlerde kök salmasında başarılı olmuştur. O kadar ki kendisini “Marksist” olarak tanımlayan ve bu teoriye ya da ideolojiye adamış birçok kişi dünyada ve tabiî Türkiye’de, bu ekonomist anlayışı sorgulamaktan dahi çekinmişler, “altyapı üst yapıyı belirler” şeklinde ezberlenip tekrarlanan “doğru”yu benimsemek durumunda olmuşlardır.

Sorgulamanın bir çeşit “dinden çıkma” gibi algılanabildiği uluslararası Marksizm ortamında ekonominin yanı sıra siyasetin de belirleyici bir toplumsal konumu olduğunu belirtmek ciddi bir entellektüel çaba ve cesaret gerektirmiştir. Gramsci’ye göre, üstyapının etkileme gücü o kadar büyüktür ki, ekonominin gelişmesini bile frenleyebilmektedir. Bu yorumunu örneklendirebilmek için Gramsci, bazı ülkelerin işçi sınıfının devrimci bilinç ve ideolojiye sahip olmamasının onun burjuvaziye karşı mücadele verememesine neden olduğunu belirtmekte ve böylelikle siyasî ideolojik bilincin yetersizliğinin alt yapı değişmesine set çektiğine işaret etmektedir.

2-) Proleterya Devrimi ve Devrim Sonrası İşçi Diktatörlüğü:

Devrim ve özellikle devrim sonrası düzen hakkında Marksistler ikiye ayrılacaktır; Ortodoks Marksizmi (Ruslar/Slavlar) ve Klasikler (özellikle Alman kökenliler). Şunu söyleyebiliriz ki bu ayrılığın çıkma sebebi ikinci yazıda da ele alacağımız üzere “Marksizm’in pratiği”dir, Ruslar, Marks’ın tahminin aksine (hatta Plehanov gibi birçok Marksist’in de tahmininin aksine) bu devrimi gerçekleştiren, en azından bunu sağlıklı veya sağlıksız da olsa pratiğe geçirebilen Marksistlerdir diyebiliriz. Dolayısıyla bu pratiğin devam ettirilmesi -Stalin öncesi ve sonrası taraflar gibi- tartışmaları bu kavram üzerindeki ihtilafları şiddetlendirmiştir.

a-) Klasik Marksistler: Klasik ideologlara göre devrimden önce efendi-köle diyalektiği şeklinde gerçekleşecek olan bir “proleterya farkındalığı” oluşmak zorundadır. Bu, Alman Sosyalistleri ve Marksistlerini de birbirine düşürmüştür (5). Bu farkındalığın oluşması sonucunda işçiler bir devrim gerçekleştirecek, bu devrim vesilesiyle eski “burjuvaziye hizmet eden” devlet yıkılacak ve “Proleterya Diktatörlüğü” hüküm sürecektir. İşte burada bir ihtilaf çıkacaktır, “vanguard party” ihtilafı ki bu Liberallerin, Marksist teoriye karşı sundukları en kuvvetli eleştiriyi de oluşturacaktır.

Klasik ideologların kurduğu senaryo; diktatörlük hükûmetini idare eden partinin de sınıf farklılığı olmaksızın yaşanabilecek bir “yeryüzü sosyalist cenneti” oluşturulduktan sonra yıkılması ve “devletsizlik” durumunun oluşmasını sağlamaktır. İşin özünde klasik teori “anti-state” yapıya sahiptir.

b-) Ortodoks Marksistler (1879–1953): İkiye ayıracağımız Ortodoks Marksizmi, temelde amiyane tabirle “avam yetersizliği” sebebiyle “anti-state/devlet karşıtı” bir görüşe sahip değildir.

b1-) Leninist Ortodoks Marksistler: Lenin’in ölümüne kadar (1924) kendisinin mutlak Marksist ideolog ve idarecisi olduğu komünist yönetim altındaki Stalinist taraf kadar çok dallanmamış bir görüştür. Özet olarak Lenin’e göre (Emperyalizm teorisinde olduğu gibi) insanların yapı itibariyle “burjuvazi illüzyonu”na inanmak eğilimleri vardır. Devrimi nasıl insanları bilinçlendirecek bir kadronun yapması gerekiyorsa devrim sonrası “öncü parti”yi, yani devrimin ruhunu komünist sosyal ve iktisadî yapıyı ayakta tutacak hükûmeti devrimci ve halkın devrim öncesi farkındalığını sağlamış bir “farkında olanlar” zümresi yönetmelidir. Bu temel görüş kendisini pratik olarak aynı zamanda Çin, K.Kore ve Küba’da göstermiştir.

b2-) Stalinist Ortodoks Marksistler: 1924 sonrası Stalin’in bütün “yoldaşlarını” eleyip hükumete gelmesi ve özellikle 1928'deki “Beş Yıllık Plan”ıyla başlayan pratik görüştür. Mutlak Devlet narhını/kontrolünü savunan ve Devlet Planlama Komitesi’nin (Gosplan) kuvvetli denetimi altında korunan Marksizm’in direnen son koludur diyebiliriz. Çin’de ve K.Kore’de direnmiştir, 1989–1991 yılları arasında çöküşünü yaşamıştır. (6)

İkinci Yazı : Marks’a Yaklaşan Marksistler : Neo Marksizm ve Marksizm’in Tarihî Pratiğine Dair Bir İnceleme

Üçüncü Yazı : Marksizm ve Tarihî Materyalizm, Schumpeter’in “Marks, en fazla Hegel kadar Marksistti” sözü üzerine bir inceleme ve şerh

Dipnotlar:

(1-2) Vergin, Nur, Siyasetin Sosyolojisi, S.81–86, Doğan Kitap, İstanbul, Ekim, 2018

(3) Heywood, Andrew, Politics, S.41, Palgrave Macmillan Publishing, New York, 2013

(4) Marksistler için “mezhep” kavramını kullanmak esasında yeni yapılan bir şey değildir. Aksine “Kapitalizm’i icat eden adam” olarak da bildiğimiz sosyal disiplinlerin ve iktisadın son dehalarından Joseph E.Schumpeter, Marks için bir “Peygamber” demişti — “Ama o bir Peygamberdi ve onun başarılarını anlayabilmemiz için onu zamanının ayarında gözlemlememiz lâzım. O Burjuvazi idrakinin zirve-i senâsında ve burjuvazı medeniyetinin ise en aşağı raddesinde idi (reddetmek bakımından)… İnanç(lar)/inanmak hâli gerçekliğin hissedilen her anında, toplumun bütün sınıflarında bir inhilâl/çöküş içerisindeydi … (Fakat) Şimdi ise, Marks’ın yeryüzünün sosyalist cenneti(ne) daveti milyonlarca insanın yüreğine bir nûr hüzmesi olarak doğdu ve onlara hayatın yeni anlamını verdi.” İşte Schumpeter’in ifade ettiği gibi “yeryüzünün sosyalist cennetine” davetini farklı olarak yorumlayan Marksistler, doğal olarak bu davetin “mistik”-”i’tikadî/inançsal” mahiyeti sebebiyle “mezhep” olarak addedileceklerdir”. (Schumpeter, Capitalism, Socialism And Democracy, S.2, Georg Allen & Unwin, Amerika, 1994)

(5) Marks bile Alman sosyalistlerini eleştirmiştir, onları “burjuvazi sosyalistleri” addetmiştir. Alman sosyalistleri işçilere hukukî haklar tanıyarak, bazı iyileştirmeler yaparak, sendika imkânları tanıyarak işçilerin “farkındalığını” geciktirmekle suçlanmıştır. Çünkü Marks’a göre onlar esasında “zulüm” dozunu azaltarak sanki işçilere kendilerine “zulüm” edilmiyormuş gibi bir atmosfer oluştururuyorlardı, oysa ki Marksistler’e göre bu “zulümler” farkındalık için bir zarurettir. “Zalimler zulümlerini gizlemesinler”.

(6) Heywood, A.G.E., S.42

Yararlanılan Temel Kaynaklar:

Spyros Economides & Peter Wilson, The Economic Factor In International Relations, I.B.Tauris

Andrew Heywood, Politics, Macmillan

Stephen J.Lee, Aspects Of European History, Volume : 2

Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi, Doğan Kitap

Joseph E.Schumpeter, Capitalism, Socialism and Democracy, Penguin Books

Zekî Velidi Togan, Tarihte Usul, İş Bankası Kültür Yayınları

--

--