Şair Hasan Hüseyin Üzerine Ahmet Özer’le Söyleşi

Gülseren Merve Yiğit
Zemheri
Published in
10 min readMay 20, 2017
Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ahmet Özer

Sevgili öğretmenim Ahmet Özer, onunla tanıştığım andan itibaren edebiyat ve sanat ile alakalı sorularımın cevabını bulmama yardım etmiş ve bende yeni soruların oluşmasını sağlamıştır. Ahmet Özer öncelikle şiir olmak üzere edebiyatın birçok alanında eserler vermiş; 55 yıldır şiirleriyle, makaleleriyle, söyleşileriyle, köşe yazıları, gezi yazıları ve denemeleriyle Türkiye’deki sanat ve edebiyat birikimine katkı sağlamıştır. Bunun yanında yaptığı çalışmalar ve düşünceleri ile aklımda her zaman Hasan Hüseyin Korkmazgil ile omuz omuza durur. Hasan Hüseyin ile tanışıklığı vardır. Bu tanışma sonrasında çok kez mektuplaşmışlardır. Hasan Hüseyin, Ahmet Özer’in ilk kitabını tanıtan bir yazı yazmıştır. Ahmet Özer’in, Hasan Hüseyin’in eşi Azime Korkmazgil ile bir söyleşisi bulunmaktadır ve yıllar evveline dayanan bir dostlukları vardır.

Ahmet Özer’in Anlattıkları

Şair Hasan Hüseyin, Türk şiirinin kilometre taşıdır diyebilirim. Onun şiiri, ülkemizin binlerce yıllık kültür-sanat birikiminin duyarlı bir yürekte köpüklü bir çağlayana dönüşerek ak kâğıtlara dökülmesinin serüvenidir.

Bizim kuşağın lise öğrenciliği döneminde Nâzım sakıncalı bir şairdi. 1964’te Yön dergisi bu yasağı onun Milli Kurtuluş Savaşı (Kuvayi Milliye) yapıtıyla delmeyi denedi. Bu cesaret, mahkemelerde yıllar boyu görülen davalarla tüm kamuoyunu etkiledi. Şiirimizin önemli bir damarından yoksun olmanın ne anlama geldiği, bu yapıtın yayımlanmasıyla gerçek bir biçimde anlaşıldı.

Hasan Hüseyin 50’li yılların sonlarına değin geliştirdiği gür sesini, 1961 Anayasasıyla getirilen göreceli özgürlük ortamında kitaplara dönüştürdü. Bir Türkçe öğretmeni olarak ona sadece altı ay öğretmenlik yaptırdılar. Ondan sonraki yaşamı hapisler ve sakıncalı olmanın yoksunluğuyla geçti. Şiirimizin bir damarı daha kurutulmak istenmişti. Ondan önce kuşkusuz 40 Kuşağının büyük mirası vardı yazınımızda. Antiemperyalist ve antifaşist tavrın edebiyata yansıyan boyutuydu önümüzdeki. Nâzım’ın hapiste geçen yıllarındaki yasaklık da şiirimiz için büyük bir kırılmadır.

Hasan Hüseyin’in Temmuz Bildirisi ve Kavel kitaplarını, öğretmenliğimin ilk yıllarında (1968…) su içer gibi okuduğumu anımsıyorum. O zamanın büyük şairleriyle bağ kurmak olası değildi, biz taşrada yaşayanlar için. Bu değerli şairlerin daha çok yayımlanan kitaplarıyla soluklanırdık. Onlara dair içten içe bir hayranlık büyürdü içimizde.

1981’de ilk şiir kitabım Ayrı Beraberlikler’le Nevzat Üstün Şiir Mansiyonunu aldığımda bir fırsat doğmuştu benim için. İstanbul’da yapılan törene katıldım. Hasan Hüseyin Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü almıştı. Törende onunla uzun uzun söyleşme olanağı bulduk. Sonrasında yazıştık. 1982’de Ankara’daki imza gününe gittim. Orada benim ilk kitabım üzerine yazı yazdığını ve bu yazının Yeni Olgu dergisinde yayımlandığını öğrendim. Dünyalar benim olmuştu. Trabzon’a döndüğüm sıralarda kimi kitaplarını imzalayıp gönderdi bana. Şiiri beni çok etkilemişti. Hatta kimi şiirlerini ezbere bilirim. Ne de olsa dönem devrimci mücadelenin doruk yaptığı yıllar. Siyasetin büyük dalgası, bütünüyle ülkeyi sarmış ve sarsmıştı. Yazının tüm dalları bu yarışta kendine yer bulmuştu.

Hasan Hüseyin, mizah yazıları da yazdı. Ekmek parası uğruna yapılan işler olarak nitelendirdiği bu çalışmalar, bence üç beş ünlü mizah yazarımızın yapıtları arasında rahatlıkla anılabilir. Şair, bu alanda yazdığı kitapları “Hüseyin Korkmazgil” adıyla imzalamıştır.

Hasan Hüseyin’in kitaplarının kimileri bir büyük destandır. Kızılırmak, Kızılkuğu, Ağlasun Ayşafağı bir şiirin, bir nehre nasıl dönüştüğünü gösterir.

Onun yaşamındaki en büyük kırılma evladı gibi sevdiği Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in karanlık güçler tarafından katledilmesidir. 11 Temmuz 1978’te ülkemizin çok değerli bir bilim adamı, bir esteti kurşunlanmıştı. Bu kurşunların biri de Hasan Hüseyin’in o gürül gürül şiir yazan yüreğine saplanmıştı! Bu yıkımın üzerinden geçen 5 yılda, o büyük acılarla boğuştu. 1983’te geçirdiği ağır rahatsızlık, onu bitkisel yaşama mahkûm etti. Bir yıl sonra, 1984’ün 26 Şubat’ında aramızdan ayrıldı.

Burada bir gerçeği vurgulamak isterim. Bugün çoğu gencimizin doğmadığı o günlerde sağaltımı için adına toplanan kan parası, ölümü sonrasında ailesine verilmedi. Babıâli’nin sahtekârları bu paranın üstüne yattılar. Dönemin Somut gazetesinde 80’li yıllarda bu bağış konusu günlerce yer almıştır.

Ölümünden sonra üzerine yüzlerce yazı yazıldı. Sevgili öğretmenimiz şair Mehmet Aydın onun yaşamını, yapıtlarını çok yönlü anlatan bir kitap yayımladı. Anısına pek çok etkinlik düzenlendi. Bu etkinliklerden birçoğunda ben de görev almışımdır. Özelikle saygıdeğer eşi Azime Korkmazgil’le birlikte yaptığımız bu çalışmalardan büyük onur duymuşumdur.

Bilkent’te görev yaptığım sıralarda, onun Maraş/Afşin Ortaokulu’ndan bir öğrencisiyle (Türkçe Birimi Öğretim Görevlisi, Emekli Albay)karşılaşmam benim için büyük sürpriz oldu. Sevgili arkadaşım, meslektaşım Yaşar Kaynak, 1950’nin birkaç ayında bu güzel insanın, bu değerli Türkçe öğretmeninin öğrencisi olmanın onurunu yaşamış. Ben de birlikte çalıştığımız o günlerde sevgili Yaşar Kaynak’la Hasan Hüseyin üzerine bir söyleşi yapmıştım. Söyleşi, 28 Şubat 1999’da Cumhuriyet/Dergi’de yayımlandı. Zaman içinde Hasan Hüseyin’in yükseköğrenim gören tek öğrencisi olan Yaşar Kaynak’ı kaybetmenin acısını yaşadım. Sevincim, iyi ki bu söyleşiyi yapmak oldu.

Hasan Hüseyin’in en büyük şansı Azime Korkmazgil gibi bir hanımefendi, bir yazar ve bir öğretmenle evli oluşuydu. Nitekim Kavel kitabının 1967’deki basımın önsözü bu değerli hanımefendinin imzasını taşır. Azime Abla hem Hasan Hüseyin’in sağlığında hem hasta hâlindeyken hem ölümünden sonra, o büyük şairin varlığına toz kondurmadan bugüne değin büyük özverilerde bulundu. Onun zengin belgeliğini de kendi doğum yeri olan Ağlasun’a taşıdı. Ağlasun’daki bu evde ben de bir süre kaldım. O belgeliğin ortasında Hasan Hüseyin’in şiirlerini okudum.

Hasan Hüseyin’in emeği yeterince değerlendirilmiş midir? Bugüne değin yapılan etkinlikler kimi kuruluşların, kimi yürekli insanların özverisiyle gerçekleştirilmiştir diyebilirim. Bugün adında “edebiyat” sözcüğü bulunan fakültelerin birinde, birkaçında bu büyük şairin anısına çok yönlü sempozyumlar düzenlemek biraz da yürek ve akıl istiyor. Şairle ilgili dediklerime şunu eklemek isterim: Birçok şiiri bestelendi, üzerine doktora çalışması yapıldı, onca yazı yazıldı, kitapları üst üste basıldı.

Hasan Hüseyin yapıtlarıyla şiirimize yön vermeyi sürdürüyor.

***

Hasan Hüseyin’in şairlik ufkunda bir gezi

-Dönemlere göre Hasan Hüseyin’in şiir çizgisinde tema veya biçim açısından değişiklikler gözleyebilir miyiz?

-Hasan Hüseyin’in şiirinin temel dokusunda bir bütünsellik olduğunu düşünüyorum. Sağlam bir dünya görüşü, diyalektiğin mekik dokuduğu bir anlam, toplumsalcı düşüncenin ekseninde bilinçli bir tavır, genel anlamda kimden yana ve kime karşı olunduğunu vurgulayan bir seçim. O, biçim konusunda zaman zaman farklı yapılar denese de sonuçta şiirinin bir iç musiki taşıdığını, bir ritme yaslı olduğunu, bir dil zenginliğinden asla ödün vermediğini kanıtlayan bir söylemi geliştirdiği gerçeği ortadadır.

-Hasan Hüseyin kendinden sonra şiir geleneğinde ne gibi etkiler yarattı? Sizce etkilediği isimler oldu mu?

-Asım Bezirci, onun başlangıçta Attila İlhan şiirinden etkiler taşıdığını vurgulayan bir yazı yazmıştı. Ancak Attila İlhan’da bireyselliğin ağır bastığını, Hasan Hüseyin’de toplumcu damarın alabildiğine boy verdiğini belirtmek isterim. Onun daha sonraları Nâzım Hikmet’in ses ve ritminden izler taşıyan uzun soluklu bir şiir kurduğunu belirtenler de oldu. Gerek Attila İlhan gerekse Nâzım’ın şiirinde kent olgusu öndedir. Hasan Hüseyin genelde kırsala, toprağa, geleneğe bağlı bir damardan yana olmuştur. Kent onun için fabrikadır, grevdir, polis cobudur, biraz da 6. Filo’dur. Kendinden sonrakileri etkilemeye ise fırsat olamadı. Çünkü 12 Mart ve 12 Eylül faşizmi siyaseti çökertirken sanatı da bir inci gibi midyenin kabuğu içine hapsetti. Ancak öz olarak onu da içeren şiir damarına Nâzım’la gelişip serpilen devrimci şiire yürek yatıran şairlere rastlamak olasıdır. 70 Kuşağı şairlerinin kimilerinde bu “ses”i bulabiliriz.

-Hasan Hüseyin’in Koçero adlı şiirinden yola çıkarak onun çizdiği eşkıya figürü hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Bu kavramda ben bir isyan, bir başkaldırı görüyorum. Pir Sultan’ı iyi biliyordu Hasan Hüseyin. Onun toprağından geliyordu. Dadaloğlu ve Köroğlu gibi isyanı yücelten bir tavırdan yanaydı. Bu, genelde bağımsızlık mücadelesinde mazlum ülkelerle emperyalizmin çelişkisini içerir, özelde ise emek sermaye arasındaki çelişkinin toplumsal yapıdaki görünümüdür. Nâzım’ın Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı yapıtındaki öz de bu anlamdadır. Bedreddin’in Varidat’ına bakın Nâzım’ın şiirindeki söylemden eser yoktur. Bunlara ek olarak o, şiirini bütün katmanlardan geçirerek yeryüzüne ulaştırmayı amaçlayan bir seçimden yanadır. Bunda yoksulluğun fotoğrafı da vardır, Anadolu kadının çilesi de, Batının sanayileşmiş toplumlarının yaşam kültürüyle ülkesinin sömürülen insan tabakalarının karşılaştırılması da öndedir hep. Araplar da girer devreye, Afrikalı ve Asyalı kalabalıklar da… Dünde bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin yuvarlandığı uçurum ise onu içten içe düşündürür.

Azime Korkmazgil ve Hasan Hüseyin Korkmazgil

-Ağustos şiiri, Azime Hanım’ın üzerindeki etkisi ve bu şiirin Hasan Hüseyin’in hayatında yarattığı değişimi açıklayabilir misiniz? Bu hikâyede Azime Korkmazgil’in bir kadın Mecnun olduğunu söyleyebilir miyiz?

-Azime Korkmazgil, onun “Ağustos Şiiri”ni (Dost dergisi, Ağustos 1959) okuduğunda ilk eşiyle evliydi. Hasan Hüseyin’i, bu şiirinin ardından onun bütünüyle izlediği bir gerçek. Yıllar sonra bu değerli şairle tanışmak için Ankara’ya giden Azime Hanım’ın yaşamında önemli bir değişiklik olur. Başlangıçta mektuplarla kurulan köprü, sonrasında eşinden boşanıp Hasan Hüseyin’le evliliğe giden yolun kilometre taşlarının da döşenmesine yol açar. Azime Hanım’ın bu tercihi, bir şaire âşık olmakla özdeşleşen durumunu yansıttığı kadar, sanata ve şiire gönül düşürmüş bir edebiyat öğretmeninin duyarlı ruh konumunu öne çıkaran tutumunu da sergiler. “Kadın Mecnun” nitelemesini onun için rahatlıkla kullanabiliriz. Bu mecnunluk, ona 1042 sayfalık iki ciltlik yapıt yazdırmıştır: Türküleri Yakanlar adıyla basılan ilk cildin adı, yeni basımda Gök Mavisi Bir Türkü Ozan Hasan Hüseyin’in Yaşam Öyküsüne Bir Yaklaşım Denemesi 1.(629 s.) olarak değiştirilir. Bunu Gök Mavisi Bir Türkü-2 (413 s.)Ozan Hasan Hüseyin adlı ikinci yapıt izler

Hasan Hüseyin, 27 Mayıs Devrimi olup 1961 Anayasası kabul edilmemiş olsaydı. Sakıncalı bir kişi olarak kendi kabuğunu kıramayarak, Sivas’ta, Gürün’de o ufacık dünyasında yaşayıp gidecekti. Dönemin Dost dergisiyle başlayan uzak denizlere açılma anlayışı ona yeni bir hayat kazandırdı.

-“Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin/Çünkü aşk her şeyden önce gelir sende/Oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin” dizelerinden yola çıkarak Hasan Hüseyin’in yazmak ve yaşamak ikileminde nasıl bir sanat anlayışına sahip olduğunu açıklar mısınız?

-Bir dönemler aşk şiirinin devrimci savaşımdaki yeri alabildiğine tartışılmıştır. Aşk, ilerici-devrimci savaşımda bir zaaf olarak nitelendirilmiştir. Hatta Çin devriminde bir yararı olmaması ileri sürülerek Nâzım Hikmet’in aşk şiirlerinin diğerlerinden ayrı tutulduğu, çevrilmediği, dışlandığı belirtilir. Oysa o şiirlerin ne denli güzel ve anlamlı, nasıl da duyarlık taşıdığı çok iyi bilinir. Hasan Hüseyin de dönem gereği bu anlayışı dizelerine işlemiştir. Aşk, insanlık yarışında zaman zaman insanı tökezleten bir engel olarak düşünülmesine karşın, onun 1972’de “Karıma Altıncı Evlilik Yıldönümü Armağanı” olarak nitelendirdiği şiiri, 50 yıldır şiirle soluklanan biri olarak okuduğum en güzel aşk şiiridir diyebilirim. “Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin / Çünkü aşk / Kavganın içindedir / Çünkü sen / İçindesin kavganın” dizeleri aşkı toplumsal savaşım, toplumsal savaşımı da aşk olarak algılayan bir siyasi bilincin göstergesidir diyebilirim.

-Onu diğer toplumcu-gerçekçi şairlerden ayıran en önemli özellik nedir?

-Dil zenginliği, insanı bütünüyle kucaklayan bir inanç, toplumun geleceğine ayna tutan bir bilinç, devrimci savaşımda kesintisiz bir enerji. Bir de uzun soluklu şiir kurma gücü. Buna Anadolu insanının binlerce yıllık geçmişine ayna tutma anlayışını da ekleyebiliriz.

-Hasan Hüseyin şiirinde İkinci Yeni’nin etkilerini gördüğümüz bir dönem var mı?

-İkinci Yeni şiirinin onu belirgin şekilde etkilediğini söylemek olası değil. Ancak dil oyunları, kimi benzetmeleri, sözcüklerin çağrışımsal yapısını öne çıkaran ifadeleri bu anlamda ilginçtir. Bunun bir anıştırma olarak değerlendirilip kimi şiirlerinde kendini gösterdiğini belirtebilirim. Ancak yapılanı, bilinçli bir seçimle belirtilen akıma dahil olarak değil, dönemin yaygın şiir anlayışının bir esintisi olarak düşünüyorum. Bu durumu, 1950–1960 arasında iktidar olan DP’nin yoğun baskısı karşısında sapılan bir yol olarak da değerlendirmek olasıdır.

-Hasan Hüseyin mizah yeteneğini şiirde nasıl kullanmıştır?

-Hasan Hüseyin’in mizahı şiirinde çok iyi kullanmış, bunu da müthiş bir alaysamaya dönüştürmüştür. Şiirde bu durum sansürün vurucu gücünü karşılamaya yönelik olduğu kadar, söylemin espritüel gücünü de farklı kılıp zenginleştirmeye yöneliktir. Dönemin Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri düşünceyi açıklamada tam bir engeldi. O nedenle kimi şairlerin şiirinde mizahın bir çıkış yolu olduğu vurgulanabilir. Hasan Hüseyin “kafama cop vurdular” sözünü kullansa, “vay sen polisi aşağılıyorsun denebilir” o da bu söylemi, “vurdum kafamı coba” “vurdum kafamı duvara” biçimine dönüştürerek ifadeyi tersinlemiştir. Bilindiği gibi şair söz konusu maddeler nedeniyle Kızılırmak kitabından dolayı yargılanmış, ceza almış ve bir süre hapis yatmıştır. Bu konuda o, şunları söylüyor: “Günümüz şiirinde yergi dizelerle, beyitlerle, kıtalarla gerçekleştirilmiyor da, şiirin bütünü içinde eritilerek veriliyor.” “Yergi için yergi, alay için alay anlayışından uzak bir eğilim bu. Toplumcu gerçekçi anlayış, toplumsal eleştiriyi de yanında getiriyor.” (Dönemeç, Mayıs /1982)

Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ruhi Su

-Hasan Hüseyin halk şiirinden ve destanlardan nasıl beslenmiştir?

-Onun şiirinin kaynağı halktı. Halk şiirini değiştirip dönüştürerek modern şiirde yeniden yaratmıştır diyebilirim. Acıyı Bal Eyledik’te “bak şu bebelerin güzelliğine / kaşı destan gözü destan / elleri kan içinde // kör olasın demiyorum / kör olma da / gör beni” dizeleri “damda birlikte yatmışız / öküzü hoşça tutmuşuz / koyun değil şu dağlarda / san kendimizi gütmüşüz”e götürür okuru.

Burada bütün bir halkın destansal yaşamı, özgün bir biçimde yeniden var kılınır. Onun ilk şiirine giden yolun alabildiğine kültürel bir beslenme ile kotarıldığını söyleyebiliriz. Kendinden öncekilerin neler bıraktığını iyi bilmesi onların üzerine nelerin konulmasını belirlemede önemli rol oynamıştır.

-“Hor baktık mı karıncaya/Kırdık mı kanadını serçenin/Vurduk mu karacanın yavrusunu/Ya nasıl kıyarız insana” diyen Hasan Hüseyin’in şiirlerinde sıklıkla rastladığımız insancıl tavır hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Bu dizeler de onun yukarıda vurguladığım şiirinden “Acıyı Bal Eyledik”ten alınma. Özetle şunu vurgulamak isterim: Hasan Hüseyin bir sevgi ozanıydı. Çocuğu, işçiyi, köylüyü, genel anlamda halkını seven bir şairdi. Ancak yeri geldiğinde Gagarin’in insanlık adına ulaştığı başarıdan gurur duymasını da bilirdi. “dilenmek benim ülkemde/ işsizlik benim ülkemde /ve şeytan taşlamak yasak değildi benim ülkemde/ baböf’ü okumak yasak” diyordu. Ayrıca “benim kurtuluş anıtlarımda mermi yüklü ananın /lumumba’nın kanının/ kanayan viyetnam’ın / kurşunlu duvarlara doğan günlerin” dizelerinde bir sesin kaldığını düşünür. Şairin yüreği bütün dünyayı algılayacak çaptadır.

Azime Korkmazgil onun için yazdığı yazıda “Hasan Hüseyin gerçek bir emekçi halk çocuğudur ve sınıfının bilincine, kitaplardan değil, bu sınıfın alınyazısını yaşayarak varmış bir kimsedir.” diyordu.

-Ozanlık ve şairlik arasında nasıl bir fark var ve Hasan Hüseyin sizce hangi tarafa daha yakın?

-Hasan Hüseyin çok iyi saz çalardı. Eşi Azime Korkmazgil onun adını hep “Ozan” olarak anar. Ozanlıkta halk yazını öndedir. Şiirlerde uyaklar ve redifler belirgindir. Ölçülü bir söylem başattır. Saz ozanları bu disiplinle şiirlerini kurmuş ve türkülere dayanan bir şiirle çevresini etkilemiştir. Hasan Hüseyin’in şiirlerinin kolay bestelenmesinde bu tavrının da önemli olduğunu düşünüyorum. Ben onun için her iki nitemi de kullanabilirim. Ama şairliğinin ozanlığından daha ağır bastığını da belirtmek isterim.

-Yanıtlarınız için çok teşekkür ederim.

-Ben teşekkür ederim. Siz gençlerin bu alana kafa yorması beni derecesiz mutlu etti. Sevgilerimi gönderiyorum. Hasan Hüseyin’i yakından tanıyan biri olarak onun da bu çalışmadan mutlu olduğunu düşünüyorum.

--

--