Bir Garip Hüzün

-nedeni var mıdır hüznün, kim bilir, belki, üzgündü işte adam.

Anıl Sekitmen
Zemheri
2 min readDec 12, 2017

--

Çok soğuk olmayan bir sonbahar günüydü. Puslu bulutların ardından az da olsa hissettiriyordu kendini güneş. Hafifçe esen rüzgarın saçlarını okşaması hoşuna gitti adamın. Gülümsedi, neden sonra hemen çattı kaşlarını. Olmazdı, yakışık almazdı ortalık yerde gülümsemek. Şuracıkta yere tükürse kimin umrunda olurdu ama gülümsemek öyle mi? Bu düşüncelerle uzunca yürümüş, hiç fark etmemişti. Gölün kenarına vardığında uzun süredir yapmadığı gibi gönül eğlemeye karar verdi. Bakındı şöyle bir göle, belli ki sonbahar üzmüştü ağaçları. Her yanda sararmış yapraklar rüzgarda dans ediyordu. Bunlardı işte ulu çınarların gözyaşı. Ayaklarının altında hışırdayan onca yaprağa rağmen durmadı. Dinlemiyordu belki de kim bilir. Tek arkadaşı rüzgardı; uğulduyordu, ağlıyordu, anlatıyordu. O anlattıkça adam hızlanıyordu. Üşümüştü belli ki ama söylenemiyordu tek dostuna, var git işine diyemiyordu. Usulca tuttu evin yolunu ondan kaçar gibi değil de, daha çok onun olmak ister gibi. Eve vardığında vedalaştı tek dostuyla. Bunun kısa süreli bir veda olduğunun da farkındaydı. Her yer kararıp da sokaklar kedi ve köpeklere kaldı mı yine gelecekti, pencerenin çok da iyi kapatamadığı aralıklarından fısıldayacaktı bu defa. Biliyordu, gelirdi çünkü hep, gelmişti. Tek gözlü evinin ortasında yanan kömür sobasının duvarda aksettirdiği yansımalara bakarken yine düşünüyordu. Sabahları gerekmezdi sobayı yakmak ama akşamlar acımıyordu bu fakire. Kalktı ve radyonun kulağını kıvırdı. Eskilerden bir şarkı çalıyordu şimdi, hani şarkıların şarkı olduğu o yıllardan. Somyanın üzerine kıvrıldı, bekledi ki dostu gelsin de iki kelam etsinler. Gelmedi, her gün penceresini aşındıran dostu belli ki darılmıştı ona. Sobanın sıcağıyla sızıverdi oracıkta, düşünüyordu.

Köpeklerin havlamasına uyandı. Uyku sersemi ayağının serçe parmağını kapıya çarptı. Bir küfür savurdu hemen kapıya. Radyoyu da açık unutmuştu hem, bu sıralar bunu çok yapar olmuştu. Hiçbir şey yemeden ceketini alıp yola koyuldu. Zaten bir şey de yemek istemiyordu, canı burnundaydı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Düşünüyordu. Meydana vardı. Dün buradan geçerken, saçlarını okşamıştı rüzgar. Nasıl da hoşuna gitmişti ama. Şimdiyse ortalıkta görünmüyordu. Belli ki terk etmişti onu. Terketmişti işte onu terkeden herkes gibi vazgeçmişti rüzgar da. Durdu, düşünüyordu. Canı hâlâ burnundaydı. Bir küfür daha savurdu okkalıca yere tükürdükten sonra. Herkes adama dikkat kesilmiş bir sonraki adımını bekliyordu. Umudunu kesmişti adam, haklı da çıkmıştı, kimsenin umrunda olmamıştı yaptıkları. Birkaç düğmesini kaybettiği ceketinin önünü ilikledi, kocaman bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Anladı ki geçmezmiş bu hayat birilerini düşünmekle.

Evinin yolunu tuttu adam, şarkılarını özlüyordu.

Kim bilir belki hâlâ düşlüyordur.

--

--