Her zaman cevapsız sorular vardır…

Ebubekir Bugur
Zemheri
2 min readMay 26, 2017

--

Hayat bizi her zaman farklı sorulara yönlendiriyor. Bazen bu soruların cevabını yanlış ya da doğru, kesin bir sonuca varmış olarak veriyoruz. Bazen de emin olamadan cevap veriyoruz hani belki başka zaman, başka bir yerde sorulsa birbirinden çok farklı cevaplar vereceğimizin farkında olmamamıza rağmen bir cevap veriyoruz, sırf bir cevap vermiş olmak için. Oysaki bazen öyle sorularla karşılaşıyoruz ki ne cevap vereceğimizi bilemeden kalakalıyoruz, hani evet kesinlikle böyledir benim için veya şöyledir bile diyemiyoruz. Sanki ağzımızdan bir kelime çıksa diğer kelimenin kuyruğuna tutunamadan öylece dipsiz bir kuyuya gidecekmiş gibi olur. Yani o sorunun cevabı yoktur bizde. Zaten yaşamak bize, bizde cevabı olmayan soruları bir bir öğreten bir öğretmen gibidir, bu sorulara cevap buldukça daha yaşamış oluyorduk, daha büyümüş oluyorduk. Ölüm geldiğinde kim hangi sorusuna ne kadar cevap arayıp bulursa o kadar dolu gidiyordu işte. “Cevapsız soru da neymiş?” deyip çok da derinlere dalmamak lazım, en basitinden düşünelim: Hepimizin ne kadar da çok cevapsız sorusu vardı dünyaya yeni geldiğimizde. 4 yaşında bir çocuk; “anne bu nedir?” diye belki bir kalemin ne olduğunu sorar çünkü bilmez o çocuk, daha önce görmemiştir belki veya görmüştür ama öğrenmemiştir adı nedir diye. Hayatımızın ilk zamanlarından itibaren vardır böyle sorularımız, cevabını bilmediğimiz pek çok şey. İşte çocukken bir kalemin ne olduğunu sormaktan başlayıp ölene dek daha neler neler sorup cevap buluyorduk.

Ben de böyle bir soru ile karşılaşmıştım epey zaman önce. Gerçekten birkaç cümle kuracakmış gibi olduğumda o cümleler o an, ağzımdan çıktığı an sanki karşımdakine doğru değil de bir rüzgarla tekrar bana doğru gelecekti, söyleceğim cevap bana bile boş geldi. Benim için cevap yoktu, evet sırf kurulmuş olması için belki laf kalabalığı yapardım ama cevap olmazdı bu. Gerçek bir cevap hiç olmazdı çünkü gerçek bir cevap olması için öncelikle cevap verenin o cümlelerin içini boş boş değil, doldurarak göndermesi gerekirdi. Eğer kurduğumuz cümleleri aklımızla kalbimiz arasındaki kocaman ırmağın içinden geçirip kurarsak o cümleleri doldurmuş olurduk.

Soru şu şekildeydi: Gitmek mi daha zor yoksa kalmak mı?

Evet, artık bir cevabım var içini doldurduğumu hissettiğim ve bir o kadar da acaba başka zaman olsa başka bir mekan olsa cevabım değişir mi dediğim bir cevabım var ama evet bir cevabım var artık. Bir cevap kazandım, bir soru daha kazandım.

Giden eğer sensen; giderken senden geriye kendini bırakman kadar zordur gitmek.

Kalan eğer sensen; kalırken senden giden kadar zordur kalmak.

Giden eğer bir başkasıysa gidenin sende kaldığı kadar zordur gitmek…

--

--

Ebubekir Bugur
Zemheri
Writer for

Ses az olsun huzurunda,sessiz huzurun tadı başka olur .