İnsanın Anlam Arayışı - Viktor Emil Frankl

Savinien
Zemheri
Published in
3 min readAug 26, 2018

Bu kitap, gerçeklere ve olaylara ilişkin bir açıklama olma iddiasında değildir, milyonlarca tutuklunun tekrar tekrar yaşadığı kişisel deneyimlerin bir özetidir. Bu, bir toplama kampının, orada bulunup da sağ kalmayı başaranlardan birisi tarafından anlatılan iç öyküsüdür. Bu öykünün konusu, zaten yeterince anlatılan (yine de yeterince inanılmayan) büyük dehşetler değil, yaşanan sayısız küçük acılardır. Başka bir deyişle bu kitap şu soruya cevap vermeye çalışacak: Ortalama bir tutuklunun zihninde canlandığı şekilde, bir toplama kampındaki gündelik yaşam nasıl bir şeydi? Burada anlatılan olayların çoğu, büyük ve ünlü toplama kamplannda değil, gerçek imha işlemlerinin çoğunluğunun gerçekleştiği küçük kamplarda geçmiştir. Bu öykü, büyük kahramanların ya da şehitlerin acılarını ve ölümlerini anlatmadığı gibi, Kapolar’ın* ya da ünlü tutukluların öyküsü de değildir. Bu nedenle güçlü olanın acılarını değil, kayıtlara geçmeyen o büyük adsız kurbanlar ordusunun özverilerini, çarmıha gerilişlerini ve ölümlerini konu olarak seçmiştir. Bu ordu, kollarında hiçbir ayırdedici işaret taşımayan ve Kapolar tarafından gerçekten küçümsenen sıradan tutuklulardan oluşmaktaydı. Bu sıradan tutukluların yiyecek hemen hiçbir şeyleri olmamasına karşın Kapolar hiçbir zaman aç kalmamıştır; aslında Kapolar’dan birçoğu, toplama kamplarında, yaşamlarının önceki dönemlerinde olduğundan daha iyi bir yaşam sürmüştür. Çoğunlukla tutuklulara karşı gardiyanlardan daha katı davranıyorlar ve tutukluları SS adamlarından daha acımasızca dövüyorlardı. Bu Kapolar elbette kişiliği böyle bir işe uygun olan tutuklular arasından seçiliyor ve kendilerinden bekleneni yapmadıkları takdirde anında görevden alınıyorlardı. Bu insanların, Kapo yetkisini alır almaz, SS adamlarından ve kamp muhafızlarından hiçbir farkları kalmıyordu; bu nedenle benzer bir psikolojik temelde yargılanabilirler. Dışarıdan bakan birisi için, kamp yaşamına ilişkin duygusallık ve acımayla karışık yanlış bir fikir edinmek kolaydır; çünkü tutuklular arasında egemen olan çetin var olma savaşı konusunda pek bir şey bilmez. Bu, gündelik ekmek için, yaşamın kendisi için, kişinin kendi yaşamı ya da iyi bir dostun yaşamı için verilen amansız bir mücadeleydi. Resmi kaynaklarca belli sayıda tutuklunun başka bir kampa nakli olarak açıklanan bir sevk olayını ele alalım; oysa gerçekte bu sevkin nihai varış yerinin gaz odaları olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi. Çalışamayacak kadar hasta ya da zayıf olan tutuklular, gaz odaları ve krematoryumlar bulunan küçük merkezi toplama kamplarından birisine gönderiliyordu. Gidecekleri belirlemek için yapılan seçme işlemi, bütün tutuklular ya da gruplar arasında amansız bir mücadele işareti oluyordu, önemli olan tek şey, kişinin kendi adının ve arkadaşının adının kurbanlar listesinde atlanmasıydı, buna karşın herkes, kurtarılan her insan için bir başka kurbanın bulunması gerektiğini de biliyordu. Her sevkiyatta belli sayıda tutuklunun gitmesi gerekiyordu. Kimin gideceği gerçekten bir önem arz etmiyordu, çünkü tutuklulardan her birisi bir numaradan başka bir şey değildi. Toplama kampına girişlerinde bütün belgeleri ve bütün eşyaları alınıyordu (en azından Auschwitz Toplama Kampı’ndaki yöntem buydu). Bu nedenle her tutuklu, sahte bir isim ve meslek uydurma fırsatına sahipti ve çeşitli nedenlerden ötürü birçoğu bunu yapıyordu. Yetkililerin ilgilendiği tek şey, tutukluların numaralarıydı. Bu numaralar çoğunlukla vücuda dövmeyle yazılıyor, ayrıca giysilerin üzerine de yazılması gerekiyordu. Bir tutuklu hakkında ihbarda bulunmak isteyen bir gardiyanın, tutuklunun numarasına bakması yeterliydi (böyle bakışlardan ne kadar korkardık!), bu amaçla kesinlikle tutukluya adını sormazdı. Sevk için hareket etmek üzere olan konvoya dönecek olursak, kimsenin ahlâki sorunlara kafa yormaya ne zamanı ne de arzusu vardı. Herkesin düşündüğü tek bir şeydi: Evinde kendisini bekleyen ailesi için yaşamak ve arkadaşlarını kurtarmak. Bu nedenle bir başka tutuklunun, bir başka “numaranın” sevkiyatta kendi yerini alması için elinden geleni yapmakta bir an bile duraksamıyordu. Daha önce değindiğim gibi Kapo seçme işlemi negatif bir şeydi; tutuklular içinde en acımasız, en hayvani olanlar bu iş için seçiliyordu (ancak bazı mutluluk verici istisnalar da vardı). Ama SS’ler tarafından yürütülen Kapo seçiminin yanı sıra, bütün tutuklular arasında her zaman sürüp giden bir kendinden seçilme süreci işliyordu. Ortalama olarak, sadece yıllar boyunca o kamptan bu kampa taşınan, varoluş mücadelesinde bütün ahlâk değerlerini kaybeden tutuklular yaşayabiliyordu: Bu tutuklular, kendilerini kurtarmak için dürüst olsun olmasın her yola, her türlü acımasız güce, hırsızlığa, dostlarına ihanete başvurmaya hazırlardı. Birçok şanslı olayın ya da mucizenin (artık buna ne derseniz deyin) yardımıyla geri dönmeyi başaran bizler biliyoruz: En iyilerimiz dönmedi.

*Özel ayrıcalıkları olan ve vekil olarak hareket eden tutuklular.

Bu pasaj Okyanus Yayınlarının İnsanın Anlam Arayışı kitabından alınmıştır.

--

--