Metin Akgün ile Göğüs Hastalıklarına Dair

Zehra Efe
Zemheri
Published in
15 min readMay 20, 2020

Z: Öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Hekimliğe ve seçeceğimiz uzmanlık alanına dair görüşlerinizin bizlere yeni pencereler aralayacağını düşünüyoruz.

İsterseniz röporaja öğrencilik yıllarınızla başlayalım. Öğrencilikte aklınızda net bir bölüm var mıydı? En başından beri göğüs hastalıklarını mı düşünüyordunuz? Başka alternatifleri nasıl elediniz?

M.A : Şöyle oldu, öğrencilikte teknolojiyi sevdiğim için daha çok bilgisayar kullanabileceğim alanlar düşünüyordum, mesela göz hastalıkları bunlardan bir tanesiydi. Bir psikiyatri hocamız vardı, İsmet Kırpınar-şu an Bezmialem’de, televizyon programlarına da çıkıyor-, o da psikiyatriye gelmem için ısrar ediyordu ama sonradan diğer seçenekler oluşmaya başladı, sınava girdiğim zaman da Erzurum’da kalmam gerekiyordu. Erzurum’da kalmam gerekince de hocalarını sevdiğim bölümleri sıraladım, göğüs hastalıkları ve psikiyatri yazdım, göğüs hastalıkları geldi ve bu şekilde başladık. Üniversiteyi bitirene, TUS’ a girene kadar göğüs hastalıkları hiç aklımda yoktu.

Z: Asistanlık ve uzmanlıkta göğüs hastalıkları beklentilerinizi karşıladı mı?

M.A : Göğüs hastalıklarından branş olarak çok büyük bir beklentim yoktu ama akademik hayatı istiyordum, bilimsel açıdan bir şeyler yapabilmek hep hayalimdi. Göğüs hastalıkları hocaları da o dönem geçekten çok iyiydi ve hayalime yaklaşmamda bu hocaların bayağı faydaları oldu. Şöyle oldu: ilk başladığım hafta kıdemli asistanımız tezini yazıyordu, ben de tezine yardımcı oldum, yaptığım şey aslında çok basit bir işlemdi, excellde 5000 vakanın vücut kitle indeksini pratik olarak hesaplamak. Sonrasında o abimiz hocaya beni sundu “Hocam tezimde çok yardımcı oldu.” diye ve tesadüfen o dönem Türk Toraks Derneğinin proje geliştirme kursu vardı. Hoca da kursa kimi göndereyim diye düşünüyordu, o arada ben de bu işlere meraklıyım diye bir baktım kurstaydım. Süreç bu şekilde başladı. Benim akademik hayatımın temellerinin atılmasında önemli bir kurstu. Kursa şu anda Dünya Bankası’nda üst düzey görevli bir Türk vatandaşı olan Enis Barış, Hacettepe’ den İzzettin Barış hocanın oğlu, gelmişti ve uluslararası proje, bilimsel çalışma nasıl yapılır anlatmıştı. İlk temeller öyle atılmış oldu. İki tane daha hayalim vardı. Uluslararası çok etkin bir dergide yayın yapmak ve uluslararası bir kongrede kürsüye çıkmak. Göğüs hastalıklarında oluşan ortam adım adım oraya doğru yardımcı oldu, yani hocaların katkısı, göğüs hastalıkları alanının kendi içindeki demokratik yapısı derken basamaklar birer birer kolay çıkıldı.

Z: Evet hocam, hastanemizde göğüs hastalıklarının ortamı gerçekten çok sıcak olduğu için birçoğumuz bu bölümü seçmeyi düşünüyor. Öncesinde aklımızdan hiç geçmiyordu ama stajı alan her gruptan birkaç öğrenci “Çok sıcak bir ortam, göğüs hastalıkları branş olarak mı güzel yoksa ortam çok güzel olduğu için mi sevdik” ikilemine düşüyor.

M.A : Göğüs hastalıklarının ilginç bir hikayesi var Türkiye’de. İlk önce fitizyoloji diye kuruluyor, Ankara Tıp bünyesinde diye biliyorum. Daha çok tüberküloz ile mücadele için. Hep böyle sosyal konulara ilgi duyan bir branş oldu, göğüs hastalıkları. Tüberküloz, göçmen sağlığı, hava kirliliği, iklim değişikliği vs. gibi. Bir de branşlar bazen insanın karakterini değiştiriyor ya da belki de karakter o branşı seçiyor, bilemiyorum. Ama genel olarak Türkiye’ de ilaç firmalarında çalışanlar göğüs hastalıklarına farklı bir gözle bakarlar, genel olarak olumlu bir havası var.

Z: Asistanlığınızı da burada yaptınız. Peki sizce Atatürk Üniversitesi göğüs hastalıklarının Türkiye’deki konumu nedir?

M.A : Göğüs hastalıkları çok iyi bir yerde. Benim başladığım dönemde gelen 2 hocamız vardı, birisi Yedikule Hastanesi, diğeri Süreyyapaşa Hastanesi çıkışlı. Bu iki hastane göğüs hastalıklarında çok önemli yeri olan hastaneler. Onlarla başlayan pozitif bir süreç var. Tabii sonra üzerine koya koya gittik. Şu anda sadece allerji kısmında biraz gerideyiz, onun dışında pek çok alanda iyi yerlerdeyiz. Yoğun bakımımız, bronkoskopimiz, girişimsel bronkoskopimiz, uyku laboratuvarımız var. Hemen her şeyi yapıyoruz. Bizim farklı olduğumuz, önde olduğumuz bir konu da var, bilimsel çalışmalarımız. Öğretim üyesi başına düşen yayın konusunda ilk sıralardayız, belki de ilk sıradayızdır.

Z: Peki göğüs hastalıkları isteyen öğrencilere hangi üniversitelerde asistanlık yapmalarını önerirsiniz?

M.A : Zor bir soru. Benim gittiğim yerler anlamında söyleyeyim. Bir dönem Ege Üniversitesi’nde bulundum. Şu anda en büyük göğüs hastalıkları kliniği olan üniversite hastanesi. Kendine ait radyoloji ünitesi, laboratuvarları var, her şeyi kendi içerisinde, yani üniversite içinde ayrı bir hastane gibi. Muhtemelen önceki rektörü göğüs hastalıkları uzmanı olduğu için. Ülkü Bayındır hoca, orayı çok güzel kurmuş. Tabii ilk kurulması nedeniyle Ankara Tıp Göğüs Hastalıkları da çok iyi bir yerde, orası da önerilebilir. Süreyyapaşa, Yedikule Hastanelerine de hastalar çok gittiği için çok fazla hasta görebilme ve kendini yetiştirebilme anlamında avantajlar sunuyor. Ankara Sanatoryum da öyle. Bunlar üç büyük devlet eğitim araştırma hastanesi. Bunlar dışında büyük şehirlerdeki üniversitelerin hepsine gidilebilir. Hepsinde birçok şey yapılıyor. Mesela Akdeniz Üniversitesi. Tek tek isimlerini saymak belki doğru olmaz ama büyük şehirlerdeki üniversitelerin hepsi aynı kategoride, Erciyes, Atatürk, Samsun… aklıma gelenler.

Z: Bizim de içimizde hep Ankara, İstanbul, İzmir olmazsa sanki yeterince iyi bir eğitim alamazmışız gibi bir korku var.

M.A : Şimdi tüm uzmanlık branşları için geçerli bir problem aslında. Bir şeyi seçmek lazım. Mesela özel hastanelerde de uzmanlık yapılabiliyor ama özel üniversitelerde hasta profili belli. Sadece belirli hastalar gidiyor oraya, bu nedenle oralar yetişmek için çok iyi değil. Yeni açılan üniversitelerde de birtakım eksiklikler var, hem öğretim üyesi hem de hastane anlamında. O yüzden daha geçmişi olan ve büyük şehirde olan üniversiteler tercih edilebilir.

Z: Sık sık yurtdışına gittiğinizi, kongrelere katıldığınızı duyuyoruz. Gözlemlerinizden yola çıkacak olursak sizce Türkiye göğüs hastalıkları açısından dünyada nerede? Neleri geliştirmemiz gerekiyor?

M.A : Sadece göğüs hastalıkları açısından mı?

Z: Genel fikrinizi de almayı çok isteriz.

M.A : Genel olarak Türkiye’de bilime çok fazla önem verilmiyor. Birtakım şeylere teşvik ediliyor ama köklü, sistemli bir gelişme için daha çok şey yapmak gerekiyor. Yurtdışında gittiğim merkezler, laboratuvarlar var hem çok büyük katkı alıyorlar hem de şartları çok iyi. Yani biz bilimsel çalışma anlamında geleceğe dönük ilaç geliştirme, birtakım şeyleri tedavi etme anlamında en az 100 yıl gerideyiz, en az diyorum. Bizdeki yayın dürtüsü genelde akademik kaygıyla yapılıyor. Doçent, profesör olmak için, atanmak için gereken yayınlar… Bu kadar yayının içeriğine baktığımız zaman da ya bir kit çalışılıyor ya da daha önce başka bir yerde çalışılmış şeyi burada tekrar ediyoruz. Kitlere bir sürü para ödüyoruz. Özgün şeyler yapmamız gerekiyor. Onun için de güzel sistem kurarak birkaç belli başlı merkezle çalışmalar başlatılabilir. YÖK’ün araştırma üniversitelerine girişimi o anlamda pozitif ama bunun sadece isimde kalmaması gerekiyor. Belki daha küçük enstitüler, araştırma merkezleri yapılarak başlanabilir. Bizden çok fazla insanın yurtdışına gidip oralardaki merkezlerde çalışması lazım. Oradaki sistem görülüp onun getirilip buraya uyarlanması gerekiyor. Genelde başarı öyle geliyor. Mesela göğüs hastalıkları alanında şu anda Türk Toraks Derneği Başkanı Hasan Bayram hoca var. YÖK bursu ile asistanken İngiltere’ye gidiyor, İngiltere’de hücre kültürü laboratuvarında çalışıyor, sonra gelip uzmanlığını bitiriyor. Önce çalıştığı Gaziantep’te bir tane laboratuvar açtı şimdi aynı laboratuvarı Koç Üniversitesi’nde açtı. Ama tabii bunu yapabilmesi için gidip orada görmesi lazımdı; dünya nerede, süreç nasıl işliyor vs. Türkiye’de çok başarılı bir şekilde uyguluyor. Yine başka bir arkadaşımız var, şu an Çukurova Üniversitesi’nde başladı. O da genetik ile ilgili Amerika’da çalıştı ve o da Çukurova’da akciğer kanseri genetiği üzerinde araştırma yapmak için laboratuvar açtı. Mutlaka yurt dışına çıkmak gerekiyor. Yurtdışına çıkmadan burada yeni bir şey başlatmak kendi başına çok güç.

Z: Aynı bağlamda bize USMLE’ ye girip yurtdışında asistanlık yapmamızı önerir misiniz?

M.A : Tabii imkanlarımız varsa yapmayı öneririm. Ayrıca USMLE Amerika’daki TUS diyebileceğimiz bir sistem. Amerika’daki tıp eğitimi zor ama nitelik olarak fena değil. Amerika ya da Avrupa özellikle İngiltere, Fransa, Almanya önemli yerlerdir. Uzmanlık için gidilmese bile belki rotasyonlar için gidilebilir. Öğrenci iken Erasmus kapsamında gidilebilir. Mutlaka yurtdışı görmek lazım.

Z: Şu an Erasmus’la büyük ülkelere gidemiyoruz ama belki asistanlığımızda gidebiliriz.

M.A : Belki üniversite o konuda girişimde bulunursa geliştirilebilir. Bu alanları genişletmek lazım, sadece belli başlı merkezlere gidilebiliyor. Bu sayı artırılabilirse daha da yararlı olabilir diye düşünüyorum.

Z: Şu an göğüs hastalıkları açısından Tus puanlarını nasıl buluyorsunuz? Sizce yükselecek mi?

M.A : Göğüs hastalıkları için değil de genel olarak Tus puanları düşmeye başladı. Şu anda puanları belirleyen iki şey var: para kazandırıyor olması ve rahat olması. Malpraktis bu konuda çok büyük rol oynuyor. Eskiden en yüksek puanla asistan alan bölümler kadın doğum ve diğer cerrahi branşlarken şimdi puanlar çok düşmeye başladı. Hem tercih edilebilirliği düşüyor hem de bu puanlar kaliteyi düşürüyor. Göğüs hastalıkları için de aynı şey geçerli. Yani insanlar dışarıda ne kadar rahat edebiliyorsa o branşa o kadar yöneliyor. Bizim dönemimizde atmışlarla girilirken şu an ellibeşlere falan düştü. Birçok branş için geçerli bu. Roller zamanla değişiyor. Umarım daha iyi olur.

Z: Şu an dediğiniz gibi dermatoloji gibi daha rahat bölümlere kayıldığı için göğüs hastalıkları, pediatri, dahiliye puanları düşüşte. Bu ileride düzelecek mi sizce? Bunun için Sağlık Bakanlığı’nın özellikle cerrahi branşların döner sermaye katsayılarını değiştirerek cerrahi branşlara ek yapma durumunun söz konusu olabileceğini duyduk sizce bu işe yarar mı?

M.A : Yarayabilir ama bu performansa dayalı sistem tıp fakülteleri açısından çok uygun bir sistem değil, yani eğitim kalitesini düşürüyor. Çünkü performans tercih edildiği zaman eğitime olan ilgi azalıyor öğretim üyeleri açısından. Eski muayenecilik sistemi gibi, eskiden muayenehaneye gidip eğitimi aksatırlardı. Bu konuda tedbir almak lazım belki başka çözümler getirilebilir. Tabii göğüs hastalıkları da Türkiye’de tam olarak yerini bulmuş değil. Mesela Amerikan sisteminde göğüs hastalıkları dahiliye uzmanlığının üstüne yapılıyor daha çok yoğun bakım şeklinde gidiyor. Avrupa’da ise farklı, bize yakın, bizim sistemimizi de Avrupa’dan aldık zaten. Türkiye’de performans sistemini çok tasvip etmiyoruz, göğüs hastalıklarının yaptığı işlemlerin performans puanları da çok düşük. Dolayısıyla aynı iş düzeyinde çalışan başka branşlar daha yüksek ücretler alabiliyor. Bizim hastanemiz için de geçerli. Tabii bunların hepsi sağlık çalışanlarının çalışmasını olumsuz etkiliyor.

Z: Az önce de bahsetmiştik cildiye, fizik tedavi uzmanlığı gibi bölümlerin çalışma yoğunluğunun diğer branşlarla kıyaslandığında daha az olması ve malpraktis riskinin daha düşük olması sebebiyle bu bölümler çok yüksek puanlarla tercih ediliyor, peki bu durumu iyileştirmek amacıyla ülke çapında ne yapılabilir tercih yapacak öğrencileri biraz daha zor bölümlere yöndendirebilmek açısından?

M.A : Çözüm teşvik. Geçmiş dönemlerde sağlık sigortasının getirilmesi ile başladı süreç. Bireysel olarak sağlık sigortası ödendiğinde kişiye ek maliyet geliyor ve yasal süreçler sağlık çalışanlarının aleyhine işliyor belki bunlar düzeltilebilir. Mesela başka bir alanda herhangi bir problem olduğunda bu kadar yüksek tazminatlar ödenmiyor ama sağlıkla ilgili olduğu zaman konu, özellikle kadın doğumcular için çok daha yüksek riskler söz konusu çünkü bir doğumda çocukta problem olduğu zaman yargıda çocuğun yaşı ortalama yaşam süresi ile hesaplanıyor ve tazminatlar da ona göre katlanıyor. Aldıkları maaşlara baktığımız zaman alınan ücretler ile ödenen tazminatlar arasında ciddi farklar var. Bu dengenin gözetilmesi lazım, ya ücretlerin artırılması ya da tazminatların daha makul düzeyde olması lazım. Sigortacılık sistemininde gözden geçirilmesi lazım eskisi gibi yine bireysel değil de kamu üzerinden giderse çalışanlar kendi iş güvenliği anlamında daha rahat edebilirler diye düşünüyorum.

Z: Hocam göğüs hastalıkları asistanlık sürecinde yoğunluğu, nöbetler, hasta sirkülasyonu açısından nasıl sizce?

M.A: Göğüs hastalıkları aslında zor bir bölüm, çok kolay değil. Özellikle nöbetleri, bir de bizim hastanemize özel bir takım şeyleri var. Bölge hastanesi olunca ağır hastalar genelde buraya yönlendiriliyor tabii zorluğun ortaya çıkmasında sağlık sistemimizin negatif yönde etkisi var. Sevk zinciri işliyor olsa polikliniğimize günde 100–120 hasta gelmemiş olur. Birinci, ikinci basamakta çözülürse bunlar belki yarısından çoğu gelmeyecek ya da bizim dışımızdaki Ağrı, Kars’taki devlet ve üniversite hastaneleri daha işler hale gelse, daha etkin kullanılsa belki çok problemli hastalar da gönderilmeyecek. Hem devlet hastanesi hem üniversite hastanesi gibi çalıştığımız için asistanlık süreci zor, pek kolay değil.

Z: Peki bu durum ülke çapında da aynı şekilde mi?

M.A: Tabi ülke çapında da aynı şekilde. Yeni açılan üniversiteler biraz daha rahat olabilir ama orda da dediğim gibi eğitim anlamında dezavantajlar var. Belki daha rahat kazanılması anlamında tercih edilebilir ama bir Hacettepe Üniversitesi’nde alacağınız, bir Atatürk Üniversitesi’nde alacağınız eğitimle yeni açılan üniversitede alacağınız eğitim aynı olmayacaktır.

Z: Periferde hekimlik, poliklinik, göğüs acilleri açısından ne kadar yoğun, hastaların ne kadarı sevk edilmeden periferde tamamen tedavi edilebilir?

M.A: Aslında birçoğu tedavi edilebilir. Sadece yoğun bakım gereken hastalar ya da tetkik edilmesi gereken vaskülit gibi veya belli başlı nadir hastalıklar var onlar dışında %90 dan fazlası periferde tedavi edilebilir.

Z: Peki yoğunluğu nasıl mesela kardiyoloji çok yoğun oluyormuş periferde?

M.A: Göğüs hastalıkları çok yoğun olmaz ama bulunduğu merkeze göre icap nöbetleri falan tutmak gerekiyor, bulunduğu yerin uzman sayısına göre olumsuz etkilenenler var. Mesela Erzurum’ da şu anda göğüs hastalıkları hastanesinde 5 uzman var o da ayda 6 tane icap nöbeti demek. Yani yoğunluğu bulunduğu bölgedeki uzman sayısı ile ilişkili. Eskiden 12–13 uzman vardı ayda 2–3 nöbet ancak düşüyordu.

Z: Hocam bize kalp damar cerrahisi gibi cerrahi alanlar mesleki tatmini çok yüksekmiş, radyoloji gibi pek hasta görmeyen alanların da biraz düşükmüş gibi geliyor. Göğüs hastalıkları o skalada nerede sizce?

M.A: Mesleki tatmin anlamında yaptığınız işi hakkıyla yaparsanız her branş tatmin edecektir. Ama cerrahi branşlarda sonuç hızlı alındığı için süreç daha hızlı görülüyor ama kronik hastalıklarla uğraşmak daha ayrı, daha çok özveri gerektiriyor. Ama yapan hekimlerin mesleki tatmin aldıklarını düşünüyorum. Göğüs hastalıkları bunlardan bir tanesi.

Z: KOAH, astım hiç iyileşmeyecekmiş sanki sürekli ataklarla gelecekmiş gibi bir izlenim bırakıyor bizde.

M.A: İşte o yüzden göğüs hastalıkları biraz daha koruyucu sağlık hizmetlerine yöneliyor. Tütün kontrolü, tüberküloz mücadelesi gibi onları yapmak lazım.

Z: Hocam bizim şu an en büyük korkumuz perifere gittiğimizde bir şeyleri yanlış yapmak, bu anlamda göğüs hastalıklarının özellikle mesleğin ilk yıllarında malpraktis riski ne kadar?

M.A:Benim bildiğim çok ciddi davalar yok göğüs hastalıkları ile ilgili. Sadece sevk zinciri, yatak yeri bulunamaması gibi problemler yaşanıyor çünkü artık hastaları birçok işlemden önce bilgilendiriyoruz. Riskler anlatılıyor, hiçbir şey risksiz değil diğer branşlar için de geçerli. Riski öngörüyorsanız, yeterli bilgilendirme yapıyorsunuz. Bazen kaçınılmaz şeyler oluyor; plevra biyopsisi yapıyorsunuz, pnömotoraks gelişebilir. Bunları anlatıyorsunuz, gelişirse ne olur anlatıyorsunuz. Hasta kendine göre kar-zarar hesabı yapıyor. Ondan sonra işleminizi yapmak zorundasınız, bir şekilde tanı koymanız lazım. Hastayla iyi diyalog kurulursa çok problem olacağını sanmıyorum. Bir de kendini yetiştirmesi önemli tabii.

Z: Peki ölümcül sonuçlar doğrabilecek acileri açısından?

M.A: Bizim yoğun bakım gerektiren hastalıklarımız belli pnömoniler, ARDS’ler, hemoptiziler. Daha çok bunlar yani solunum yetmezliği ile gelen hastalar,onlara da periferde yapılacak şeyler belli mekanik ventilatör ya da non-invazive yöntemler iyi öğrenilirse ya da entübe etmek; onlarda da sorun olmaz diye düşünüyorum.

Z: Daha genel bir konuya geçecek olursak hocam, sosyal medyada ve televizyonda sürekli hekime şiddet haberleri duyuyoruz. Gün geçtikçe toplum gözünde hekimlik farklı boyut alıyor, saygı azalıyor. Sizin bu konudaki görüşünüz ne? Sık sık bu olaylarla karşılaşıyor musunuz, karşılaşıyorsanız bunlarla nasıl başa çıkıyorsunuz?

M.A: Aslında bu genel bir sorun. Sadece hekimlere olan bakış açısı değil, öğretmenlere olan bakış açısı, yargıya olan bakış açısı her şey bir anda değersizleşmeye başladı. Belki çağımızın sorunu ama politikacıların da yanlış politikaları, halkı yanlış bilgilendirme söz konusu. Mesela bir ara ‘hekimler çok para alıyor veya hekimlerin eli vatandaşın cebinden çıkarılacak’ gibi bir takım uygunsuz kullanımlar, özellikle otorite sayacağımız kişiler tarafından yapılınca tabi olumsuz etkiler görülmeye başlandı. Toplumda hala hekime saygı var ama kazandığı parayla insanlar değerlendirilmeye başlandılar. Aldıkları ücretler düştükçe toplumdaki değerleri de orantısal olarak düşmekte. Bir dönem hekimler çok iyi maaş alırmış hatta kaymakamdan çok ücret aldığı dönemler olmuş. Saygınlık biraz bizim ülkemizde ne yazık ki diplomayla ve ücretle ilişkili. Ücret politikası, hekimlerin çalışma şartları, işte sevk zincirinden bahsettik. Bir hekimin bakması gereken günlük hasta sayısı aşağı yukarı bellidir. Amerikalı bir arkadaşım vardı günde 15 hasta olunca çok hasta diyordu, günde 15 hasta bakılmaz diyordu. Ama bizim polikliniklerimizde günde 120–150–200’e çıkan sayılar var. Bunlar hem hekimin sağlığını olumsuz etkiliyor hem de vatandaş yeterince sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor. Bizim bir çalışmamız vardı göğüs hastalıkları için: bir hastanın ortalama muayene süresi normal şartlarda 20 dakika, şimdi bunu hesaplarsanız saatte 3 hasta ediyor, 8 saat mesai yaparsanız 24 hasta ve bizim gördüğümüz hasta sayısıysa bu rakamların çok çok üstünde. Bence şiddetin en önemli sebeplerinden biri bu. Hekimlerin hastaya ayıracak zamanı olmuyor, hastayı dinleyemiyor, malpraktise de yol açıyor bunlar.

Z: İlgilendiğiniz hastalıkların kronik hastalık olması ve hasta kitlenizin ileri yaşta, komorbid hastalar olması sizi nasıl etkiliyor?

M.A: Yaşam süresinin uzmasına bağlı olarak kronik hastalıklar da artıyor. Mesela eskiden alzheimerlı hastamız olmazdı, şimdi alzheimerlı hastalar da takip ediyoruz. Ayrıca sağlık koşullarının iyileşmesiyle bazı kronik çocuk hastalıkları yetişkin çağa gelmeye başladı. Örneğin eskiden yetişkin çağda kistik fibrozis görmezdik ama şimdi çocuk göğüs hastalıkları uzmanları çok iyi baktığı için biz yetişkin çağda da kistik fibrozis görmeye başladık. Ayrıca yaşlanmaya başladıkça hastaların komorbiditeleri gelişiyor. Nüfus yaşlanmaya başladıkça bizim de hastalıkların tedavisi için farklı stratejiler geliştirmemiz gerekiyor. Yurtdışındaki örneklerinde, bu tür hastaların tedavisinde hekimden ziyade yardımcı sağlık personeli ön planda. Keşke burada pulmoner rehabilitasyon yapabiliyor olsaydık. Sadece belli merkezlerde var. Palyatif bakımın gelişmesi, bize yardımcı olması lazım. Evde bakım hizmetleri o açıdan yararlı, biz hastayı uzun süre yatıramıyoruz ama evde bakımdan yararlanabiliyor. Bunlar yaşın artışıma bağlı olarak zamanla geliştirilebilen şeyler.

Z: Göğüs hastalıkları, asistanlık ve uzmanlık sürecinde mesleki tatminin yanı sıra maddi anlamda ne kadar tatmin ediyor?

M.A: İşin doğrusu göğüs hastalıkları hekimliği çok para kazanılan bir meslek değil. Ama yan dalı yapılırsa üzerine, göğüs hastalıklarının bir takım yandalları var; özellikle alerji ve yoğun bakım bunlar maddi açıdan tatmin edici bölümler. Mesleki hastalıklar yan dalı da var ama onun çok piyasada karşılığı yok.

Z: Tıp fakültesi ve hekimlik, diğer fakülte ve mesleklere oranla daha yoğun ve uzun soluklu dolayısıyla sosyal anlamda kısıtlandığımızı düşünüyoruz bazen. Kendinize ve ailenize yeterince zaman ayırdığınızı düşünüyor musunuz?

M.A: Düşünmüyorum çünkü gerçekten ayırman gereken zaman fazla bir de bizim için en önemli problem mesai kavramının olmaması. Birçok bölümde işte akşam 4’te veya 5’te kapatıp evine gidiyor, kendi işine bakabiliyor ama bizde süreç devam ediyor. Üniversite hastanesi olduğumuz halde ayda 5–6 defa icap nöbeti tutuyoruz, gece boyunca aranıyoruz. Bunun dışında akademik çalışma yapmamız gerekiyor. Akademik işler yap, araştırma yap, eğitimle ilgilen, hastaya bak, yanında da insan olarak da yaşamamızı sürdürmeye çalışıyoruz. Hepsini bir arada sürdürmek zor, bir tarafı ağır bastığı zaman mutlaka diğer taraftan taviz vermek zorunda kalıyorsunuz.

Z: Peki bu taviz doktorlar için kendilerinden mi oluyor daha çok, yoksa ailelerinden mi?

M.A: Eğer işini çok seviyorsa biraz ailesi mağdur oluyor bence, ben öyle düşünüyorum. Kendisine de zaman ayırıp ayırmaması biraz tercih meselesi ama işin zorunluluğu var. Mesela birçok arkadaşımız ekstradan çalışıyor, bu çalışma süresi arttıkça başka şeylerden kırpılıyor diye düşünüyorum.

Z: Hocam son olarak hekimliğin yanında fotoğrafçılık, felsefe gibi başka alanlarda da ilgileniyorsunuz. Yani sosyal yanınız hiçbir zaman boş kalmamış gibi hissettiriyor bize. Bunun için nasıl zaman buluyorsunuz, öğrencilikte mi başladınız yoksa uzmanlığınızı aldıktan sonra mı?

M.A: Şöyle söyleyeyim hekimlik sadece tıp okumakla yapılacak bir meslek değil. Yanında mutlaka kendinizi bir takım alanlarda geliştirmeniz gerekiyor. Sosyal beceriler de önemli. İnsan iletişimi çok önemli bunun için de sosyal olmak gerekiyor yani sosyalden kastım insan iletişimin iyi olması gerekiyor. Hasta ile hekim iletişimi, hekimle hekim iletişimi, personel ile iletişim. Bunları sağlıklı yürütebilmek için sadece ders çalışıp odaklanmakla değil kendini biraz farklı anlamda geliştirmek gerekiyor. Kitap okumak, bahsettiğiniz fotoğrafçılık herhangi farklı bir şey olabilir; hem rahatlatıcı hem de işinize katkı sağlayacak şeyler. Mesela fotoğrafladığınız şeyleri sunumlarda kullanabiliyorsunuz, başka bir konudan kitapta karşılaştığınız bir şeyi ders anlatırken kullanabiliyorsunuz, mesela bir akademik toplantıda oradan örnek verebiliyorsunuz. Benim son yazdığım makalelerimin birçoğunda İngilizce deyimler vardır, onlarla karşılaşacaksınız ki yazarken aklınıza gelsin ve onu kullanabilesiniz. Ne kadar kendinizi geliştirirseniz farklı alanlarda işinize de yansıyor. Bu anlamda işinizi kaliteli yapmak için bir şeyler yapmak lazım yani ne olduğu çok önemli değil bir enstrüman çalmak olabilir, doğa yürüyüşü yapmak olabilir ama mutlaka bir veya iki farklı alanda uğraşmak lazım diye düşünüyorum. Meşhur söz var ya tıp fakültesinden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar o her şey çıkma biraz belki de yoğunluğu nötralize etmek için diyelim. Bir de tıp fakültesine gelen öğrenciler genelde zeki öğrenciler, o yüzden sadece tıp eğitimiyle yetinmeyip farklı alanlara merak duyuyor, mutlaka enerjisini kullanacak bir alan daha olması gerekiyor gibi geliyor bana.

Z: Uzmanlık alanı seçmekte cinsiyetin rolü nedir, cildiye gibi bölümlerde kadın egemen bir asistan kitlesi varken cerrahi branşlarda büyük çoğunluğu erkeklerin oluşturduğunu görüyoruz. Bu konuda göğüs hastalıkları açısından cinsiyet farklılığı var mı sizce, buradaki asistanların da çoğunluğu erkek?

M. A. : Kas gücü gerektiren bazı cerrahi branşlarda bahsedilen erkek çoğunluğu olabilir, cerrah bir arkadaşım kadın hekimler de cerrahi seçiyor ama bazen güç kuvvet gerektiren işlerde çok yeterli olunamıyor demişti ama bu durum bizim alanımızda yok. Kronik hastalıkları tedavi ettiğimiz için kadın bakış açısı daha iyi oluyor diyebilirim. Belki şu anki asistan dağılımı öyle denk gelmiş olabilir ama bizim branşımızda cerrahiler için bahsettiğimiz durum söz konusu değil. Hatta bizim branşımız kadın egemen bir branş, mesela derneklerimizdeki üye oranlarına baktığımızda kadınlar ağırlıkta, gittikçe de daha fazla kadın tarafından tercih edilmekte.

Z: Peki sizce uzmanlık alanımızı seçerken cinsiyetimizi göz önünde bulundurarak mı seçim yapmalıyız?

M.A: Bence öncelikle sevdiğiniz alanı seçmeniz önemli, mesela bir arkadaşımız vardı daha 3. sınıftayken ben ortopediyi kazanacağım dedi. Ortopedist oldu, şimdi işini çok severek yapıyor, çok da mutlu. O yüzden şimdi stajları dolaşırken kendinizi en iyi ifade edebileceğiniz yeri bulmaya çalışın. Tabii benim gibi bazen de seçtikten sonra da sevilebiliyor. Ben kendi açımdan plastik cerrahi düşünüyordum. Hem el becerisi anlamında hem de daha önce konuştuğumuz gibi mesleki tatmin anlamında istediğim bir yerdi. Sonra o zamanki asistan arkadaşları gözlemledim. Uzun ve zor nöbetleri vardı ve hayatınızın en güzel çağı. İşte yeni evleniyorsunuz, çocuğunuz oluyor ama cerrahlar çok erken saatlerde gelip geç çıkıyorlardı, yani o dönem hiç evde olamıyorlardı. Bu yüzden cerrahi alandan uzaklaşmıştım. O dönem bu gibi kişisel tercihler de olabiliyor. Dolayısıyla cinsiyetin çok belirleyici rolü olduğunu düşünmüyorum ama tabii ki şartlar, aile ortamı, nöbetlerin ağırlığı seçimleri belirleyebilir. Bazen nöbetin az olduğu veya hiç olmadığı bölümler tercih ediliyor. Özellikle kadın hekimler tarafından ama son dönemlerde hamilelikte asistan nöbetlerinin olmaması durumu biraz rahatlattı. Gerçi bu da bir takım eşitsizliğe yol açtı. Kadın hekimlerin tutmadığı nöbetleri erkek hekimler tutuyor, bu da iş barışını bozuyor.

Z: Kadın hekimlerin nöbet tutmadığı dönemler kıdemi etkiliyor mu, yani asistanlığı uzuyor mu?

M. A. : Yok şu anda etkilemiyor, yani asistanlık süresi uzamıyor ama bence uzamalı. Nöbet de eğitimin bir parçası. Gebelik, doğum gibi insani süreçler de rahatça yaşlanmalı ama aynı zamanda hem eğitimin asistanlık süreci aksamamalı hem de iş barışı bozulmamalı.

Z: Sorularımız burada son buluyor ama genel anlamda kendimizi nasıl bulabileceğimiz, ait olduğumuz yeri nasıl anlayabileceğimize dair bize verebileceğiniz tavsiyeleriniz neler?

M.A : İnsanla ilişkilerin olduğu branşlar zordur, yani sadece tıp için demiyorum. İnsanla uğraşan her alan zor ama hekimlik ayrıca zor. Hekimliğin saygınlığı hala devam ediyor. Bu saygınlığı koruyacak şekilde kendimizi iyi yetiştirmeniz, özgüven sahibi olmalısınız. Alanınız ne olursa olsun, amacınız en iyisini yapabilmek olmalı. O alanda yapılabilen her şeyi siz de yapabilmelisiniz. Ya da her şeyi yapmayabilirsiniz de bir şeyi çok iyi yapabilirsiniz. Sonuçta hepimiz yaşıyoruz, hayatımızı devam ettiriyoruz, güzel şeyler yapmak lazım. İz bırabilirsiniz. Mesela nadir hastalıklar çok fazla kişiyi etkilemez, o konuda bilginiz varsa o kişi için siz tek dayanak oluyorsunuz. Tabi en önemlisi kendini yetiştirmek, alanında iyi olabilmek ve varsa ortaya koyabileceğiniz yeni bir şey bulabilmek.

Z: Çok keyif aldığımız bir röportaj oldu hocam, bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Yayına Hazırlayanlar

Nurda Öztürk/ Elif Aydın/ Merve Korkutata/ Zehra Efe

--

--