Pazar Pasajı: Yokuşa Akan Sular — Mustafa Kutlu

Zemheri Dergi
Zemheri
Published in
3 min readJan 7, 2018
Tahir Salahov — Oil Worker With Red Cigarette

MUKADDİME

Küçük mavi, pembe çiçekler serpilidir. Yeşilin saydam uçları çimenlerde. Su domur domurdur. Çakıllarda eleğimsemalar. Görülmemiş, tutulmamış bir güzellik. Kirletilmemiş bir su.

Dağlardan ceylanlar iner. Göğün tüllenen kızıllığı laciverde koşarken. Kenarında saygıyla dururlar. Tek dal, tek yaprak kıpırdamaz. Bir ân-ı vahitte kalırlar. Sonra eğilip içerler.

Sen bir musluğa eğiliyorsun. Topraktan kopmuş suya. Clor kokuyor elin ayağın.

O cânım fayanslardan döşüyorsun. Sonra pırıl pırıl “sıhhî tesisat armatürleri”. Yollar, tarlalar, dağlar aşıyor içine insan sığan borular. Dozerler çalışıyor, türlü kanallar açıyor. Sonra yeni buluşlar, filtreler. Lağım sularından, deniz suyundan yahut o içinde it leşleri yüzen, şişmiş yumuşamış, tüyleri dökülüp pelteleşmiş, karnı deşilip barsakları parlamış it leşleri yüzen, beton labirentlerin çöplüklerinden süzülüp gelen su birikintilerinin toplandığı gölcüklerden. Ağır, yağlı, üzerinde iri yeşil sineklerin uçuştuğu mülevves gölcüklerden pompalarla basılıp zorla itilen, bir türlü akmayı beceremeyen, “git ak musluklardan” diye kırbaçlanan o mayiyi.

O mayiyi poliüretanlı, monoblok gövdeli yerlerde saklamaya mecbursun. Bohemya kristallerinde sunmak için.

Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı artık.

O betondur, senin yeni vatanın. Asvalttır, parkedir, Halıflex’dir.

Koşuyorsun ciğerlerinde egzoz gümbürtüleri. Ayaklarında lastik. Üç öğün naylon yemektesin. Ara toprağı. Toprak bizim canımız, petrol olsun kanımız.

Göz alabildiğine uzanıp giden bozkır. Parlayan gün, esen yel. Kekik kokulu rüzgâr. Kulpuna yapıştığın sabandır. Demirini sen dövdün. Boyunduruk kayışını yağlayıp, ağacını sen kestin. Senin o asırlık ellerinde yuğruldu bu âlet. Bu tosunlar senin ellerinde doğdu. Bastığın o buğulanan toprak, güneşe kavuşup şehvetle gerilen anaç tarla, şu kesik kesik öten boz sakallı çayır kuşu, uzaklarda yayılan sürü senin. Terleyip terleyip de ağzına diktiğin toprak testiyi sen yaptın. Terin toprağa karıştı, toprak sana..

Birazdan ziller çalacak.

Gece vardiyası boşanacak. Sil gözlerini. Karşıda bütün farlarını yakıp uluyan, düğmeleri, levyeleri ve olanca dişlileri ile bilenip seni bekleyen fabrikaya koş. Kaderini kucakla. Tüylerin diken diken olurken sarıl o soğuk demirden yabancı kadınlara. Motor sesleri ile sarhoş, çarklardan kayışlardan dökülen nağmelere kapıl. Metal parıltısı karışsın göz bebeklerine, kanlı kanlı bak. Elindeki anahtarın ismi gâvurcadır ezberle. Bu efsunkâr gece uzar gider yıldızlara kadar. Düş içine, düş içinde.

Sakın altıotuzbeş trenini unutma. Koşacaksın. Nefes nefese kalacaksın. Siren sesleri ile ürpereceksin. Vinçlerin boşlukta sallanan pençelerinden kan damlayacak. Saçlarında demir tozları. Artık başakları istesen de düşünemezsin. O rüzgârda sallanan türküleri. Sıcak tandır ekmeğinin üzerine cızırdayan tereyağını, yayıktan boşalan ayranı, kınalı elleri.

Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amcaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamaylı çöz at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyanı. Yarınlar senin.

Çocuğunu başkaları büyütecek, hafta sonları görürsün. Aşını başkaları pişirecek sen yersin. Karını akşamdan akşama bulursun. Yorgunluktan kemiklerin sızlayacak aldırma. Taksitle al evini, taksitle döşe, taksitle yaşa. Seni de başkaları yaşatıyor inan buna. Ziller, düğmeler, levyeler, planlar, çok uluslu şirketler. Evet anladık bostana su sabah serininde girermiş, ayrılık olur deyi gözden öpmek iyi değilmiş, tohum ekmeden önce iki rekât namaz kılıp “kurdunan, kuşunan, eşinen, dostunan yemek nasib eyle” demek gerekmiş.

Bırak şimdi bunları, bak çalıştığın inşaat ellisekiz hâneli bir köy artık. Bu yeni köyde bir yer kapmaya bak. Greve git, “sınıf bilinci”ne ulaş. Evet yamuk tarlanın başına diktiğin zerdaliler kurumuştur, tarlayı ot basmıştır. Merek yıkılacak, yaz gecelerinde halaya durup, harman makinasından savrulan saman tozlarına bulaşıp, derin derelerden aşağılara ovaya doğru süzülen türküler unutulacaktır. Demirdöküm’ün önünde davul-zurna kurup horon oynayan beyaz önlüklü grev gözcülerine şaşma. Onların çocukları artık horon oynayamayacaklar. Bir dünyanın eşiğindesin. Eğilip eğilip bakıyorsun. Özlemlerin, hasletlerin hasılı her şeyin arkada kaldı. Kalacak, unutulacak. Güçlenen, süren önündeki dünya..

Sen de bu dünyanın saliki olacak mısın?

Adına ayrılmış proleter bir koltuğa gömülecek misin?

Dişlerin dökülecek, böbreklerinde kum, kalbinde ufak bir spazm olacak diyorlar. Bütün bunları ve daha başka şeyleri söylüyorlar. Jelatinden salatalar, orlondan kremalar neler.

Korkulusun, şaşkınsın, yabancısın.

Kutlu, M. Yokuşa Akan Sular. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011.

--

--