Her Şeyi Öğrenelim-2

Arda Arman
4 min readOct 14, 2018

--

Her şeyi öğrenme yolunda bir adım daha atacağımız bu yazı, üç yazılık bir dizinin ikinci bölümü olacak. Geçen hafta yayınladığım birinci yazıya, ya da dizinin üçüncü yazısına göz atabilirsiniz.

Sınavlara çalışırken, yeni bir ilgi alanında derinleşirken ve bazen de yalnızca kişisel bir merakı gidermek için “açıp okuruz”. İnternet, kitaplar, insanlar, şehirler… Hepsi okuyabileceğimiz bilgilerle dolu. Şimdi aklınıza ilk okuduğunuzda anlayamadığınız bir metin getirin. Eğer bunu yapmak kolay olmadıysa, size ilk anlatıldığında anlamadığınız herhangi bir dersin konusunu (ilk yazıda hücre bölünmesi örneğini vermiştim), ya da bir belgeselde, bir haber programında gördüğünüz karmaşık bir içeriği de seçebilirsiniz.

Bu bilgi parçasını diğerlerinden ayıran en belirgin özellik nedir? Bana göre dikkatimizi anlamak ve ezberlemek arasındaki farka çevirmeliyiz. Geçen haftanın konusu olan yabancı dillerdeki sözcüklere bakalım. “Köpek” sözcüğünün İngilizcede “dog” olduğunu ilk duyduğumuzda, bunu anlayabilmek için çaba harcamayız. Bu durum bize gizemli gelmez. “Dog” işte, büyülü bir sözcük değil, anlamak da zor değildir, ama ezberlemek zaman alır.

Peki tam tersine anlamak zor olduğunda?

Anlaşılması zaman alan metinleri anlamayı başarırsanız, ezberlemek için çok uğraşmanız gerekmeyecektir. Bunun nedeni, ezberlemenin, yani kusursuz bir öğrenmenin zihinde yarattığımız örümcek ağları sayesinde gerçekleşmesidir. Bilgi ortadadır, örümcek gibi. Bilginin çevresinde yarattığımız bağlar da onu anlamamızı sağlar, ayrıca bilgiyi sağlamlaştırır. Bu ağlarla daha küçük sinekler yakalayıp bilgimizi beslememiz bile olanaklı hale gelir. Karmaşık konuları anlamaya başladıkça, bu bilgi zihnimizde kendiliğinden geçmişteki deneyimlerimizle ilişkilendirilir. Ağ biz farkına varmadan örülür.

Jeroen Bosch

O zaman bu haftanın yöntemine bir göz atalım: basitleştirmek. Karmaşık konuları okuyarak değil, basitleştirip kendimize açıklayarak çözeceğiz. Anlayamadığınız bir konuyu nasıl basitleştirebilirsiniz? Korkmayın, çünkü üç güzel insan, Sokrates, Feynman ve Einstein bize yardım edecek.

Sürekli soru soran Sokrates

Sokrates, bildiği tek şeyin “hiçbir şey bilmediği” olduğunu söylemişti. Kendini bilge sanan insanlara sorduğu akıllıca sorularla, onların aslında bilgisiz olduklarını kanıtlamıştı. Sokrates kendini bilgisiz yerine koyarak, meraklı sorular yöneltiyordu, böylece karşısındakinin en kolay sorular karşısında bile titremesini ve yetersizliklerini görmesini sağlıyordu.

Eğer kendi Sokrates’imiz olmayı başarabilirsek, zor konuları neden anlayamadığımızı çözebiliriz. Öncelikle sıradan sorularla başlayıp, gittikçe derinleşmemiz gerekiyor. Konumuz hareketi ilgilendiren bir fizik yasasıysa, ilk sorumuz “Kütle ne?” ya da “Kuvvet ne?” olabilir. Sıradan sorulara yanıt bulmak, beni aradığım asıl çözüme yaklaştırır. Bu tür saçmalık düzeyinde kolay sorular gözünüzden kaçabildikleri için, içinizdeki Sokrates kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmeyecek bir alanda yetersiz olduğunuzu size gösterecek.

Her şeyi anlayan Feynman

Şimdi, kendisinden yardım alacağımız ikinci önemli kişiliğe bakalım. Fizik profesörü Richard Feynman öğrenme ve öğrendiklerini açıklama konusunda çok yeteneklidir. Matematik bölümüne gidip, “Bana istediğiniz konuyu basitçe anlatın, anlayıp öğreneceğim,” diyerek hocalara meydan okurmuş. Onun bu özelliğinden esinlenerek bir yöntem bile geliştirilmiştir.

Feynman tanımlamak ve açıklamak arasında bir fark olduğunu düşünüyordu. Ona göre bir durumu karmaşık fizik terimleriyle açıklamak, aslında açıklamak değildir. Kendi sözlerimizle, kendi dilimizle açıkladığımızda ise, anlamaya başlarız. Yer çekimi ve müzik kuralları arasındaki bağlantıyı açıklamaya çalıştığım yazıda ben de bildiğimiz çocuk şarkılarından yola çıkarak bunu yapmayı denemiştim.

Richard Feynman

Feynman Yöntemi, bir konunun belirlenmesiyle başlar. Konu belirlendikten sonra, yazıyla açıklanır. Bir kalemle kağıda, ya da bilgisayara yazabilirsiniz. Daha sonra yazdığınız açıklamayı şekiller ve küçük çizimlerle destekleyebilirsiniz. Bu güzel bir başlangıç olacak; ama yöntemin anahtarı, bir sonraki adımda gizli. Şu soruyu sorarsınız: “Bu konuyu hiç bilmeyen, alana bütünüyle yabancı biri yazdıklarımı anlayabilir mi?”

Bu soruya “Evet” yanıtı verilene kadar yazılanlar yeniden, yeniden, yeniden düzenlenir. Geriye hiçbir mesleki terim, hiçbir karmaşık sözcük kalmadığında, açıklama tamamlanmıştır. Çalışmayı yapan öğrenci de böylece konuyu hiçbir zaman anlayamadığı kadar derinlemesine kavramış olur.

Bir örnek oluşturması için, aşağıda Japon yazı sistemiyle ilgili iki paragraf yazdım. İçerik tıpa tıp aynı; ama ilk paragraf, bu konuyla ilgilenen birinin anlayabileceği şekilde yazılmışken, diğerinde hiçbir terim kullanmamaya çalıştım.

Japoncada dört alfabe vardır, hepsi birlikte kullanılır. Bunlar Kanji, Hiragana, Katakana ve Romaji’dir. Piktorgraflar, ideograflar ve fono-semantik bileşikler Kanji’yi oluşturur. Kanji’nin On ve Kun okunuşları vardır. Hiragana, Furigana yazılırken kullanılabileceği gibi, çeşitli fiil çekimlerini ve kalıplaşmış ifadeleri de yazıya geçirebilir. Katakana ise, diğer dillerden alınmış sözcükleri yazarken kullanılır. Romaji, Latin Alfabesi’nin harfleridir.

Şimdi basitleştirilmiş örneğe bakalım:

Japoncada dört alfabe vardır, hepsi birlikte kullanılır. Bunlar simge alfabesi, hece alfabesi, ikinci hece alfabesi ve bizim okuyabildiğimiz harflerden oluşan alfabedir. Simge alfabesi, nesnelerin resimlerinden, ya da çeşitli ses benzerliklerinden yararlanır. Bu simgelerin Çince ve Japonca kökenli okunuşları olabilir. Birinci hece alfabesi Japoncanın karmaşık okunuşunu kolaylaştırmak ve belirli kalıplaşmış sözleri hece hece yazmak için kullanılır. İkinci hece alfabesi ise, diğer dillerdeki okunuş kurallarını, Japoncaya zarar vermeden yazıya geçirir. Bizim okuyabildiğimiz dördüncü alfabe ise, Türkçede de kullandığımız harflerden oluşur.

İkinci paragrafı yazan biri, daha sade bir dil kullanmasına rağmen konuya daha hakimdir. Karmaşık açıklamadan Feynman Yöntemi’yle sadeleştirdiğimiz açıklamaya geçiş sırasında, takıldığınız birçok noktayla karşılaşacaksınız. Bunlar, içinizdeki Sokrates’in yeterince araştırmadığı köşelerde saklanıyor olacak. Böylece anlayamadığınız konuda yeterince belirgin göremediğiniz hiçbir ayrıntı kalmayacak.

Zor konuyu çocuğa anlatan Einstein

Yardım alacağımız üçüncü kişi de Einstein olacak demiştim. Ünlü fizikçi, bir yakınına bütün fizik ve matematik teorilerinin (işlemleri katmayarak) “bir çocuğun anlayabileceği kadar kolay” bir açıklamaya indirgenebilir olması gerektiğini söylemiş. Eğer bugün sosyal paylaşım sitesi Reddit’e girerseniz, birçok kullanıcının ELI5 isimli bir sayfada yazılarını yayınladıklarını görebilirsiniz. Explain Like I’m 5 (Beş Yaşındaymışım Gibi Açıkla) adlı sayfada, kullanıcılar yaşamın her yönüyle ilgili sorularını yayınlıyorlar. Diğer kullanıcılar da, beş yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği sadelikte yanıtlar vermek için yarışıyorlar.

Geçtiğimiz yılın en sevilen ELI5 sorularından birkaç örnek:

“Bağışlanan organlar yeni bedenin yaşına uyum sağlar mı, yoksa organ bağışçısının yaşına göre mi davranırlar?”

“Telefon çekmiyorsa, acil arama nasıl çalışabiliyor?”

“Eğer meyveler kuşları içlerindeki şekerle kendilerine çekip bu şekilde çoğalmayı başarıyorlarsa, limonlar bunu nasıl başarabiliyor?”

Merak ettiniz mi? O zaman her şeyi öğrenmeye devam edelim. Zorlanırsak sadeleştirelim.

Basitleştirmek ve kolaymış gibi anlatmak bilgiye saygısızlık değil, bilgeliğe saygıdır. Dolayısıyla anlayabilmek de, karmaşanın içindeki basitliği keşfedebilme gücünde gizlidir.

Bir sonraki yazıda bilgiyi belirli bir sırayla aklınızda tutmanız gereken durumları inceleyeceğiz (İnceledik). Bu hafta, kafanızı karıştıran konuları kurcalayarak keyifli zaman geçirmenizi dilerim.

--

--