Evde Kalmasam Da Ne Yapsam?

Berk Üstünel
6 min readMay 3, 2017

--

“Evde oturan erken ölür.” — Roman Atasözü

https://flic.kr/p/FzSRkJ

Evin yerini tutacak bir şeyin olmadığını düşünüyoruz kimi zaman. Belki de kendimizi en güvende hissettiğimiz alan olduğu için aklımızdan çıkmıyor. Yoksa Paul McCartney’in dediği gibi tatlı bir teslim oluş mu bu? Gerçek şu ki evde ne kadar durmaya yatkınsak, yaşamımız da bir o kadar bu alan arasında sıkışıp kalıyor. Ev alışverişi, ev mobilyası, ev temizliği, ev güvenliği, ev sinema sistemi… derken kendimizin evde konforlu hissetmek halet-i ruhiye ile harcadığı vakit ve nakit tüm ömrümüzü bizden çalıyor. “Ee kardeşim ömür bizim, sana ne isteyen istediği gibi yaşasın!” diye düşünüyorsanız birazdan birkaç farklı noktaya değinerek konuyu irdelemeye çalışacağım. Ama önce şu güzel parçayı dinleyelim:

Geçen hafta Perşembe günü okuldaki koşu pistinde arkadaşımla koşarken bir anlık dikkatsizlik sonucu sol ayağım, pistin hemen dışında zemin farkından oluşan ve aslında güvenlik açısından hiç olmaması gereken bir boşluğa girdi. Girdiği anda bileğim içe doğru ters dönerek burkuldu ve davul gibi şişti. Olay yaşanırken gözümden geçen film şeridine ve oluşan sonsuz boşluğa doğru usulca ilerlerken bir bakmışım yerde kıvranıyorum. Zaten önceki senelerde de birkaç sefer aynı tarzda olaylar yaşadığım için alışmıştım aynı ağrıya ve şişliğe. Yalnız bu seferki biraz daha kötü olmuştu. Okulun sağlık merkezi çalışanları hızır gibi yetişerek ilk müdahaleyi yaptılar sağ olsunlar. Doktor Bey, ayağımı oynatabildiğimi görünce kırık olmadığını ancak her ihtimale karşı ambulansla hastaneye götürmeleri gerektiğini söyledi. Eşyalarım ve çantam uzakta olduğu ve biraz da hastaneye gitmeye o saatte üşendiğim için pek yanaşmadım. Ertesi gün giderim deyip bir koltuk değneği rica ettim kendilerinden, iki adet verdiler. Nasıl kullanacağımı bilmesem de görsel hafızamın yardımıyla sokakta kullanan insanlar canlandı beynimde ve değneklerle beraber depar atmaya başladım. Şaka şaka, usul usul seke seke gittim!

Ertesi gün Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin aciline gittik dedem ve annemle. O kadar ciddi durumu olan insanın arasında tekerlekli sandalye ile ayağım havada gezmek elbette biraz insanı utandırıyor, ben burada olmamalıyım hissiyatı oluşturuyor ama herkesin derdi kendine tabi. Benle ilgilenen hekimin direktifiyle röntgen ve tomografi çektirmeye gittik. Kırık veya çatlak yokmuş ancak bağ ve doku zedelenmesi varmış. Alçı odasındaki hekimi bekledik bir müddet. Ardından basit bir alçı yaptılar sol ayağımdan dizime kadar, yarım alçı diyorlarmış ona da. Hayatımda ilk defa hem koltuk değneği kullanmış hem tomografiye girmiş hem de alçı sahibi olmuştum. Evet, bunların hepsi bir deneyim değil mi sonuçta? İyi tarafından bakıyorum! :)

Benim gibi evde pek az duran bir insan için 10 gün boyunca eve hapsolmak -evet hapsolmak- ve hatta yatağımda vakit geçirmek zorunda olmak gerçekten imtihan gibi bir şey sanıyorum. Ayağa kalktığım an hissettiğim yoğun ağrı bile yürümemi engelliyor. Şu güne kadar hiçbir vücut uzvumu kırmadım ama kırılsaydı ne olurdu acaba diye acı acı düşünüyorum. Sağlık gerçekten de önemli arkadaşlar. Hepimiz bir yığın meşguliyet arasında bunu çok çabuk unutuyoruz ama nefes alıp her işimizi kendimiz görüyorsak bu büyük bir mutluluk kaynağı olmalı. Bu süre zarfında Balzac’ın Goriot Baba’sına tekrar başlayıp bitirdim. Güzel bir klasik roman, tavsiye ederim. Gerçi bir noktadan sonra betimlemeleri içinizi bayıyor ama para ve şöhretin insani değerleri nasıl çökerttiği hakkında iyi bir burjuvazi eleştirisi yapıyor. Uzun süredir ben de düzgün kitap okuyamamıştım, iyi geldi.

Yazıyı asıl yazma noktama gelecek olursak insan evde saatlerce vakit geçirince düşünmeye çok vakti oluyor. Boş boş yatakta vakit geçireceğime konudan konuya atlayarak birçok görsel ve yazılı içerikleri tükettim. Bu sırada evde oturmanın depresyona ve strese daha fazla sebep olduğunu söyleyen bir yazıyla karşılaştım. Etrafımızın günden güne daha da betonlaştığı şu dünyada kendimizi dışarı atmak için bahanemiz artık olmamalı. Tüm gün boyunca ekran başında kendimizi tüketmemiz yetmiyormuş gibi bir de güneş ışığından ve topraktan mahrum kalarak ruhsal rahatsızlıklara da davetiye çıkarıyoruz.

Nisan ayında yayınlanan bir TED konuşmasında Alzheimer hakkında etkileyici bir konuşmaya denk geldim. Yakın bir gelecekte her iki insandan birinin Alzheimer hastası olma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Çok yüksek bir oran bu. Bilinenin aksine hastalığın genetik faktörü az. Daha çok yaşam ve yeme alışkanlıkların bozulmasından dolayı bu artış olduğu savunuluyor. Bu bozulmalar beyindeki sinir hücrelerindeki bilgi akışına engeller koyuyor ve bu sebeple beynimiz isimleri, adresleri, anıları ve hatta kendi varlığımızı bile hatırlayamaz oluyor. Çözüm ise, hayatımızı sürekli öğrenmeye adayıp devamlı yeni metinler okuyarak, yeni deneyimler elde edip yeni yerler görerek yani kısacası beynimize yeni veriler katarak güçlendirmek. Bu sayede beyin içerisindeki sinir hücreleri her öğrendiğimiz yeni konuyu daha fazla bağ kurarak isimleri, adresleri, anıları vb. daha rahat hatırlamamıza yardımcı oluyorlar. Yani emekli olduktan sonra ben evde kabuğuma çekileyim, etliye sütlüye dokunmayım yok. Tembellik etmeyip yeni bilgileri beynimize sığdırmak zorundayız. 100 MİLYAR beyin hücremiz var, nasıl bir veri tabanına sahip olduğumuzun farkında mısınız?

Bu arada tatlı yemeyi bırakmıştım dedim ya, bu sefer et tüketmeyi de bıraktım. Yaklaşık 4 (dört) aydır deniz ürünleri de dahil hiçbir eti yemeden vejetaryen besleniyorum. Tamamen etik sebepler sonucu bu kararı aldım ve gerçekten iyi gidiyor. Üç senedir vegan beslenmeyi düşünen biri olarak ancak kendimi hazır hissettim ve vejetaryenliğe adımımı attım. Hayvan sömürüsü adına tabii ki attığım adım çok ufak ancak vegan olma yolunda (şimdiden süt ve bal tüketmeyi bıraktım) benim için önemli bir adım. Et ve et ürünlerini, sakatatı inanılmaz seven biri olarak vejetaryen diyetini sürdürmek tahmin ettiğimden de kolay oldu. Bir de bu kararı almamda Gary Yourofsky’nin şu videosu da etkiliydi:

Karakterinizin sizce gerçekten oturmuş mu?

Bu günlerde yaz dönemi için hunharca staj kovalıyorum. Geçenlerde de bir perakende zincirinin kariyer gününe katıldım. Tipik bir kariyer günü olması dışında günün büyük bir çoğunluğu kişisel danışmanlık ve hayat koçluğu yapan bir hanımefendinin eğitim sunumuyla geçti. Sunum sırasında en çok benim dikkatimi çeken nokta beynimizin 30 yaşına kadar geliştiğini söylemesi oldu. Biraz araştırdıktan sonra hakikaten de ilginç kaynaklara rastladım. Beynin içinde bulunan Prefrontal Korteks; planlama, karar verme, sosyal davranış, sosyal farkındalık, empati ve çeşitli kişilik özellikleri yöneten bir alan. Yani bizi asıl insan yapan beyin parçamız. Bu alanın her insanda değişiklik gösterse de 30’lu yaşların sonlarına kadar geliştiği tespit edilmiş. Yani bu yaşlara kadar aldığımız her karar aslında ileride başımızı ağrıtacak sonuçlar doğurabiliyor. Gördüğünüz gibi beynin olgunlaşması diğer bütün organlara göre daha yavaş oluyor. Dolayısıyla da kişiliğimiz, ancak hayatımızın ortalarında tam anlamıyla yerine oturmuş oluyor. En azından bizim Y kuşağına söylüyorum: özel ve iş hayatınızda aldığınız kararlar birkaç yıl sonra sizi sıkıntıya sokabilir, hazırlıklı olun. Evlendiğiniz kişiden veya seçtiğiniz meslekten sıkılırsanız bu araştırma aklınıza gelsin. Umarım öyle bir şey yaşamazsınız tabii ki :)

Göçebelik neyimize yetmedi ki?

İnsanlık yerleşik hayata geçtikten sonra işler çok karmaşıklaştı. Yaşanan olağanüstü teknolojik ve sosyal gelişmelerin iyi noktaları olsa da biz sade vatandaşlar kendimizi mutsuz etmek için canla başla çalışıyoruz. Ev-iş-okul arasında yaşadığımız rutin ve anlamsız hayatlarımızda bir kısmımız keyifle giyindikleri rolleri sürdürüyorken bir kısmımız da işi gücü bırakıp kaçıp gitmek için hayallere dalıyor. Peki bunun sebebi ne olabilir ki? Yapılan iddialı bir araştırmaya göre insanlarda seyahat etmeyi tetikleyen mutant bir gen var: DRD4–7R. Bu gen beynimizdeki dopamin seviyesini kontrol eden DRD4’ün bir çeşidi olarak kabul ediliyor. Ayrıca insanların sadece %20'sinde bu gen varmış. Kendimi de bu dilimin içine koymak istiyorum. Bu yüzden ki gördüğümüz her yeni seyahat blogundan aldığımız ilhamla o yerleri keşfetmek biz de istiyoruz. Göç etmek kanı… pardon DNA’mızda var! :)

Minimalist (moda akımı olarak değil) ve sürdürülebilir bir yaşamı kendine adapte etmek isteyen biri olarak da hayatta aldığım çoğu kararın olumlu sonuçlarını görmekten keyif alıyorum. Bunun için mümkün olduğunca az meta satın alıyorum veya var olanı dikkatli kullanıyorum. Geçenlerde okuduğum şu makale sonrası “Ben bunu zaten biliyordum ki ehe! :)” tepkisini vermeden duramadım. Kapitalist sistemin bize direttiği satın alma alışkanlığı aslında bizi hiç de mutlu bireyler etmiyor. Aldığımız her yeni üründe sahte bir mutluluk çizgisi oluşturuyoruz ve etkisi hemen sönüp geçiyor. Oysa yeni deneyimler kazanmak insana ömür boyu hafızasında etki bırakan ve psikolojik olarak daha fazla tatmin eden bir haz sağlıyor. Yani kendinizi her mutsuz hissettiğinizde alışverişe gidip kullanmayacağınız bir dolu eşya almaktansa dışarı çıkıp biraz spor yapmak, yeni bir hobiyi öğrenmek veya yeni bir insanla tanışmak çok daha uzun soluklu ve etkili bir mutluluk sağlıyor.

Uzun süre yazmayınca konudan konuya geçişler çok yapıyorum ama kısaca bir özetlersek; evde tıkılıp durmadan yeni yerleri keşfetmek, bunları yaparken gereksiz şekilde kaynakları tüketmemek, yeni kararlar alırken daha dikkatli olmak ve devamlı yeni bilgileri beynimize işlemek uzun soluklu, kaliteli ve stressiz bir yaşam sürmek adına yapmamız gerekenler. Motivasyonumuz olduğu sürece hepsinin üstesinden gelebiliriz. Yeter ki kendimize inanalım! :)

Yazıyı beğendiyseniz yandaki 👏 ‘a istediğiniz kadar tıklayabilir ve yazının diğer insanlara ulaşmasına daha fazla katkıda bulunabilirsiniz. Yazı ve konu hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda belirtirseniz beni çok memnun edersiniz. Sonuna kadar okuyan herkese çok teşekkür ederim.

Benimle berk.ustunel@gmail.com adresinden veya aşağıdaki kanallardan iletişime geçebilirsiniz:

Medium | LinkedIn | Web

Ayrıca diğer yazılarıma aşağıdan ulaşabilirsiniz:

--

--

Berk Üstünel

Istanbul, TR berkustunel.com business analyst, life-time learner, knowledge trader, motivation booster, tech enthusiast, animal rights activist and many more