Kamuda bilgi işlem felaketi — 2 — Kamu Bir Kendi İşine Bakabilse!

Salih Cenap Baydar
4 min readOct 26, 2014

--

Kamu kurumlarının bilgi işlem konusundaki açmazlarından birisi, kendi görevleri arasında bulunmayan, doğrudan kendi işleri olmayan “yazılım geliştirme” konusunda, ısrarla varlık göstermeye çalışmalarıdır.

Gerçi bünyesinde berber, imam, ayakkabı boyacısı, kuru temizlemeci istihdam etmekte, süpermarket, spor tesisleri, gazino, restoran, düğün salonu, tatil kampı kurmakta bir gariplik görmeyen kamu kurum yöneticilerinin kendi işlerinden başka işleri kurumları içinde “halletme” heves ve azimleri ortadayken “yazılım geliştirme” işinin de bu kapsamda ele alınmasına şaşırmamak gerekir!

Yine de “belki umuru-u garibe’yi fark edip bir gülümseyen olur” deyip meseleyi masaya yatıralım.

Örnek olarak Karayolları Genel Müdürlüğü’nü ele alalım. Bu kurumumuzun resmi vazife tanımlarından hiçbirinde “yazılım geliştirme” başlığını bulamazsınız ama bünyesinde bu işi yapmak üzere kurulmuş bir organizasyon yapısı mutlaka vardır. Yahut TRT’nin kanunla belirlenmiş görevleri arasında “bilişim projeleri gerçekleştirmek” diye bir görev asla yoktur ama TRT’de de bilişim projeleri gerçekleştirmek üzere kurulmuş birim yahut birimlerle karşılaşmak kimse için sürpriz olmayacaktır.

“Bilgi işlem” tüm kurumların elbette vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir ve bilgi işlem birimlerine ihtiyaç olduğu açıktır ancak problem bu birimlerin ne yapacaklarının, yani faaliyet alanlarının belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır.

Ne demek istediğimizi bir örnekle açıklamaya gayret edelim:

Her kurum için ulaşım meselesi önemlidir. Kurumun belli yöneticilerine sürekli, görevlendirilen personeline ise ihtiyaç halinde araç tahsis edilir. Araçların kiralanması, bakımlarının yaptırılması, takibi, o araçları kullanacak personelin istihdamı, yönetimi için kurumlar, mesela “Ulaştırma Şube Müdürlüğü” adı altında bir birim kurabilirler. Fakat hiçbir akıllı kimse kurumun o müdürlüğü bünyesine mühendisler alıp kurumun kendi “otomobilini” üretmeye kalkmaz! Şoförlerden beklenen, araçların en fazla yağ ve su değişimlerini yapmaları, lastik patlarsa tamirciye gidene kadar stepneyi takabilmeleridir! Çünkü “otomobil üretmek”, hatta “otomobil tamiri” kurumun işi değildir. Kurum ihtiyacı olan aracı piyasadan temin eder ve “kullanır”. Kurumun rolü “operatör” yahut “kullanıcı” rolüdür.

“Otomobil zaten ‘yapılabilen’ bir şey değil, teşbihte hata oldu” derseniz benzer bir örneği büro mobilyaları üzerinden de verebiliriz. Kamu kurumları isteseler, ihtiyaç duydukları büro mobilyalarını üretme kabiliyeti olan zanaatkârları kolaylıkla istihdam edebilirler. Mobilya ‘yapılabilen’ bir şeydir ama aklı başında hiçbir kurum yöneticisinin aklından büro mobilyalarını kendi imkânlarıyla yapmak geçmez! Devlet Malzeme Ofisi bile böyle “aptalca” bir teşebbüste bulunmaz. İhtiyaç duyulan mobilyaların yaptırılması işi piyasadaki profesyonel üreticilere ihale edilir. Çünkü “mobilya yapmak” hiçbir kamu kurumunun işi değildir! Herhangi bir kamu kurumunda mobilya üretimi için bir birim kurulsa bile, ne kadar çok para harcanırsa harcansın serbest piyasadan daha verimli, daha kaliteli, daha profesyonel bir üretim gerçekleştirilemez.

Kaliteli mobilya üretimi için usta zanaatkârlara, tecrübeli kalfalara, üretim süreçlerinin standardizasyonuna, bir fabrika ortamına, kalite standartlarına, ar-ge’ye ihtiyaç vardır ve işi mobilya üretmek olmayan bir kurumun bunları sağlaması beklenmez. Mobilya üretimi konusunda gayet genel kabul gören bu yaklaşım, maalesef çok daha karmaşık bir süreç ve arka plan gerektiren “yazılım geliştirme” konusuna gelince değişiveriyor!

Hemen her kamu kuruluşumuz, son derece verimsiz birimler kuruyor, çok sayıda bilişim personeli istihdam ediyor ve hiç de vazifesi olmadığı halde yazılım geliştirmeye çalışıyor!

Bu yanlış yaklaşımın sebep olduğu korkunç başarısızlıklar, personel maaşı, eğitim gideri vs. adları altında boşa harcanan milyonlar, neredeyse tamamen kurumun kendi içinde gerçekleştiğinden, sessizce unutuluyor. Bir başka deyişle “kol kırılıyor yen içinde kalıyor”. Ancak yenin içinde gizlenmesi, kolun kırık olduğu gerçeğini değiştirmiyor!

Tepeden tırnağa tüm kurum personeli, kolektif bir yalanı, bir illüzyonu içselleştiriyor: Kurum yöneticileri yönettikleri kurumun “işlerinden” biri de yazılım geliştirmekmiş gibi, bu “işi” yapmanın doğru yolunu biliyorlarmış gibi ve “işi” kotarabilecek doğru insan kaynağına sahiplermiş gibi yapıyorlar. Bilgi işlem yöneticileri “işi” yönetebilirmiş gibi yapıyorlar. Memurlar “işi” başarabilirmiş gibi yapıyorlar.

Acar Mühendis Açmazı

Kamu yöneticilerin bu yanlış inançları çoğu kez “acar” programcılar, hevesli memurlarca besleniyor! Hevesle internetten birkaç dersi takip eden yahut kurumun gönderdiği eğitimde bir iki “numara” öğrenen “acar mühendisler” faydadan çok zarar veriyorlar. Çok basit, ama göze güzel görünen bir programcık yazan elemanlarının, takdir beklentileriyle biraz da abartarak kendilerine sunduklarını gören üst düzey idareciler, “bu işlerin” kurum içerisinde kotarılabileceğine dair o yanlış inanca kapılıyorlar. Yazılım geliştirmenin bir iki kişiyle değil, ancak profesyonel ekiplerle sağlıklı bir şekilde yapılabilecek, planlama, dokümantasyon, test, ölçeklenebilirlik, sürüm yönetimi, kimlik yönetimi, deployment ve yedekleme yönetimi gibi olmazsa olmaz bileşenlerden oluşan bir süreç olduğunu bilemiyorlar. Neticede çoğu kurumumuzda karşımıza her birinin ayrı kullanıcı şifresi olan, birbiriyle entegre olamayan, nasıl çalıştırılacakları, nasıl değiştirilecekleri bilgisi sadece bir kişinin kafasında gömülü olan, herhangi bir dokümantasyonu olmayan, alelusul geliştirilmiş, kimisi çalışan kimisi çalışmayan, irili ufaklı onlarca “programcık” çıkıyor. Kamu kurumları geniş “gelişimini tamamlayamadan ölmüş yazılım projeleri mezarlıklarına” dönüşüyorlar! Eğer kurumun ilgili yazılıma ihtiyacı kesinse, bir süre sonra iş görmeyecekleri anlaşılan bu “programcıklar” çöpe atılıyor ve “dışarıya” yeniden yazdırılıyor. Tabi “bizim acar mühendisin” iki haftada ortaya çıkarttığı yazılım için aylarca süre ve ona göre ücret istenmesini bir türlü anlayamayan üst düzey idareciler, aldatılma şüphesi ve kamu kaynaklarını koruma hissiyle serbest piyasadan gelen iyi teklifleri reddetme eğilimine giriyorlar. Nihayet ancak “kendi acar mühendislerinin” üretebildiği nitelikte bir ürün ortaya koyabilecek firmalarla anlaşan idareciler “buna rağmen” istedikleri işin ortaya çıkmadığını görüp hayretlere boğuluyorlar.

Kurumların yazılım ihtiyaçları, aynı ulaşım vasıtası ihtiyaçları gibi dışarıdan karşılanmalıdır. Kamu kurumlarında bilgi işlem personeli sayısı mümkün olduğunca azaltılmalı, kalan uzmanlar, piyasadan temin edilen otomobilleri sürmekle görevli kurum şoförleri gibi, piyasaya yaptırılan yazılımların “geliştirilmesinde” değil, kullanılması noktasında vazifelendirilmelidirler. Ayrıca, kurumun bilişim ihtiyaçlarının belirlenmesinde ve yazılımı gerçekleştirecek profesyonellere sağlıklı bir şekilde aktarılması hususunda çalışmalıdırlar.

Kamu kurumlarının, kritik verilerin, devlet sırlarının korunması, casusluğa karşı koyma, gizlilik vs. gibi haller dışında kendi bünyesinde (in house) yazılım geliştirmemeleri, bu iş için personel istihdam etmemeleri kesinlikle bir e-devlet stratejisi olarak benimsenmelidir. Belki böylelikle hem kamuda zaman, para ve insan kaynaklarının çarçur edilmesinin önüne geçilmiş olacak hem de özel sektörde bilgileriyle ve tecrübeleriyle var olmaya çalışan profesyonellere bir hareket alanı sağlanmış olacaktır.

Serinin tüm yazıları:

  1. İnsan Kaynağı Problemi
  2. Kamu Bir Kendi İşine Bakabilse
  3. Bilgi İşlem Yöneticiliği Meselesi
  4. Görünmeyen Riskler
  5. Teknik Şartname Yazımı
  6. Bilişim Amelesi Pazarı mı Var?

Twitter: @salihcenap

Originally published at salihcenap.wordpress.com on October 26, 2014.

--

--